Tâbiînin büyüklerinden. Medîne-i münevveredeki yedi büyük âlimden biri. İnsanları Hakk’a dâvet eden, onlara doğru yolu gösterip hakîkî saâdete kavuşturan ve kendilerine silsile-i aliyye denilen büyük âlim ve velîlerin üçüncüsüdür. Adı, Kâsım bin Muhammed bin Ebû Bekr-i Sıddîk et-Teymî’dir. Babası Muhammed, hazret-i Ebû Bekr’in oğludur. Annesi Sevde, son Sâsânî hükümdârı Yezdücürd’ün kızı olduğundan, İmâm-ı Zeynelâbidîn ile teyze çocuklarıdır. Hazret-i Osmân’ın hilâfeti zamânında 651 (H.31) yılında doğdu. Babası Mısır’da şehid edilip küçük yaşta yetim kalınca, halası ve Peygamberimizin mübârek hanımı hazret-i Âişe’nin yanında büyüdü. 719 (H. 101) veya 725 yılında Mekke ile Medîne arasında Kudeyd denilen yerde Kâbe’yi ziyâret için giderken vefât etti.
Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk’in torunu olan Kâsım bin Muhammed, Eshâb-ı kirâmdan bir çoğuna yetişmiş ve onlardan ilim öğrenmiştir. Başta halası hazret-i Âişe olmak üzere, Ebû Hüreyre, Abdullah ibni Abbâs ve Abdullah ibni Ömer, hazret-i Muâviye gibi meşhur sahâbîlerden hadîs-i şerîf rivâyetinde bulunmuştur. Kendisinden de; Tâbiînin büyüklerinden oğlu Abdurrahmân, Sâlim bin Abdullah, İmâm-ı Şa’bî, akranlarından İbn-i Amr, Yahyâ bin Sa’îd ve Sa’d bin Sa’îd el-Ensârî, Abdullah bin Ömer, Sa’d bin İbrâhim, Abdullah bin Avn ve daha bir çoğu hadîs-i şerîf rivâyet etmişlerdir.
Kâsım bin Muhammed, Selmân-ı Fârisî’nin sohbetlerinde bulunarak yetişip bir rûh mütehassısı olmuştu. Tasavvuf ilminde, verâ ve takvâda yâni Allahü teâlânın harâm ettiklerinden sakınıp kaçınmada eşi yoktu. Silsile-i aliyye büyüklerinden dördüncüsü olan İmâm-ı Ca’fer-i Sâdık da bunun sohbetinden feyz aldı.
Kâsım bin Muhammed, hadis ve fıkıh ilminde zamânının en yükseğiydi. İlimde ve takvâda eşine rastlanmayacak bir yüksekliğe erişmişti. Büyük hadis ve fıkıh âlimlerinden Yahyâ bin Sa’îd; “Medîne’de Kâsım’dan üstün bir kimseye yetişmedik.” derken, İbn-i Sa’d da; Tabakât adındaki eserinde; “Kâsım, hadis ilminde sika yâni güvenilir bir râvi; fıkıh ilminde yüksek bir âlim ve her bakımdan imâm, önder olan bir zâttı. Pekçok hadîs-i şerîf bildirdi. Takvâ ve verâ sâhibiydi.” diyerek kendisini medhetmektedir.
Ebü’z-Zenâd da; “Ben, Kâsım’dan daha çok hadis ve fıkıh bilen bir kimse görmedim.” demektedir. Yine büyük hadis âlimlerinden Süfyân ibni Uyeyne de; Kâsım bin Muhammed’in, devrinin en büyük âlimi olduğunu söylemiştir. Ömer bin Abdülazîz’in de; “Eğer birini yerime halîfe seçmem îcâb etseydi, Kâsım’ı seçerdim.” dediği rivâyet edilmiştir. Ömer bin Abdülazîz, halîfeliği zamânında Kâsım bin Muhammed’i, halası hazret-i Âişe’ye âit olan ne kadar hadîs-i şerîf ve başka rivâyetler biliyorsa, onların hepsini toplamakla görevlendirmiştir. Hattâ Ömer bin Abdülazîz bir keresinde; ilmin yok olup, âlimlerin son bulması edişesi üzerine, Medîne Vâlisi Ebû Bekr bin Muhammed bin Hamza’ya mektup yazarak şöyle demiştir: “Resûlullah’ın hadîs-i şerîflerini, sünnetlerini Amre binti Abdurrahmân el-Ensârî’nin ve Kâsım bin Muhammed’in rivâyetlerini araştır ve yaz! Zîrâ ben ilmin yok olup, âlimlerin de tükenmesinden korkuyorum.” Amre ile Kâsım bin Muhammed, hazret-i Âişe’nin talebesiydiler. Onun Resûlullah’tan rivâyet ettiği hadîs-i şerîfleri en iyi bilen bunlardı.
O, fıkıh ilminde de yüksek bir âlimdi. Medîne’de yetişen ve kendilerine fukahâ-i seb’a adı verilen yedi büyük âlimden birisiydi. Allah ve Resûlü adına konuşmanın ve dînî meselelerde fetvâ vermenin mesûliyetini en iyi şekilde idrâk edenlerdendi. Yahyâ bin Sa’îd’in bildirdiği şu sözleri, bunu açıkça göstermektedir: “İnsanın, Allah’ın hakkını bildikten sonra câhil yaşaması, bilmediği şeyi söyleyerek fetvâ vermesinden hayırlıdır.” Hâlbuki, Abdurrahmân bin Ebî Zenâd, onun hakkında; “Peygamberimizin sünnetini Kâsım bin Muhammed’den daha iyi bilen birisini görmedim.” diyor. Kendisinden bir mesele sorulunca: “Anlamıyorum, bilmiyorum.” derdi. Ona sormayı çoğalttıkları zaman da; “Vallahi, sorduğunuz her şeyi bilmiyorum. Şâyet bilseydik, sizden saklamazdık. Çünkü bildiklerimizi saklamamız bize helâl değil.” derdi. Dînî meseleler hakkında çok hassas davranır, ancak açık olanları hakkında fetvâ verirdi. Her sabah Mescid-i Nebî’ye gelir, iki rekat namaz kılar, sonra Resûlullah’ın minberi ile kabri arasına oturur, sorulan meselelere fetvâ verirdi. Nitekim mezheb imâmlarından Mâlik bin Enes de onun hakkında; “Kâsım bu ümmetin fakihlerindendi.” buyurmuştur.
Kâsım bin Muhammed, çok mütevâzî, alçak gönüllüydü. Bir gün köylünün birisi ona; “Sen mi daha çok biliyorsun, Sâlim bin Abdullah mı?” diye sordu. Cevâb olarak; “Burası Sâlim’in evidir.” deyip başka söz söylemedi. Muhammed bin İshak da onun için; “O benden daha iyi bilir, deyip, yalan söylemeyi veyâhut ben ondan daha iyi bilirim, diyerek kendisini üstün göstermeyi istemedi.” dedi. Hâlbuki Kâsım bin Muhammed, her ikisinden de âlimdi. Ebû Eyyûb-i Sahtiyânî; “Ondan daha faziletli bir kimse görmedim.” derken, İmâm-ı Buhârî de; “Zamânının en fazîletlisiydi.” demiştir.
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"