Filistin’de bulunan, Mûseviler, Hıristiyanlar ve Müslümanlarca mukaddes kabul edilen ve Mescid-i Aksa’nın bulunduğu şehir. Çeşitli kaynaklarda Yeruşalayim, Jerusalem, Uruşelim, Yerusalim, Makdis, Beyt-ül-Mukaddes, Beytül-Makdis, İlya ve Eyliyâ isimleriyle de zikr edilen Kudüs dünyanın eski şehirlerindendir.
Kudüs şehrinin kimler tarafından ve hangi tarihlerde kurulduğu kesin olarak bilinmemektedir. Ancak Nuh "Aleyhisselâmın" torunu ve Ham’ın oğlu Ken’an’ın neslinden gelen Ken’anîlerin kurduğu bir site olduğu zan edilmektedir.
Ken’anîler bu bölgeyi ele geçirdikten sonra şimdiki şehrin yukarısında bulunan Sahiyun tepesinde Yebhus ismiyle bir kasaba kurdular. Bu kasaba büyüyerek site şehri hâlini aldı. Kitâb-ı Mukaddes’e göre İbrâhim "aleyhisselâm" Salem kralı Ken’anlı Melkisedele ile burada karşılaştı. İbrâhim aleyhisselamın oğlu İshak ve torunu Yâkub "aleyhisselam", içinde Kudüs şehrinin de bulunduğu Ken’an diyarında yaşadılar. Bu bölgenin insanlarına Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlattılar. Bir ismi de İsraîl olan Yâkub aleyhisselâm, oğlu Yûsuf "aleyhisselâm" Mısır’a Mâliye nâzırı olunca diğer oğullarıyla birlikte, Kudüs’ün bulunduğu bölge olan Ken’an diyarından ayrılıp Mısır’a gitti ve oraya yerleşti. Yâkub aleyhisselâmın on iki oğlunun neslinden gelen ve İsrâiloğulları adıyla anılan insanlar Mısır’da kaldılar. Önce Mısır’da rahat bir hayat süren İsrâiloğulları sonradan Fir’avn adı verilen Mısır krallarının zulmü altında yaşadılar. İsrâiloğullarının Mısır’da bulunduğu sırada Kudüs ve diğer Filistin şehirlerinde Amâlikalılar adı verilen ve putlara tapan bir kavim yaşıyordu.
Mûsâ "aleyhisselâm" kardeşi Hârûn "aleyhisselam"la birlikte İsrâiloğullarını Allahü teâlânın emriyle Fir’avn’ın zulmünden kurtarıp Mısır’dan çıkardılar. İçinde Kudüs’ün de bulunduğu Arz-ı Mev’ûd denilen bölgeye götürmek üzere yola çıktılar. Fakat İsrâiloğulları taşkınlık yapıp Mûsâ "aleyhisselâmı" dinlemediler. Arz-ı Mev’ûd’da zâlim ve kuvvetli hükümdarların bulunduğunu ileri sürerek Mûsâ aleyhisselâmla birlikte harbe gitmekten çekindiler. Allahü teâlâ hazret-i Mûsâ’nın bedduası üzerine İsrâiloğullarına kırk yıl Arz-ı Mev’ûd’a girmeyi haram kıldı. İsrâiloğulları kırk sene yersiz, yurtsuz, vatansız bir şekilde Tih sahrasında şaşkın şaşkın dolaşıp durdular. Mûsâ aleyhisselâmın vefâtından sonra Mûsâ aleyhisselâmın yeğeni ve halifesi olan Yûşâ bin Nûn "aleyhisselâm" İsrâiloğullarını Arz-ı Mev’ûd’a götürdü. Amâlikalılarla ve diğer yerli kavimlerle uzun müddet muhârebe ederek Eriha, Kudüs gibi şehirlerin bulunduğu Filistin, Ürdün ve Şam topraklarını ele geçirdi. İsrâiloğullarını bu beldelere yerleştirdi. Yâkub aleyhisselâmın oğullarından Yehûda’nın ve Bünyamin’in neslinden gelenler Kudüs ve çevresinde yerleştiler.
Zaman zaman kendilerine gönderilen peygamberlere isyan eden İsrâiloğulları diğer kavimlerin esâreti altına düştüler. Daha sonra Dâvûd aleyhisselâm hükümdâr oldu. Kudüs’ü tekrâr aldı. Böylece İsrâiloğullarının en parlak zamanı başladı. Bir müddet sonra Allahü teâlâ Dâvûd aleyhisselâma peygamberlik vâzifesini verdi. Hem peygamber, hem hükümdâr olan Dâvûd aleyhisselâm Kudüs’de Mescid-i Aksâ’nın inşâsını başlattı. Mescidin temelini attı, bir adam boyu kadar yükselince inşaatın tamamlanmasını oğlu Süleyman aleyhisselâma vasıyyet etti. Dâvûd aleyhisselâmın vefâtı üzerine 12 veya 13 yaşında sultan, daha sonra peygamber olan Süleymân aleyhisselâm babasının hazırlattığı temeller üzerine Mescid-i Aksa’yı (Beyt-i Makdis’i) yaptırdı. Bu ma’bedi yedi yılda pek sanatkârâne inşâ ettirdi. Sonra usta ve mühendislere on iki mahallesi olan Kudüs şehrini yaptırdı. Her mahalleye İsrâiloğullarından bir kabîle yerleştirdi. Saraylar inşâ ettirip Kudüs’ün etrâfını surlarla çevirten Süleyman aleyhisselâm, Mûsâ aleyhisselâmdan beri nesilden nesile geçerek gelen içinde Tevrat’ın on emri yazılı olduğu levhaların ve kutsal emânetlerin bulunduğu Tâbut-ı Sekîneyi yâni Mukaddes sandığı Mescid-i Aksa’ya (Beyt-ül-Makdis’e) bir odaya yerleştirdi.
On iki kabîleye ayrılmış olan Yahûdiler Süleyman aleyhisselâmın vefâtından sonra iki devlete ayrıldılar. On kabîle İsrâil Devletini, diğer iki kabile ise Yehûda Devletini kurdular. Azgınlaşarak, hak yoldan ayrılıp taşkınlık ettiler. Kendilerine gönderilen birçok peygamberi şehid ettiler. Gadab-ı İlâhiye uğradılar. İsrâil Devleti M.Ö. 721’de Asûriler, sonra da Yehûda Devleti M.Ö. 586’da Bâbilliler tarafından yıkıldı. Bâbil hükümdârı Buhtunnasar Kudüs’ü işgâl etti, şehri yakıp yıktı. Yahûdîlerin çoğunu öldürdü. Kalanlarını da Bâbil’e sürdü. Buhtunnasar’ın Kudüs’ü yağmalaması, esnâsında hakîki Tevrat ve Zebûr yakılıp yok edildi. İran hükümdârı Şireveyh, Bâbillileri yenince Yahûdîlerin tekrar Kudüs’e dönmelerine izin verdi. İsrâiloğulları M.Ö. 520’den sonra Mescid-i Aksa’yı yeniden tamir ettiler ve Kudüs şehrini imâr ettiler. Bâbil’e götürülenler arasında bulunan ve hakîkî Tevrât’ı ezbere bilen Uzeyr aleyhisselâm Tevrât’ı ve emirlerini İsrâiloğullarına anlattı. Fakat taşkınlık gösteren İsrâiloğulları, Uzeyr aleyhisselâma Allah’ın oğlu dediler. Daha sonra da Tevrât’a ve Zebûr’a birçok yabancı parçalar ve hurâfeler eklediler. Mûsâ aleyhisselâmdan beri gelen hak dîni bozdular. Allahü teâlânın gadâbına uğradılar. Önce Perslerin sonra da Makedonyalıların esâreti altında yaşadılar. M.Ö. 63 senesinde, Romalı kumandan Pompey, Yahûdîleri dağıttı. Kudüs’ü ve Mescid-i Aksa’yı yakıp, yıktı. Böylece Kudüs ve Yahûdîler Romalılar Devleti hâkimiyetine girdiler. M.Ö. 20 veya 24’te Romalıların, İsrâiloğulları soyundan gelen Filistin Vâlisi Herod, Mescid-i Aksa’yı (Beyt-i-Makdis’i) Süleyman aleyhisselâmın yaptırdığı ölçüleri daha da genişleterek yeniden yaptırdı. Kudüs şehrini de tekrar imâr ettirdi.
Kudüs Romalıların idâresi altındayken, insanları ıslâh için Allahü teâlâ tarafından gönderilen İsâ "aleyhisselâmın" peygamberliğini kabûl etmediler. Annesi hazret-i Meryem’e de iftirâ ettiler. İsâ aleyhisselâm Romalıların Yahûdî asıllı Filistin valisine, halkı Romalılar aleyhine kışkırtıyor” diyerek şikâyet ettiler. Vâli Îsâ aleyhisselâmı yakalatıp Haç’a gerilmesini emretti. Fakat Allahü teâlâ Nisâ sûresi 156-158. âyetlerinde bildirildiği gibi onu gökyüzüne kaldırdı. İsrâiloğulları daha sonra Roma hakimiyetine karşı isyan ettiler. M.S. 70 senesinde Romalı komutan Titüs Kudüs’ü tamâmen yakıp yıkarak şehri virâneye çevirdi. Beyt-i mukaddes (Mescid-i Aksa) de yandı. Sadece batı duvarı kaldı. “Ağlama Duvarı” adı verilen bu duvar yüzyıllarca Yahûdîlerdeki millî ve dînî şuuru ayakta tutmuştur. Bu tahrib ile Kudüs’ün Mûsevilere ait ma’muriyeti son buldu.
Titüs’ün katliâm ve zulmünden sonra Yahûdîler Kudüs ve çevresinden çıkarıldılar. Esir edilerek Romalıların emrinde çalıştırılmak üzere Mısır’a ve dünyânın diğer yerlerine sevk edildiler. Daha sonra tekrar Filistin’de toparlanıp Romalıların hakimiyetine karşı M.S. 132-135 senelerinde tekrar ayaklandılar. Ayaklanmanın bastırılması sırasında tamamen yakılıp yıkılan ve yerle bir edilen Kudüs şehrine Yahûdîlerin girişi yasaklandı. Roma İmparatoru Hadrianus şehrin yıkıntıları üzerinde Colonia Aelia Copitolina adlı bir pagan sitesi kurdurdu. Mescid-i Aksa’nın yerinde de tanrı Jüpiter için bir tapınak yaptırdı.
Hıristiyanlığın yayılması ve Bizans imparatorlarının Hıristiyanlığı kabûl etmeleri üzerine, Bizans imparatorları Mescid-i Aksa’yı tâmir edip Kudüs’ü îmâr ettiler. İmparatorluğun hâkimi durumunda olan Hıristiyanlar için mukaddes bir şehir hüviyetine giren Kudüs’te hazret-i Meryem’in hazret-i Îsâ’nın ve havârilerin hatıralarına birçok kiliseler yaptırdılar. Kudüs, Hıristiyanların dînî merkezi hâline geldi. Hıristiyanlar hac için Kudüs’e gelip kutsal yerleri ziyâret ettiler.
İslâmiyetin ilk yıllarında Müslümanlar Kudüs’de bulunan Mescid-i Aksa’ya yönelerek namaz kıldılar. Peygamber efendimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" de Mîrâc’a giderken Kudüs’den göke yükseldi.
Kudüs 614 senesinde Sâsânîler tarafından istilâ edildi. Sâsâniler kadın ihtiyar, çocuk demeden Kudüs ahâlisini kılıçtan geçirdiler ve kiliseleri tahrib ettiler. Sâsâniler daha sonra geri çekildiler. 638 (H.16) senesinde hazret-i Ömer Kudüs’ü muhasara etti. Hıristiyanlar cizye vermeyi kabul ederek Müslümanların himâyesine girdiler. Hazret-i Ömer’e Kudüs’ün anahtarlarını bizzat kendileri teslim ettiler. Böylece kendi devletleri olan Bizans’ın ağır vergi ve işkencelerinden eziyet ve cefalarından ve zulümlerinden kurtuldular. Çok kısa zamanda düşman zan ettikleri Müslümanlardaki adâlet ve merhameti açıkça gördüler. İslâmiyetin iyilik ve güzelliği emr eden, insanları dünya ve âhiret seâdetine kavuşturan bir din olduğunu anladılar. En küçük bir zorlama olmadan bölük bölük, mahalle mahalle İslâmiyeti kabul ettiler.
Kudüs’ü fethedip İslâm topraklarına katan hazret-i Ömer "radıyallahü anh" Hıristiyanların; “İstediğiniz bir kiliseyi kendinize mâbed olarak seçiniz.” şeklindeki tekliflerini kabul etmedi. İlk namazı kilise dışında bir yerde kıldı. Çok zamandan beri çöplük haline gelmiş harâb bir halde bulunan Heykel-i mukaddes denilen mahalli (Beyt-i mukaddes mahalli) temizleyip buraya büyük ve güzel bir câmi yaptırdı.
Hazret-i Ömer "radıyallahü anh", İlya (Kudüs) ahalisine şöyle bir emân mektubu verdi;
“İşbu mektub Müslümanların emîri Abdullah Ömer’in İlya ahâlisine verdiği emân mektubudur ki, onların varlıkları, hayatları kiliseleri, çocukları, hastaları, sağlam olanları ve diğer bütün milletler için yazılmıştır. Şöyle ki:
Müslümanlar, onların kiliselerine zorla girmeyecek, kiliseleri yakıp yıkmayacak, kiliselerin herhangi bir yerini tahrîb etmeyecek, mallarından bir tanecik bile almayacak, dinlerini ve ibâdet tarzlarını değiştirmeleri ve İslâm dînine girmeleri için kendilerine karşı hiç bir zor kullanılmayacak. Hiçbir Müslümandan en ufak bir zarar bile görmeyecekler. Eğer kendiliklerinden memleketten çıkıp gitmek isterlerse varacakları yere kadar canları, malları, ırzları üzerine emân verilecektir. Eğer burada kalmak isterlerse tamâmen temînât altında olacaklar. Yalnız İlya (Kudüs) ahâlisinin verdiği cizyeyi (gelir vergisini) vereceklerdir. Eğer İlya halkından bâzıları, Rum halkı ile birlikte, âile ve malları ile birlikte berâber çıkıp gitmek isterlerse ve kiliselerini ve ibâdet yerlerini boşaltırlarsa, kiliseleri ve varacakları yere kadar canları, yol masrafları ve malları üzerine emân verilecektir. Yerli olmayanlar ister burada otursunlar, isterlerse gitsinler, ekin biçme zamanına kadar onlardan hiçbir vergi alınmayacaktır. Allahü Âzimüşşânın ve Resûlullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) emirleri ve İslâm halifelerinin ve umum Müslümanların verdiği sözler bu mektubda yazılı olduğu gibidir.”
Kudüs’e ilk yerleşen Müslümanlar Medîneliler oldu. Eshâb-ı kirâmdan Ubâde bin Sâmit "radıyallahü anh" Kudüs’ün ilk vâli ve kâdısı oldu. Hazret-i Osman’ın halifeliği sırasında Kudüs’ün zengin sebze tarımından elde edilen geliri fakir halk için tahsis edildi. Emevîler devrinde hazret-i Muâviye ilk olarak burada halife olarak tanındı. Emevî halifelerinden Abdülmelik bin Mervân, Peygamber efendimizin Mîrâc’a yükselirken üzerine bastığı ve üzerinde mübârek ayak izi bulunan Hacer-i muallakın üzerine Kubbet-üs-sahra Camisini yaptırdı. Mescid-i Aksa ve Dârülimâre gibi yapıları ve Kudüs’e giriş kapılarını tâmir ettirdi. Emevi Halifesi Süleyman bin Abdülmelik ve diğer Emevi halifeleri de Kudüs’ün îmârı için gayret gösterdiler. Altıncı Emevi Halifesi El-Velid Mescid-i Aksa’yı bugünkü hâline benzeyen şekliyle yeniden yaptırdı. Emevi Halifesi İkinci Mervan bin Muhammed’e karşı çıkan bir isyan sırasında Kudüs şehri tahrib edildi. Daha sonra meydana gelen bir zelzelede de Kudüs şehri hasar gördü.
Abbâsîler zamanında da Kudüs’ün îmârına îtina gösterildi. Abbâsi halifeleri El-Mansur, El-Mehdî ve El-Me’mûn Kudüs’ü ve Mescid-i Aksa’yı tâmir ettiler. Abbâsilerin siyâsî otoritesi zayıflayınca, Kudüs önce Tulûnoğulları, daha sonra Eshâb-ı kirâm düşmanı Fâtımîlerin hâkimiyeti altına girdi. Fâtımîler Ehl-i sünnet Müslümanlara zulüm ve işkence yaptıkları gibi Hıristiyan ve Yahûdîlere de işkence yaptılar. Hıristiyanların kiliselerini ve Yahûdîlerin mâbedlerini yıktılar. Selçuklular Fâtımi hâkimiyetine son verdikten sonra, Selçuklu komutanı Atsız, Kudüs’ü 1070 senesinde Fâtımîlerden aldı. Kudüs halkı Atsız’a başkaldırınca Atsız burayı tekrar kuşatıp şehri ele geçirdi. Fakat Atsız Selçuklu hükümdârı Tutuş tarafından îdâm edilerek Kudüs bir Türkmen zabitinin oğlu olan Sukman’a teslim edildi. 1096 senesinde Fâtimî Sultanı El-Müsta’li Kudüs’ü ele geçirdiyse de 15 Temmuz 1099’da Haçlılar istilâ ettiler. Kudüs’ü yakıp yıktılar. Pekçok Müslümanı kadın, çocuk ve ihtiyar demeden kılıçtan geçirdiler. Bu arada Mescid-i Aksa’yı yağmalayıp, tepelerine haçlar diktiler. İçerisine heykeller koyarak kiliseye çevirdiler. Sultan Selâhaddin-i Eyyûbî 1187 (H.583) senesinde Kudüs’ü Haçlılardan kurtarıp Mescid-i Aksa’dan haçları ve putları kaldırttı. Eski hâline getirip yeni bir mihrâb yaptırdı. Selâhaddîn-i Eyyûbî Kudüs halkına çok iyi davrandı. Vergileri indirdiği gibi, Haçlıların kilise hâline çevirdikleri câmileri eski durumlarına getirdi. Selâhaddîn Eyyûbî’den sonra Eyyubîler arasında siyâsî anlaşmazlıklar baş gösterdi. Hıristiyanlar bu durumu fırsat bildiler. Şam ve Mısır Eyyûbileri arasındaki anlaşmazlıkta Şam tarafını tercih ettiler. Bu sayede 1244 senesinde Kudüs tekrar Hıristiyanların eline geçti. Mısır Eyyûbî Hükümdarı Es-Sâlih Necmeddîn Harezmlileri yardıma çağırdı. Harezmliler Sûriye’yi baştan başa geçerek Kudüs’ü ele geçirdiler. Böylece Kudüs Mısır Eyyûbîlerinin hâkimiyetine girdi. Bundan sonra Kudüs Müslümanlar elinde kaldı. Fakat daha sonra Moğolların istilâsına uğrayan Kudüs harabe hâline geldi. Mısır’da Eyyûbî Devletinin yerine Memlûkler geçince, Moğolları geri püskürtüp Kudüs’ü de işgalden kurtardılar. Memlûkler döneminde Sultanın naibi tarafından idâre edilen Kudüs bir ilim ve irfan merkezi hâline geldi. Memlûk Sultanları Kudüs’ün îmârına önem verdiler. Sultan Baybars, Mescid-i Aksa’yı tamir ettirerek şehrin kuzey-batısında fakirleri barındırmak üzere bir han yaptırdı. Sultan Nasîrüddîn Muhammed Mescid-i Aksa’nın arka kısmını mermer ile kaplattı. Mihrabın yanlarına iki pencere açtırdı. Harem’in yükseltilmiş kısmının kuzey tarafındaki sütunları ve Pamukçular kapısını tâmir ettirdi. Harem’deki iki mâbedin kubbelerini yaldızlattı.
Bir yıldırım düşmesi neticesinde yanarak yıkılan Kabbe-üs-Sahrâ Câmiinin kubbesini sultan Çakmak tâmir ettirdi. Sultan Eşref Kayıtbay Harem’in yüksek kısmı ile bunun batı duvarı arkasında bir çeşme yaptırdı. Mescid-i Aksa’nın Zincirler kapısı yanında bir medreseyi genişletti ve şehrin su yollarını tâmir ettirdi.
Kudüs şehri 1517 senesinde Yavuz Sultan Selîm Han tarafından Osmanlı topraklarına katıldı. Kânûnî Sultan Süleyman Kudüs’ün surlarını yaptırdı ve Kubbet-üs-Sahrâ Camiinin mozayik kaplamalarını kaldırtarak, yeşil ve sarı ile karışık mavi çini ile kaplattı. Duvarın alt kısımlarına mozayik yerine mermer kaplattı. Şehre dört büyük çeşme inşâ ettirdi.
Kubbet-üs-Sahrâ Camiinin ve Kudüs surlarının bugünkü hali Kânûnî zamanından kalmadır. Sultan İkinci Mahmûd Han Kubbet-üs-Sahrâ Câmiinin yaldızlarını yeniletti ve câmiyi dışarıdan tâmir ettirdi.
Fransa kralı Napoleon Bonaparte Akka kalesini kuşattığı zaman bir kısım Fransız kuvvetlerini de Kudüs üzerine sevk etti. Fakat Fransızlar Türk kuvvetlerine yenilerek geri çekildiler. Daha sonra Kavalalı Mehmed Ali Paşanın hakimiyetinde kaldı. Sultan Abdülmecîd Hanın tahta geçmesini müteâkip, 1840 senesinde yapılan bir andlaşmayla Kavalalı Mehmed AliPaşa Kudüs’ten çekildi. Osmanlı hâkimiyeti Birinci Dünyâ Harbine kadar devâm etti. Harbin son safhasına kadar Osmanlı hakimiyetinde kalan ve müstakil bir mutasarrıflığın merkezi olan Kudüs, Aralık 1917 târihinde İngilizler tarafından işgâl edildi. Harp sona erince Birleşmiş Milletler Cemiyeti tarafından İdâri vekâleti İngiltere’ye verilerek Filistin’e bağlı kaldı. Şehirde Araplar ile Yahûdîler arasında birkaç defa şiddetli çatışmalar oldu. Bu arada Yahûdî topluluğun yerleşip, yayılma çabaları da hızlandı. Kudüs 29 kasım 1947’de Birleşmiş Milletler Cemiyeti tarafından Milletlerarası bir statüye kavuşturuldu. Bu kararı Yahûdîler benimsedi, fakat Araplar karşı çıktı. Bu yüzden iki topluluk arasında şiddetli çarpışmalar meydana geldi.
14 Mayıs 1948’de İngiltere Kudüs üzerindeki koruma rejimine son verdi. Aynı gün İsrâil Devleti kuruldu. İsrâil Devleti Kudüs’ü de içine alırken, Ürdün, Filistin’in geri kalan bölümünü eski Kudüs şehriyle birlikte ilhak etti. Bir müddet sonra İsrâil hükümetinin birkaç bakanlığı Kudüs’e taşındı. 1967 Arap-İsrail (altı gün) savaşı sırasında Kudüs’ün Ürdün kesimi İsrâil birlikleri tarafından işgal edildi.
Kudüs’de bulunan masum ve korumasız Müslüman-Araplara hergün akla gelmedik işkence ve zulüm yapıldı. İsrâil parlamentosunun 30 temmuz 1980 târihli kararıyla Birleşik Kudüs İsrâil’in başkenti îlân edildi. Günümüzde aynı durum devam etmektedir.
Filistin’in en eski şehirlerinden olan Kudüs, Akdeniz sâhilindeki Yafa’nın 72 km doğusunda Lût Gölünün 38 km kuzeybatısında, 31° 46’ kuzey enlemi ve 35° 15’ doğu boylamının birleştiği noktada yer almıştır. Kuzeye doğru yükselen ve genişleyen dalgalı ve dağlık bir zemin üzerinde kurulmuştur. Yüzölçümü 109 km2dir. İklimi yarı astropikaldir. Yazlar sıcak ve kurak, kışlar serin ve yağışlı geçer. Kudüs, eski şehir ile dış mahallelerden meydana gelmiştir. 12 m yükseklikte ve 4 kilometre kadar uzunlukta bir sur, yaklaşık bir dikdörtgen sahayı işgâl eden eski şehrin etrâfını kuşatır. Kuzeydeki Şam kapısı ile, batıdaki Yafa kapısından başlayan iki ana cadde şehrin yaklaşık ortasında birbirini keserek eski Kudüs’ü dört kısma ayırır. Kuzeydoğuda Müslüman mahallesi, güneydoğuda Yahûdî mahallesi, kuzeybatıda Hıristiyan mahallesi, güneybatıda Ermeni mahallesi yer almıştır. Mûsevîlerin, Hıristiyanların ve Müslümanların mukaddes saydığı yer ve makamlar, eski Kudüs’ün doğu kenarında, şehirden duvarlar ile ayrılmış 300x480 m genişliğinde bir sahanlık üzerinde yer alır. Buraya Harem-i şerif veya Harem adı verilmektedir.
Başlıca caddeler haricinde, eski Kudüs’ün sokakları dar ve dolambaçlı, evler umûmiyetle taştan yapılmıştır. Kudüs’ün dış mahalleleri umumiyetle batı ve kuzey-batı istikâmetinde yayılmıştır. Bu mahalleler 19. yüzyılın ortalarından îtibâren Musevî göçmenler tarafından kurulmuş, bilhassa 1920’den sonra çok gelişerek gerek saha, gerek nüfus bakımından eski Kudüs’ü fazlası ile aşmıştır.
1948 senesinde Kudüs’ün nüfûsunun ekseriyetini Yahûdîler teşkil ediyordu. 100.000 Yahûdîye karşılık 40.000’i Müslüman, 25.000 Hıristiyan olmak üzere 65.000 Arap nüfûsu vardı. 1977 senesinde Kudüs’ün 376.000 olan nüfûsunun 70.000’ini Araplar teşkil ediyordu. Bu Arapların 10.000’ini Hıristiyanlar teşkil ediyordu. Günümüzde Kudüs’ün nüfusu yeniden hızla artmaktadır. Rusya başta olmak üzere İsrail’e göç eden Yahûdîler Kudüs’e yeni yerleşim merkezlerine hızla yerleştirilmektedir.
Kudüs’te temel istihdam sahası devlet ve kamu kurumlarıdır. Ayrıca bankacılık, maliye ve sigortacılık merkezi olan Kudüs’te ağır sanâyi gelişmemiştir. Elmas kesimi ve cilalanması, basın ve yayın, ev âletleri, mobilya, kimyâsal maddeler ve ilaç üretimi ve el sanatları Kudüs’deki küçük sanayi kollarını teşkil etmektedir.
Üç büyük dînin de kutsal saydığı Kudüs’deki kutsal yerlerden ve dînî topluluklardan Din İşleri Bakanlığı sorumludur. Kutsal yerlerin idâresi, korunması ve bakımı her dînin yetkililerince yerine getirilmektedir. Kudüs’de bulunan İbrânî Üniversitesi ülkenin en önemli yüksek öğretim kurumudur.
Kaynak: Yeni Rehber Ansiklopedisi Cilt 12 s. 257-262
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"