34 — İKİNCİ CİLD, 19. cu MEKTÛB
Bu mektûb, Mîr Muhibbullaha yazılmışdır. Sünnet-i seniyyeye yapışmağı ve bid’atlerden sakınmağı bildirmekdedir:
Allahü teâlâya hamd olsun! Onun Peygamberlerine salât ve size düâlar ederim. Kıymetli kardeşim seyyid Mîr Muhibbullah! Buradaki fakîrlerin hâlleri, gidişleri çok iyidir. Bunun için Allahü teâlâya sonsuz hamd etmek lâzımdır. Sizin de selâmetiniz için ve hâlinizin değişmemesi için ve doğru yolda ilerlemeniz için Allahü teâlâya düâ ederim. Bu günlerde, ne hâlde bulunduğunuzu bildirmediniz. Mesâfenin uzaklığı, haberleşmeyi güçleşdiriyor. Nasîhat vermek, dînimizin birinci vazîfesidir ve Peygamberlerin en üstününe uymakdır “Ona ve hepsine üstün düâlar ve selâmlar olsun!”. Ona uymak için Onun sünnetlerini, ya’nî bütün emr ve yasaklarını yerine getirmek ve Onun beğenmediği bid’atlerden sakınmak lâzımdır. O bid’atler, gecenin karanlığını yok eden, tan yerinin ağarması gibi parlak görünseler de hepsinden kaçmak lâzımdır. Çünki, hiçbir bid’atde nûr yokdur, ışık yokdur. Hiçbir hastaya şifâ yokdur. Hiçbir hastaya ilâc olamazlar. Çünki, her bid’at, yâ bir sünneti yok eder, yâhud sünnetle ilgisi olmaz. Fekat, sünnetle ilgisi olmıyan bid’atler, sünnetden aşırı, artık oldukları için, sünneti yok etmiş olmakdadırlar. Çünki, bir emri emr olunandan ziyâde yapmak, bu emri değişdirmek olur. Bundan anlaşılıyor ki, nasıl olursa olsun, her bid’at sünneti yok etmekdedir. Sünnete ters düşmekdedir. Hiçbir bid’atde iyilik ve güzellik yokdur. Keşki bilseydim ki, kâmil olan bu dinde ve Allahü teâlânın râzı olduğu islâmiyyetde, ni’metler temâm oldukdan sonra, ortaya çıkan bid’atlerden ba’zılarına, nasıl olmuş da güzel demişler? Bunlar niçin bilmemişler ki, birşey yükseldikden, temâm oldukdan, beğenildikden sonra, buna yapılacak eklemeler güzel olamaz. Hak olan, doğru olan birşeyde yapılacak her değişiklik, dalâlet ve sapıklık olur. Kâmil olan, temâm olan bu dinde sonradan meydâna çıkarılan birşeye güzel demenin, dînin kemâle ermediğini göstereceğini ve ni’metin temâm olmadığını bildireceğini anlamış olsalardı, hiçbir bid’ate güzel diyemezlerdi. Yâ Rabbî, unutduğumuz ve yanıldığımız şeyler için bizleri hesâba çekme! Size ve yanınızda olanlara selâm ederim.
[Sünnet kelimesinin dînimizde üç ma’nâsı vardır: (Kitâb ve sünnet) birlikde söylenince, kitâb, Kur’ân-ı kerîm, sünnet de, hadîs-i şerîfler demekdir. (Farz ve sünnet) denilince, farz, Allahü teâlânın emrleri, sünnet ise, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” sünneti, ya’nî emrleri demekdir. Sünnet kelimesi yalnız olarak söylenince, islâmiyyet, ya’nî bütün ahkâm-ı islâmiyye demekdir. Fıkh kitâbları böyle olduğunu bildiriyor. Meselâ (Kudûrî muhtasarı)nda (Sünneti en iyi bilen imâm olur) diyor. (Cevhere) kitâbında burayı açıklarken (Sünnet demek, burada ahkâm-ı islâmiyye demekdir) diyor. Yetmişdördüncü maddenin sonuna bakınız!
Kalbi temizlemek için islâmiyyete uymak lâzım olduğu anlaşıldı. İslâmiyyete uymak da, emrleri yapmakla ve yasaklardan ve bid’atlerden sakınmakla olur.
Bid’at, dinde sonradan yapılan şey demekdir. Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” ve dört halîfesinin “radıyallahü anhüm” zemânlarında bulunmayıp da, onlardan sonra, dinde meydâna çıkarılan, ibâdet olarak yapılmağa başlanan şeylerdir. Meselâ, nemâzlardan sonra hemen (Âyet-el-kürsî) okumak lâzım iken, önce (Salâten tüncînâ)yı ve başka düâları okumak bid’atdir. Bunları, (Âyet-el-kürsî)den ve tesbîhlerden sonra okumalıdır. Nemâzdan, düâdan sonra secde edip de kalkmak bid’atdir. Ezânı ho-parlörle okumak bid’atdir. Ho-parlör, ses çıkaran bir âletdir. Lugat kitâblarında, meselâ (Müncid)de diyor ki, (Ses çıkaran âletlere (Mizmâr) denir). Ho-parlör, mizmârın bir nev’idir. (Hâd-id-dâllîn)de diyor ki, (Ebû Nu’aym İsfehânînin (Hilyetül-Evliyâ)sında yazılı hadîs-i şerîfde, şeytâna (Senin müezzinin mizmârdır) buyuruldu). Ho-parlör ile okunan ezânın, şeytân ezânı olduğu, bu hadîs-i şerîfden anlaşılmakdadır. Dinde yapılan her değişiklik ve reform bid’atdir. Yoksa, çatal, kaşık, boyun bağı kullanmak, kahve, çay, tütün içmek bid’at değildir. Çünki, bunlar ibâdet değil, âdetdir ve mubâhdırlar. Harâm değildirler. Bunları yapmak, dînin emr etdiği şeyi terk etmeğe veyâ nehy [yasak] etdiği şeyi yapmağa sebeb olmazlar. (Hadîka-tün-nediyye)de diyor ki, (Bid’at, dinden olmıyan, ibâdet olmıyan, âdet olan birşey ise, dînimiz bunu red etmez. Yimekde, içmekde, elbisede, seyrü sefer vâsıtalarında ve binâ, mesken, ev işlerinde, ibâdet yapmak, ya’nî Allahü teâlâya tekarrüb niyyet etmeyip, yalnız dünyâ işi düşünülürse, bunlar bir ibâdeti yapmağa mâni’ olmadıkça veyâ bir harâmı işlemeğe sebeb olmadıkça, bid’at olmazlar. Dînimiz bunları men’ etmez). Bid’at üç dürlüdür:
1 — İslâmiyyetin küfr alâmeti dediği şeyleri zarûret olmadan kullanmak, en kötü bid’atdir. Dâr-ül-harbde kâfirlere hud’a olarak kullanmak câiz olur denildiği (Berîka)da, 467. ci sahîfede ve (Mecmâ’ul-enhür)ün 696. cı sahîfesinde yazılıdır.
2 — Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” bildirdiklerine uymıyan inanışlar da kötü bid’atdir.
3 — İbâdet olarak yapılan yenilikler, reformlar, amelde bid’at olup büyük günâhdır. Âlimler, ameldeki, ibâdetdeki bid’atleri ikiye ayırmışlar, hasene ve seyyie demişlerdir. İmâm-ı Rabbânî “rahmetullahi aleyh” âlimlerin hasene dedikleri bid’atlere bid’at dememiş, sünnet-i hasene demişdir. Bid’at-i seyyie dediklerine bid’at demiş, bunları çok kötülemişdir. Vehhâbîler ise, hasene denilen, beğenilen bid’atlere de, seyyie demiş, bunları yapanlara kâfir, müşrik demişlerdir. Üçüncü kısmda birinci maddeye bakınız!]
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"