Unutulmuş olan din bilgilerini meydana çıkaran, dîni bid’at ve hurâfelerden (dinde sonradan ortaya çıkarılan şeylerden) temizleyen, dîni kuvvetlendiren. Müceddid lügatte yenileyici demektir.
İlk Peygamber hazret-i Âdem’den sonra, insanlara her bin senede yeni din getiren bir resûl (peygamber) gelir, evvelki dinde yapılan değişiklikleri bildirirdi. Her yüz senede ise bir nebî (peygamber) gelir, din sâhibi peygamberin getirdiği dîni değiştirmez, kuvvetlendirirdi. Son peygamber Muhammed aleyhisselâm gelinceye kadar böyle devâm etti. O’nun getirdiği İslâmiyet son din oldu.
Kur’ân-ı kerîmde Âl-i İmrân sûresi seksen beşinci âyetinde meâlen; “Muhammed’in (aleyhisselâm) getirdiği İslâm dîninden başka din isteyenlerin dinlerini Allahü teâlâ sevmez ve kabûl etmez. İslâm dînine arka çeviren, âhirette ziyan edecek, Cehenneme girecektir.” buyruldu.
İslâm dîni, kıyâmete kadar değiştirilmeyecektir ve yeni bir din de gönderilmeyecektir. Eski ümmetler zamânında, peygamberlerin yaptığı dîni kuvvetlendirme işini Ehl-i sünnet mezhebindeki derin âlimler yapacaklardır. Bu yüksek âlimler câhil halk tarafından Müslümanlar arasına sokulan hurâfeleri, bid’âtleri (dinde sonradan meydana çıkarılan, uydurulan söz, yazı, usül ve işler), yanlış inançları ve işleri düzeltirler. Ehl-i sünnet inancına bağlı olan müctehidlerin, mezhep imâmlarının Eshâb-ı kirâmdan işiterek bildirmiş oldukları doğru bilgileri meydana çıkarırlar. Kendilerinden bir şey söylemezler.
Bunların geleceğini ve İslâmiyete hizmet edeceklerini, hadîs-i şerîfler haber vermekte ve övmektedir. Müceddid yeni bir din, inanç, ibâdet vs. getirmez. Dinde zamâna göre değişiklik, ekleme ve çıkarma yapmaz. Böyle yapanlar müceddid değil, reformcu veya felsefecidirler. Müceddid dîni aslı üzere anlatır, yayar.
İslâm dînini her asırda aslı üzere insanlara yeniden duyuran ve yayan çok müceddid gelmiştir. Peygamber efendimizin; “Benden sonra, her yüz senede bir âlim çıkar. Dinimi kuvvetlendirir.” Ve “Ümmetimin âlimleri, İsrailoğullarının peygamberleri gibidir.” hadîs-i şerîfleriyle bu müceddidler övüldü. İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe, İmâm-ı Şâfiî ve bunlar gibi mezhep imâmı olan mutlak müctehidler ve İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fâruk-i Serhendî ve her asırda gelen dört mezhepten birinde olan büyük âlimler ve ileride gelecek olan hazret-i Mehdî bu müceddidlerdendir.
Her asırda, yâni her yüz senenin başında gelen müceddidin alâmeti hadîs-i şerîfle açıklanmıştır. Kur’ân-ı kerîm’i ve hadîs-i şerîfleri kendi akılları, görüş ve düşünceleriyle açıklayıp, İslâm âlimlerinin kitaplarında bildirilen mânâları, doğru bilgileri kabûl etmeyen ve böylece Ehl-i sünnet mezhebinden ayrılanlara müceddid denmez. Bunlar bid’at ehli olup dalâlet fırkalarındandır, sapık yoldadır.
Müslüman görünerek, dîni islâh ediyoruz, ana kaynaklarını meydana çıkarıyoruz, ilk hâline getiriyoruz, gibi yaldızlı sözler söyleyerek, Kur’ân-ı kerîm’in ve hadîs-i şerîflerin doğru mânâlarını değiştirmeye, bozmaya çalışan kimselerin kendilerine müceddid demesi, İslâmiyeti yıkmak, hakîkî Müslümanları aldatmak, kandırmak içindir. Bunlar hakîkî İslâm âlimlerinin kıymetli kitaplarına bağlı olmayıp, Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfleri işlerine geldiği gibi yorumlar. Bunlar müceddid değil, felsefeci ve dinde reformcudurlar. Yaptıkları iş toplumun düzenini bozmak ve millet birliğini parçalamaktır. Nitekim İngilizler Müslümanlardaki sünnî inanç birliğini yıkmak için Kâdıyânîlikten, Bahaîliğe kadar pekçok İslâm dışı yolların çıkmasında büyük rol oynamışlar ve gâyelerine ulaşmışlardır. Bugün bu durum yine batılı devletler ve Kilise tarafından desteklenmektedir.
İslâm âlimlerinin ve târihçilerin sözbirliğiyle bildirdiğine göre, ilk müceddid, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk’tır (Bkz. Ebû Bekr-i Sıddîk). Resûlullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vefâtlarından sonra, Arabistan Yarımadasında, mürted olanlara (İslâm dîninden ayrılanlara) büyük bir darbe vuran, yeni Müslümanlar arasında yayılmaya başlayan fitne ve fesâdı kaldıran ve İslâm birliğini sağlayan odur. Hicrî beşinci asrın müceddidi de Muhammed bin Muhammed Gazâli’dir (rahmetullahi aleyh). Yaşadığı asırda İslâm dînine yaptığı hizmeti ve yazdığı eserleri buna şâhittir. (Bkz. Gazâli)
Peygamber efendimizden bin sene sonra, İslâm dînini her bakımdan ihyâ edecek, bid’atlerden temizleyip asr-ı seâdetteki temiz hâline getirecek, İslâmiyetin zâhirî hükümleriyle tasavvuf bilgilerinde Peygamberimize tam vâris olan, âlim ve ârif bir zâtın gelmesi lâzım olmuştu. Çünkü insanların hallerinde çok değişiklikler meydana geldi. Birçok bid’atler ortaya çıktı. Peygamber efendimizden tam bin sene sonra İslâmiyeti ihyâ eden, bu zâtın İmâm-ı Rabbânî (kuddise sirruh) olduğunda bütün âlimler ittifak ettiler (Bkz. İmâm-ı Rabbânî). En büyük âlim ve ârifler, onun hakkında “Müceddid-i elf-i sânî” yâni İkinci Bin Yılının Müceddidi ünvânını kullandılar. Mektûbât ve diğer eserleri bunu isbat etmektedir.
Bin yılda bir gelen müceddidler, yüz yılda gelenlerden üstündürler. Her asırda gelen müceddidin kim olduğunu, kendinden sonra gelen Ehl-i sünnet âlimleri açıklamışlardır ve tasdik etmişlerdir. Hicretin dört yüz senesinden sonra, mutlak müctehid gelmediği gibi, bin dört yüz senesinden sonra da mürşid-i kâmil görülmez oldu. Mürşid-i kâmil olmayan evliyâ ve mutlak müctehid olmayan müceddidler, kıyâmete kadar yeryüzünde bulunacaktır. Bu müceddidler mürşid-i kâmillerin ve müctehidlerin kitaplarını her tarafa yayacaklar, unutulmuş olan hak yolunu, Ehl-i sünnet bilgilerini insanlara bildireceklerdir. Dünyâya yayılmış olan, bid’at sâhiplerinin, sahte tarîkatçıların, yollarını şaşırmışların ve fen ve din yobazlarının, yalanlarına, iftirâlarına cevap vereceklerdir. Bunların yazdıkları doğru kitapları bulup okuyanlar dünyâda ve âhirette saâdete kavuşacaklardır.
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"