Bu kitap, yıkılan kutsal imparatorluğumuzdaki müslüman halkın ıztırap destanıdır.
93 Harbi sırasında, Rumeli müslümanlarının uğradığı zulümleri, düştüğü perişanlığı ve çektiği acıları dile getirir.
Hatıraların sahibi olan zat, bu hadiselerin içinde bizzat yaşamış, yurdunu işgal eden düşmanın elinde esir kalmış, kurtulmuş, büyük ve müthiş «Rumeli muhacereti» ile İstanbul'a göçmüştür.
Kültürümüze yeniden kazandırmaya çalıştığımız bu eser, millî acı ve millî kinin —bu kin düşman kadar, hâin aydınlara karşıdır da— eşsiz bir abidesidir. Onun hitabının, yeni nesillere birşeyler anlatabileceği, ne güzel ümid...
Elli yıldır sulh uykusuna yatan «milleti merhûme»yi, cedlerinin bu kanlı macerası, biraz uyandırabilse... Eski mübarek toprakların —hattâ— hayâlini görebilen birkaç kişi çıkarabilse... Hiç olmazsa, bu yerlerin eski sahiplerinin torunlarına dedesi’nin geldiği yeri, oğluna öğretmek borcunu hatırlatabilse...
Kitabın baştarafına koyduğum «Giriş» kısmında, eserin tarihî ve coğrafî bakımlardan da anlaşılıp takip olunabilmesi için, anlatılan hazin vakaların sebebi, 93 Harbi'ne dair, hatırlatıcı bilgileri derledim. Sonuna ise, yine aynı düşünce ile, ordumuzun harp yıllarındaki kuruluşuna dair lüzumlu birkaç not ve haddim olmayarak çizmeye çalıştığım bir Rumeli haritası ekledim.
Eserin diline ancak gerektiği kadar müdâhale ederek, sadeleştirdim. Cümle kuruluşuna ve üslûbuna dokunmadım. Birinci kitaba fasıl ve arabaşlıkları kovdum. Manzum olan üçüncü kitabı aynen dere edip, sonuna, açıklamasını ekledim. İlk iki kitapta, metin arasında rastlanan âyetlerin ve sonlardaki arapça bitiş dualarının yerine meâllerini koydum; arapça ve farsça birkaç beyit ve ibâreyi ise almadım. Bunların dışında eserin metninde bir ilâve, değişiklik veya çıkarma yapmadım. Dipnotlardan, yıldızla işaretli olanlar, eserin yazarı ile naşir olan oğluna aittir.
Kitapta geçen bazı yer isimlerinin doğru okunması ve haritadaki mevkilerini bulmak güç oldu. Bu iş için, İ. Halil Sedes'in eserine ekli olan harp haritaları ile, eskilerden, 1324'te Mekteb-i Fünûn-u Harbiyye-i Şâhâne matbaasında tab' olunmuş «Avrupa-yı Osmânî Haritası»nı ve 1330'da Şems Matbaasında basılmış «Balkanlıların Hudut Haritası»nı, yenilerden ise, Harita Umum Müdürlüğünün 1956 basımlı «Türkiye» ve komşuları haritasını esas aldım. Mehazlardaki okunuş farkları elde olmayarak esere de aksetti.
Bana Türkiye Haritası'nı lûtf eden, iyi insan, haritacı yarbay M. Orhan Bayrak Bey ile eski haritaları temin eden aziz dost, sahhaf İsmail Özdoğan Bey'e teşekkür borçluyum.
Samimiyetinden başka bir değeri olmayan bu çalışmamın, 93 Harbi'nde Lofça'nın Düzdağ yaylasından Bursa'ya göçen muhterem ecdadım ile milletimin bütün mazlum ve şahitlerinin ruhlarına rahmet vesilesi olmasını Rabb'imden dilerim.
M. ERTUĞRUL DÜZDAĞ
GİRİŞ
YAZAR VE ESERİ HAKKINDA
YAZARIN HAYATI VE ŞAHSİYETİ
Eserin yazan Hüseyin Râci Efendi'nin hayatını kendi yazdıklarından öğrenebildiğimiz kadar biliyoruz. Kitabında yazdıklarına göre, yazarın babasının adı Hasan, dedesinin adı ise Mustafa'dır. Eski Zağra'da yerleşmiş bir ailenin çocuğu olduğu anlaşılıyor. Burada evi ve fırını vardır.
Eski Zağra'da müftülük ve Rüştiye Mektebi muallimliği yapmıştır. 93 Harbi sırasında müftü olmayıp yalnız muallimlik ettiği, ayrıca, dostu olan bir zattan müftü olarak bahsetmesinden anlaşılıyor. Fakat Arapça bitiş yazısında da kendisinden müftü olarak bahsetmektedir.
Rusların Eski Zağra’ya girmesinden sonra, kasabanın ileri gelenleriyle beraber hükümet konağında haps olunmuştur. Süleyman Paşa kuvvetlerinin kasabayı kurtarması üzerine serbest kalmış, hicretin başlaması ile de ailesiyle birlikte İstanbul'a göçmüştür.
Eserini son şekline koyduğu 1321 (1896) yılında yaşadığı ve kitabın oğlu tarafından yayınlandığı 1326 (1910) yılından önce vefat etmiş bulunduğu anlaşılıyor.
Yazarın, gerek hemşehrileri, gerek Edirne'deki ileri gelen zevat tarafından sevilip sayıldığı eserde anlattığı vakalardan anlaşılmaktadır.
ESERİN YAZILIŞI VE NEŞRİ
Yazar ve ailesi 1877 Ağustosunda İstanbul'a hicret etmişlerdi. Dostlarının arzusu üzerine kitabını yazdı. Maarif Vekâleti'nin de izni ile bastırılmak üzere iken Plevne'nin düşmesi (10 Aralık 1877) bu işi geri bıraktı. Bundan sonra da eser üzerinde çalışan yazar bazı ilâve ve düzeltmeler yaparak «müsait bir zamanda bastırması için» kitabını oğlu Necmi Râci'ye bıraktı (1896).
Vak'a sırasında sekiz yaşında olan oğlu Necmi Râci Bey ise kitabı ancak İkinci Meşrutiyet'in ilânından sonra, 1910 yılında başarabildi ki, bu sırada yazar —ihtimal ki yıllarönce— vefat etmiş bulunuyordu. Necmi Râci Bey, gecikme sebebinin, Sultan Abdülhamid'in istibdat idaresi olduğunu yazıyor.
ESERİN KISIMLARI VE DEĞERİ
Eser 1326 (1910) yılında basılmıştır, başka bir baskısı yoktur:
Eser üç kısımdan meydana gelmiştir;
1. Tarihçe-i Vak'a-i Zağra: Eserin üçte ikisini ve esasını teşkil eder. Hatıra şeklinde olarak Rusların Tuna'yı geçmelerinden itibaren Eski Zağra'ya gelen haberleri, kasabadaki durumu, ekseriyeti teşkil eden Bulgarların yaptıklarını, Rus işgalini, zulümleri, Süleyman Paşa ordusunun gelişini, hicreti ve göç perişanlığını anlatır. Bunların tamamı yazarın bizzat gördüğü veya duyduğu vakalardır.
2. Hercümerci Kıt'a-İ Rumeli: 93 Harbi'nîn Rumeli cephesindeki askeri harekâtı basit olarak anlatır. Bu sırada yapılan hataları ve bunların neye mâl olduğunu belirtir. Ayrıca yine hicretten ve zulümlerden bahseder. Bu kısım daha ziyâde Süleyman Paşa'yı tutan ve temize çıkarmaya çalışan bir dille yazılmış olup, tarafsızca değildir. Esasen bütün Zağralılar kurtarıcı saydıkları Paşa'yı çok sevmektedirler. Necmi Râci Bey'in kitaba yazdığı «Naşirin ifâdesinden, eserin tamamının Süleyman Paşa tarafından 1885 yılında görüldüğü anlaşılıyor. Yazar da «Müellifin İfadesi»nde «doğru sözlü bir kumandanın eseri okuyarak, yanlış ve noksanların tashihi için kendisine bilgi verdiğini» söylemektedir. Bu bakımdan eser, askerî harekâta dair olan bahislerinde tarafsız değildir.
3. Hicretnâme: 364 beyitlik manzum bir eserdir. Hicreti, yolda çekilenleri, İstanbul'da göçmenlerin hâlini, perişanlıklarını anlatır. Oldukça sâde bir dille yazılmışsa da sonuna, meâlen yaptığım serbest bir açıklamasını eklemeyi uygun buldum.
YAZARIN OĞLU NECMİ RÂCİ BEY'İN ESERİ
Yazarın oğlu Necmi Râci Bey 93 Harbi sırasında sekiz yaşında bulunduğunu ve «Neler Çektik» adındaki eserinde o zaman gördüğü olayları yazdığım «Naşirin İfadesi»nde bildirmektedir. Eski harflerimizle 20 sayfa tutan bu risaleyi gördüm: «1293 Osmanlı — Rus seferi Fecâyii Hatıratından, Neler Çektik, nâzımı; Topçu mümtaz binbaşılarından Necmi Râci, Dersaadet 1326, Hürriyet Matbaası, 20 s.»
Kitap, yazarı Necmi Râci Bey'in bir önsözü ile altı manzumeyi ihtiva etmektedir. Mühim değildir.
ESER HAKKINDA YAZILANLAR
Büyük millî şâirimiz merhum Yahya Kemal Beyatlı Bey, 5 Teşrinisani 1337 (1921) tarihinde Dergâh Mecmuası'nda yayınladığı «Balkan'a Seyahat» adlı yazısında «Tarihçe-i Vak'a-i Zağra»dan şöyle bahsediyor!
«Bir Türk gönlünde nehir varsa Tuna'dır, dağ varsa Balkan'dır. Vâkıâ, Tuna'nın kıyılarından ve Balkan'ın eteklerinden ayrılalı kırk üç sene oluyor. Lâkin bilmem uzun asırlar bile, o sularla o karlı tepeleri gönlümüzden silecek mi?
……………………
«Sabah erken Burgaz'dan kalkan tren yarı gecede Sofya'ya varıyor. Yol sahilden Filibe'ye kadar ovadan geçiyor. Şimalden bir düzine Balkan tepeleri görünüyor. İki taraf işlenmiş bir toprak. İstasyonlar gayet şık. Aydos, sonra Karinâbâd (Bulgarca Karbonat). Yanbolu tek kalan camileri ve minâreleriyle görünüyorlar. Daha sonra Yeni Zağra, ağaçları arasında kaybolmuş bir ova şehri. Daha sonra dağ eteğinde büyük bir dikili taş…. bu sütun Rusların meşhur Duranlı müsademesinde düşen askerlerine diktikleri bir âbideymiş.
………………………….
«Duranlı âbidesinden biraz sonra dağ eteğinde Eski Zağra görünüyor. Bilâ-ihtiyar Râci Efendi'yi hatırladım. Daha çocukken Recâîzâde'nin Tâlim-i Edebiyât'nda, bilmem neye misal, beş on satır okumuştum. Bu misâlin altında da bu kayıd vardı: Râci Efendi, Tarihçe-i Vak'a-i Zağra.. Türkçede bu nesir numunesi ayarında güzel bir parça görmedim. Muharrir işgale uğramış bir Türk şehrinin hapishanesinden mahpusların zincirden boşanır gibi çıkışını naklediyordu, bu kadar.
«Bu satırların ne muharririni tanıyorum, ne de hangi kitaptan alındığını biliyordum, maamafih dâima yüreğimde tesirini hissettim.
«Senelerden sonra bir gün Fatih'ten geçerken bir mahalle bakkalının camında bir kitap gözüme ilişti: Tarihçe-i Vak’a-i Zağra, müellifi Râci Efendi. Kapta bir kıt'a vardı ki hatırımda kalan ilk mısraı bu idi:
«Azizi vakt idik a'dâ zelîl kıldı bizi!
«Kitabı satın aldım. Bu kıraatin teessürü iliklerime kadar geçti. Zağra müftüsü Râci Efendi doksanüçte, General Gurko'nun Eski Zağra'ya ilk defa nasıl girdiğini, müslümanların çoluk çocuk, kadın, ihtiyar nasıl kesildiklerini, sonra Süleyman Paşa ordusunun melekü'ssiyâne gibi yetişip Eski Zağra'yı nasıl kurtardığını, müslümanların cehennemi bir matemden birden bire delice bir sevince nasıl geçtiklerini, mağlûbiyetten sonra da ikinci ve son felâketi, İstanbul'a doğru o acıklı hicreti bütün sahneleriyle naklediyordu.
«Lâkin nasıl temiz, yavaş ve duygulu bir naklediş... Tarihçe-i Vak'a-i Zağra'yı Fâlih Rıfkı gibi Türk nâşirlerine gösterdim. Onlar benden ziyâde hayran oldular. Bu kitap Türklerin vatan edebiyatında en samimî, yüksek bir şaheseridir. Onun için de okunmaz!
«Samimi bir eserin ne yaman bir kudreti vardır. Eski Zağra'ya Râci Efendi'nin çizdiği levha hâricinde bakamadım. Şehirde bir iki cami ve minare kalmış; lâkin müslümanlık daha o darbede bir defa dağılmış, ondan sonra da ana vatana hicret etmiş.
«Şimdi 93'ü hatırlar gibi düşüngen duruyor. Eski Zağra'dân sonra irili ufaklı bazı köyler, istasyonlar daha, en nihayet Filibe ovası……» (1)
Günümüzün yazarlarından olup, yakın tarihimiz üzerindeki tetkikleri ve mühim neşriyatı ile temayüz eden Kadir Mısıroğlu Bey de, 1972 de yayınladığı iki ciltlik «Moskof Mezâlimi» adlı eserinin ikinci cildine Tarihçe-i Vak'a-i Zağra dan bazı parçalar almıştır.
Sadeleştirilerek yapılan bu nakiller otuz sayfayı bulmaktadır ve kitabın yeni yazı ile yapılan ilk tanıtılmasıdır.
(1) Yahya Kemal: Çocukluğum, Gençliğim, Siyâsi ve Edebi Hâtıralarım. İstanbul 1973, s. 146 — 149, Eser, Yahya Kemal Enstitüsü tarafından yayınlanmakta olan Yahya Kemal Külliyatının onuncu kitabı olarak neşr edilmiştir.
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"