Tâbiînden olup, Medine-i Münevvere’deki Fukahâ-i Seb’a’dan (yedi büyük âlimden) birisi. Künyesi, Ebû Zeyd’dir.
29 (m. 650) senesinde doğdu,
99 (m. 717) yılında, Ömer bin Abdülaziz’in "rahmetullahi aleyh" zamanında, Medine’de vefât etti.
Babası Sahâbe-i kirâm’ın büyüklerinden, Zeyd bin Sâbit "radıyallahü anh", annesi Ümmü Sa’d’dır "radıyallahü anha". Peygamber efendimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" babası hakkında “Feraizi en iyi bileniniz Zeyd bin Sâbit’tir” buyurmuşlardır.
İbn-i Sa’d, Hârice bin Zeyd’in sika (hadîs ilminde güvenilir) bir râvi olduğunu, çok hadîs rivâyet ettiğini nakleder. Babası Zeyd bin Sâbit, amcası Yezîd, Üsâme bin Zeyd bin Sâbit, Sehl bin Sa’d, Abdurrahman bin Ebî Umre, annesi Ümmü Sa’d’den hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Oğlu Süleyman, Saîd bin Süleyman bin Zeyd bin Sâbit, Kays bin Sa’d bin Zeyd, Abdullah bin Amr bin Osman bin Affan, oğlu Muhammed bin Abdullah, Zührî, Osman bin Hâkim ve başkaları da ondan hadîs-i şerîf bildirmişlerdir.
Hârice bin Zeyd, âlim olduğu kadar da âbid (çok ibâdet eden; bir zât idi. Uzleti (yalnızlığı) tercih ederdi. Onun sözlerinden fazla bir şey yayılmamıştır. Zeyd bin Sâid, “Onun iki gözü arasında, hafif secde izi vardı” demektedir.
Hârice bin Zeyd’in, babasından rivâyet ettiği hadîslerden bazıları şunlardır:
“Nefsim, yed-i kudretinde olan Allahü teâlâya yemin ederim ki, hiç kimse, şirkten sonra, Allahü teâlânın nezdinde harâm olan kan dökmekten daha büyük bir iş yapmamıştır. Böyle bir kan akıtıldığından dolayı, yer, Allahü teâlâdan, o katili, içine çekip yok etmek için izin ister.”
Hârice bin Zeyd "rahmetullahi aleyh" babası Zeyd bin Sâbit’ten şöyle rivâyet etmiştir “Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" Medine-i Münevvere’ye teşrif buyurmuştu. Beni, Resûlullah’a götürdüler: Dediler ki “Yâ Resûlallah! Zeyd, Neccâr oğullarından bir gençtir. Kur’ân-ı kerîmden on’dan fazla sûre ezbere biliyor.” Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" bunu öğrenince çok memnun oldular. Sonra “Yâ Zeyd! Sen yahûdilerin kitabını, öğren. Çünkü, bana gelen mektûbların tercemelerinde, onlara güvenim yok.” buyurdular. Bunun üzerine, yahûdilerin kitaplarını öğrenmeye başladım. Daha onbeş gün olmamıştı. Bu süre içerisinde onların kitaplarını iyice öğrendim. Ondan sonra, yahûdilerin diliyle gelen mektûbları Resûlullah’a okuyor, vermiş oldukları cevapları da yine ben yazıyordum.”
Zeyd bin Sâbit buyurdu ki: “Ben, bir gün Resûlullah’ın "sallallahü aleyhi ve sellem" yanında oturuyordum. Bu sırada vahiy geldi. Kendilerini derin bir sekînet (vakar) hâli kapladı. Mübârek uylukları, uyluklarım üzerine gelmişti. Resûlullah’ın "sallallahü aleyhi ve sellem" uylukları o kadar ağırlaşmıştı ki, daha önce böyle bir ağırlığa rastlamamıştım. Nihayet Resûlullah’dan vahiy hali geçince, “Yaz, yâ Zeyd” buyurdular. Ben de bir eğe kemiği aldım. Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" “Mü’minlerden özür sahibi olmaksızın (evlerinde) oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanlar, bir olamaz. Allah, mallarıyla, canlarıyla savaşanları, derece itibariyle, oturanlardan çok üstün kıldı. (Gerçi) Allah, hepsine de Cenneti va’d etmiştir. (Fakat) Allah, savaşanlara, oturanların üstünde daha büyük bir ecir vermiştir.” âyet-i kerîmesini okudu. Okuduklarını eğe kemiği üzerine yazdım. İbn-i Ümm-i Mektûm, okunan âyet-i kerîmedeki, Allah yolunda muharebe edenlerin faziletini duyunca, kalkıp, “Yâ Resûlallah! A’ma ve benzerleri gibi, cihada gücü yetmiyenler ne yapacak? diye sordu. “Vallahi, onun sözü biter bitmez, Resûlullahı tekrar derin bir sekînet hali kapladı. Yine uylukları uyluklarım üzerine geldi, önceki gibi, çok ağır bir vaziyet aldı. Bu hal geçince, bana “Oku” buyurdu. Ben de biraz önce yazdığım âyet-i kerîmeyi okudum. Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" bu âyetten sonra “Özür sahipleri hariç” buyurdular. Bu kelimeleri âyet-i kerîmenin açıklaması olarak ilâve ettim. Bugün gibi hatırlıyorum. Bunu, kemiğin çatlak bir yerine yazmıştım.”
Hazreti Zeyd bin Sâbit şöyle buyurdu: “Kur’ân-ı kerîmi çoğaltıyordum. Hafsa’nın "radıyallahü anha" yanında bulunan yazılı sahifeleri, mushaflara yazarak naklettim. Fakat, Ahzâb sûresinin, Resûlullah’ın "sallallahü aleyhi ve sellem" her zaman okurlarken duyduğum, bir âyet-i kerîmesini kaybetmiştim. Onu yazılı olarak bulamamıştım. Sonra bu âyet-i kerîmeyi, Resûlullah’ın, kendisini, iki kimsenin şahidliğine denk tuttuğu Ensâr’dan Huzeyme’nin "radıyallahü anh" yanında buldum. Bu âyet de, heyetin kararıyla mushaftaki yerine kondu. Bu: “Mü’minlerden öyle kimseler vardır ki, onlar Allah’a verdikleri ahde sâdık (bağlı) kaldılar.” ayet-i kerîmesidir.”
Kaynaklar
1) Hilyet-ül-evliyâ cild-2, sh. 189
2) El-A’lâm cild-2, sh. 292
3) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-5, sh. 262
4) Vefeyât-ül-a’yan cild-2, sh. 233
5) Müsned-i Ahmed bin Hanbel cild-5, sh. 181
6) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye 130. Baskı sh. 66, 1106
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"