27 Mayıs 1960’ta Demokrat Parti iktidarına karşı yapılan ve bu iktidara son veren askerî ihtilâl.
7 Ocak 1946’da kurulan, 1946 seçimlerinde 62 milletvekilliği kazanarak TBMM’deki tek parti uygulamasına son veren Demokrat Parti 1950 seçimlerinden büyük bir zaferle çıktı. 393 milletvekili çıkararak, senelerdir milletin inancı ve yaşayışı üzerine baskı uygulayan Cumhûriyet Halk Partisi (CHP) iktidarına son verdi. Türkiye’nin iç ve dış politikasında önemli adımlar attı. Şehirlerin îmar edilmesi, tarımın makinalaşması, yol, baraj ve modern fabrikaların yapılması, üniversite ve teknik okulların açılması, okullara din derslerinin konulması, ezan yasağının kaldırılarak Arapça aslına uygun olarak okunması gibi birçok hizmetleri gerçekleştirdi. 1954 ve 1957 seçimlerinde de milletin oylarının çoğunu alarak iktidarını sürdürdü.
Cumhûriyet Halk Partisi, senelerce elinde bulundurduğu iktidarı kaybetmenin verdiği hırçınlık içinde yapılan faydalı çalışmalara karşı çıktı. Bu muhâlefeti giderek sertleştiren CHP, bakanlar ve milletvekilleri hakkında çeşitli dedikodular yaydı. İktidar ile muhâlefet arasındaki sert tartışmalar TBMM dışına da taşmaya başladı. CHP’yi destekleyen basın basit olayları büyüterek tek yanlı bir tutum tâkip etti. Üniversite öğretim üyeleri ve diğer okumuş kesim de Demokrat Parti iktidarına karşı tutum aldılar. Demokrat Parti içindeki bâzı milletvekilleri de bu muhâlefete katıldılar.
1957 seçimlerindeki kısmî başarısından cesâret alan CHP mecliste kavga gürültü çıkarmakla yetinmeyerek, siyâsî münâkaşaları sokağa taşırdı. İsmet İnönü ve berâberindeki heyet, gittiği yerlerde iktidar yanlısı vatandaşları tahrik edici söz ve hareketlerde bulundular. Birçok yerde yaralanmalara sebep olan çarpışmalar oldu. Muhâlif basının iktidârı ve icraatını kötüleyici yayınları da had safhaya ulaştı. “Zâlimleri yıkmak için gereken cesâret bizim ordumuzda ve gençliğimizde vardır” şeklinde sloganlar yayan CHP, orduyu ve üniversite gençliğini de yanına almaya çalıştı. Bu propagandaların tesirinde kalan bir kısım subaylar da hükûmetin icrâatından memnun olmayanlar safına geçti. 1958’de “Dokuz Subay Hâdisesi” diye bilinen bir askerî komplo ortaya çıkarıldı. İddiaya göre bu subaylar Demokrat Parti hükûmetini devirip, iktidarı İsmet İnönü’ye teslim etmeye karar vermişlerdi. Komplo, başarısızlığa uğramaktan korkan elebaşılardan Yarbay Samet Kuşçu tarafından ihbâr edildi. Tertipçi dokuz subay hükûmet tarafından tutuklatılarak askerî mahkemeye teslim edildi. Uzun süren dâvâdan sonra, komployu ihbar ederek arkadaşlarına iftirâ etmiş ve onlar hakkında yalan beyanda bulunmuş olmaktan dolayı on sene hapse mahkum edilen Yarbay Samet Kuşçu dışındaki diğer sanıklar delil yokluğundan beraat ettiler.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesindeki birkaç profesörle anlaşan CHP’liler kurdukları çeşitli kuruluşları faaliyete geçirdiler. Böylece ordu ile Üniversite gençliğini kendi saflarına çekmiş oldular. Demokrat Parti düşmanlığıyla tanınan birkaç profesörün gençliği tahrik edici beyanatları 27 Nisan 1960 târihli gazetelerde yayınlanınca CHP’nin üniversitedeki kuruluşları faaliyete geçti. Bu kuruluşların temsilcileri 27 Nisan günü öğleden sonra grup hâlinde toplanıp ertesi gün için bir ayaklanma plânı hazırladılar. Bu plâna göre 28 Nisan günü İstanbul Üniversitesi bahçesinde toplanan üniversite talebeleri “Kahrolsun hükûmet, Menderes istifa” sloganlarını atmaya başladılar. Polisler kalabalığı dağıtmak için göz yaşartıcı bomba kullandılar. Kısa bir dağılmadan sonra tekrar toplanan 4000 civârındaki üniversite öğrencisi hükûmete karşı hakâret ifâde eden sloganları söylemeye devam ettiler. Göstericileri dağıtmak isteyen polislere kalabalık tarafından taşlarla hücûm edildi. Polisler geri çekilmek zorunda kalınca süngülü askerler başlarında subayları olduğu halde talebe kalabalığının üzerine doğru yürüdüler. Tam bu sırada öğrenciler var güçleriyle; “Yaşasın ordu, yaşasın Türk askeri” diye bağırmaya başladılar. Askerlerle kalabalık arasında birkaç adımlık mesâfe kaldığı sırada askerler durdular. Aradan birkaç sâniye geçmeden askerler ve subaylarla öğrenciler birbirlerine sarılarak kucaklaştılar. Böylece iktidara karşı üniversite gençliği ile ordu mensupları arasındaki gizli anlaşma ortaya çıkmış oldu. Daha sonra tekrar Bâyezîd Meydanında toplanan göstericiler polise karşı daha sert hareket etmeye devam ettiler. Silah sesleri arasında gürültü son haddini buldu.
Bu gösteriler sırasında Turan Emeksiz adında bir Orman Fakültesi öğrencisinin polis kurşunu ile öldüğü, bir lise öğrencisinin de kazâ eseri olarak, tank altında kalarak hayâtını kaybettiği sonradan anlaşıldı. Ankara’da da İstanbul’dakine benzer öğrenci gösterileri oldu. Her geçen gün yeni olaylar başgösterdi. Öğrenci olaylarını bastırmak için Ankara ve İstanbul’da sıkıyönetim îlân edildi. Buna rağmen gösterilere devam eden öğrencilerden elebaşı durumunda olanlar tutuklandı. Tutuklananlardan çoğunun CHP’li kuruluşların üyesi olduğu dikkati çekiyordu.
Başbakan Adnan Menderes Ege bölgesine tertiplediği gezi sırasında gelişen olayların CHP’nin sert tutumu sebebiyle ortaya çıktığını anlatarak halk desteğini sağlamaya çalıştı. 22 Mayıs’ta Harp Okulu öğrencileri Ankara’da sessiz yürüyüş yaparak olaylara yeni boyut kazandırdı. İktidara karşı gelişen gizli ordu muhâlefeti böylece açığa çıkmış oldu. CHP, basın, üniversite gençliği ve ordu, Demokrat Parti iktidarının karşısında açıkça ve birlikte hareket etmeye devam ettiler. Hükûmetten memnun olmayan subaylar aralarında bir komite kurarak gerekli bütün ön hazırlıkları yaptıktan sonra 26-27 Mayıs 1960 gecesi saat dörtte harekete geçtiler. PTT, Ankara radyosu ve tespit edilen diğer yerleri ele geçirmek için silahlı Harp Okulu öğrencileri şehre indiler. Küçük çapta bâzı mukâvemetle karşılaştılarsa da bir buçuk saatte duruma hâkim oldular. Önce hükûmet üyeleri sonra da Refik Koraltan ve diğer Demokrat Partili milletvekilleri yataklarından kaldırılarak tutuklandılar ve Harp Okuluna gönderildiler. Bu sırada Ankara Radyosu iktidarın silahlı kuvvetler tarafından ele geçirildiğini halka îlân etti. İstanbul’da her şey aynı zaman ve sürat içinde olup bitti.
Millî Birlik Komitesi (MBK) adı altında teşkilâtlanan darbeci subaylar her türlü siyâsî faaliyeti yasaklayarak TBMM’yi ve hükûmeti fesh ettiler. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ı tutuklayarak Çankaya Köşkünden alıp Harp Okuluna gönderdiler. Eskişehir’de bulunan Başbakan Adnan Menderes, Kütahya’ya doğru hareket ettiği sırada alçaktan uçan askerî uçaklar tarafından tâkip edildi. Kütahya’ya vardığı sırada tutuklanarak berâberindekilerle birlikte Harp Okulundaki tutukluların yanına konmak üzere uçakla Ankara’ya götürüldüler. Genelkurmay Başkanı Rüşdü Erdelhun ve bâzı yüksek rütbeli subaylar da gözetim altına alındılar. Tutuklular daha sonra Harp Okulundan alınarak Marmara Denizindeki Yassıada’ya nakledildiler.
MBK başkanlığına ve Türk Silahlı Kuvvetleri başkomutanlığına Orgeneral Cemal Gürsel getirildi. Yeni bir anayasa hazırlanması için faaliyete geçildi. İstanbul Üniversitesi Rektörü Sıddık Sami Onar’ın başkanlığında bir kurul yeni anayasayı hazırlamakla vazifelendirildi. Cemal Gürsel, MBK başkanlığı ve Türk Silahlı Kuvvetleri başkomutanlığının yanında Başbakanlık ve Millî Savunma Bakanlığı vazifelerini de üstlendi. 12 Haziran 1960’ta geçici anayasa metni açıklandı. İhtilalden kısa bir müddet sonra Türk Silahlı kuvvetlerinde büyük bir tasfiyeye gidildi. İhtilâle karşı olması muhtemel olan 235 general ve amiral ile çeşitli rütbelerde 4000 subay re’sen emekliye ayrıldı. Üniversitelerle ilgili bâzı düzenlemelere gidilerek, 147 öğretim üyesi vazifeden uzaklaştırıldı. MBK içinde anlaşmazlıklar ve bölünmeler ortaya çıktı. Ondörtler olarak adlandırılan grup tasfiye edilerek idâreden uzaklaştırıldı.
Cumhurbaşkanı Celal Bayar, başbakan Adnan Menderes ve diğer hükûmet üyeleriyle Demokrat Partili idârecilerin yargılanması için 14 Ekim 1960’ta Yüksek Adâlet Dîvânı adıyla olağanüstü bir mahkeme kurdurdu.
Hukuk kurallarını çiğneyerek peşin hükümlerle ve uydurma belge ve bilgilerle faâliyet gösteren bu mahkeme 14 Ağustos 1961 târihine kadar süren çalışmaları sırasında Celal Bayar ve Adnan Menderes’in de dâhil olduğu 15 kişiyi ölüm, 32 kişiyi de ömür boyu hapis cezâsına çarptırdı. Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu dışındaki sanıkların cezâları ömür boyu hapse çevrildi. Türk demokrasi târihinde büyük hizmetler gören, Türkiye’yi içte ve dışta aşağılık kompleksinden kurtaran, ülkeyi bir baştan bir başa îmâr edip kalkındırmaya çalışan ve on senelik bir döneme damgasını vuran Başbakan Adnan Menderes 17 Eylül 1961’de, çalışma arkadaşları Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu ise bir gün önce, 16 Eylül 1961’de İmralı Adasında asılarak îdâm edildiler. Böylece Türk demokrasi târihine silinmez bir leke konulmuş oldu. Ancak 1990 senesinde çıkarılan bir kânunla îtibarlarının iâde edilmesi sağlandı. Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın naaşları İmralı’dan alınarak 17 Eylül 1990 târihinde başta devlet büyükleri, Cumhurbaşkanı Turgut Özal ve hükûmet erkanı olmak üzere milletvekillerinin ve halkın katıldığı bir törenle İstanbul’da Adnan Menderes Bulvarı-Topkapı çıkışında yapılan Anıt Mezara nakledildiler.
Kurucu Meclis tarafından hazırlanan 27 Mayıs 1961’de kabul edilen yeni anayasa 9 Temmuz 1961 târihinde yapılan halk oylamasında % 60,4 kabul oyuyla benimsendi. Kurucu Meclis genel seçimlerin 15 Ekimde yapılmasını kararlaştırdı. Sivil idâreye dönüşten sonra demokrasinin oturması uzun zaman aldı. 27 Mayıs 1960’ta açılan askerî darbe çığırı 12 Mart 1971 ile 12 Eylül 1980 yıllarında da tekrarlandı.
Kaynak: Yeni Rehber Ansiklopedisi Cilt 20
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"