Bir asırdaki müctehid âlimlerin söz birliğidir.
İslâm dînindeki fıkıh bilgilerinin dört kaynağından biridir. Din bilgilerinde senet, kaynak dörttür. Bunlar;
1. Kur’ân-ı kerîm,
2. Hadîs-i şerîfler,
3. İcmâ ve
4. Kıyâs (ictihâd)tır.
Din bilgilerini açıklayan İslâm âlimleri, bir işin nasıl yapılacağını Kur’ân-ı kerîm’de açık olarak bulamazlarsa, hadîs-i şerîflere bakarlar. Hadîs-i şerîflerde de bulamazlarsa, bu iş için icmâ varsa öyle yapılmasını bildirirler. Eshâb-ı kirâmın, Tâbiînin, yâni Eshâb-ı kirâmı gören ve tanıyan İslâm âlimlerinin ve onları görenlerin icmâı, din bilgilerinde delildir, senettir. Daha sonra gelenlerin ve İslâm âlimi olmayan kimselerin yaptıkları, söyledikleri şeye icmâ denmez. Şiîler, Vehhâbîler ve Zâhirîler icmâyı inkâr ederek, Ehl-i sünnetten ayrılmışlardır.
Din bilgilerinin ilk iki kaynağı olan Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfler, Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" zamânında tamâmen açıklanmış, dindeki her meselenin umûmî kâidesi bildirilmişti. Zâten Müslümanlar yeni bir olayla karşılaşınca bunun dindeki hükmünü Peygamberimize sorarak öğreniyorlardı. Bu hususta bir sıkıntıları yoktu. Ayrıca Eshâb-ı kirâmın hepsi ictihâd yapabiliyordu. Peygamberimiz “Ümmetimin âlimleri arasındaki ihtilâf rahmettir.” ve Muâz bin Cebel’e; “Bir mesele ile karşılaşınca, hükmünü Allah’ın kitâbında, benim sünnetimde bulamazsan kendin ictihâd et!” buyurmuştu. Fakat O’nun zamânındaki ictihâdlarda bir hatâ, yanılma olursa, bizzat Allahü teâlâ tarafından vahiy gönderilip düzeltiliyordu.
Resûlullah efendimiz vefât edince, birçok yeni meseleler meydana çıktı. Bunlar hakkında dînin kesin hükmünün bilinmesi ve ona göre yapılması îcâb etti. Hazret-i Ebû Bekr halîfeliği zamânında Kur’ân-ı kerîm’de ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmeyen böyle yeni meseleleri, kendisine sorulunca veya dâvâ edilince, Eshâb-ı kirâmı toplayarak onlara anlatır; “Resûlullah’ın böyle bir meseleye ve dâvâya cevap verdiğini bilen var mı?” diye sorardı. Sözbirliği ile cevap verilirse, öylece hükmederdi. Haber verilmezse, Eshâbın büyüklerini toplar, onlara anlatır. Sözbirliğine varırlarsa, öylece hüküm verirdi. Resûlullah efendimiz zamânında ve hazret-i Ebû Bekr zamânında açıklanmamış olan pekçok mesele vardı. Hazret-i Ömer bunların hepsini icmâya bağladı. Bunlarda şüphe bırakmadı. Hazret-i Ömer’in bildirmediği meselelerde, o günden bugüne kadar sözbirliği olmadı. Hazret-i Ömer’in icmâ husûsundaki bu gayreti, kıyâmete kadar gelecek İslâm âlimlerini güç durumdan kurtarmıştır. İslâmiyetin bayrağını ellerinde yürüten Ehl-i sünnetin temeli hazret-i Ömer-ül-Fârûk’un sözbirliği yaptığı meselelerdir. Dört hak mezhebin hiç ihtilâf etmeden bildirdiği fıkıh ilmine âit bilgiler, hazret-i Ömer zamânında icmâ (sözbirliği) sağlanan meselelerdir.
İcmâın din bilgileri için delil olduğu Kur’ân-ı kerîm’de ve hadîs-i şerîflerde bildirilmiştir. Allahü teâlâ, Nisâ sûresinin 115. âyetinde meâlen; “Mü’minlerin yolundan ayrılanı Cehennem’e atarız.” buyurdu. Bunun için İslâm âlimlerinin icmâı (sözbirliği) din bilgileri için delil, huccet yâni sened oldu. İcmâdan ayrılmak yasaklandı. Peygamberimizin de; “Ümmetim dalâlet (sapıklık) olan bir şeyde icmâ yapmaz.” hadîs-i şerîfi, doğru yoldaki âlimlerin sözbirliği ile bildirdiklerinin hepsinin doğru olduğunu gösteriyor. İcmâ ile bildirilen din bilgilerini bilmeyenlerin de sorup öğrenmelerini; “Bilmediklerinizi bilenlerden sorunuz!” (Nahl sûresi: 43) meâlindeki âyet-i kerîme ile emretmekte ve; “Cehâletin ilâcı sorup öğrenmektir.” hadîs-i şerîfi, bu âyet-i kerîmeyi açıklamaktadır.
İcmâ ile bildirilen din bilgilerinden bâzıları şunlardır:
Kur’ân-ı kerîm’in âyetlerinde, kelime ve harflerinde hiç bir değişiklik olmamıştır.
Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği îmân bilgilerinin hepsi doğrudur.
Dört halîfeden hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer sözbirliği ile halîfe seçilmişlerdir.
Dört hak mezhepteki ictihâdla çıkarılmış bilgilerin hepsi doğrudur.
Mut’a ve muvatta nikâhı (tâyin edilmiş belli bir müddet için ücret ödenerek yapılan evlilik) Resûlullah’ın yasakladığı husûsunda icmâ hâsıl olup, mut’a nikâhını İslâmiyet yasak etmiştir.
Emvâl-i bâtınanın (altın, gümüş, para ve ticâret eşyâsının) zekâtını mal sâhibi verir. Emvâl-i zâhirenin (dört ayaklı hayvanların, toprak mahsüllerinin) zekâtını İslâm devleti, zenginin vekîli olarak alır ve muhtâc olanlara verir.
Kalplerinin İslâma meyletmesi istenen ve kendilerine (müellefe-i kulûb) denilenlere zekât verilmeyeceğine dâir Resûlullah’ın hadîs-i şerîfi bulunduğundan icmâ hâsıl olup, bundan sonra bunlara zekât verilmesine ihtiyaç kalmamıştır.
Bu hususta geniş bilgi, Hindistan’da yetişmiş olan İslâm âlimlerinden Şah Veliyullah Dehlevî’nin Kurretül-Ayneyn fî Tafdîlişşeyhayn adındaki kitabında bildirildiği gibi bütün fıkıh kitaplarında da vardır.
Buhârî, Müslim ve Kütüb-i Sitte denilen diğer hadis kitaplarındaki binlerce hadîs-i şerîfin sâhih oldukları yâni doğru oldukları icmâ ile bildirilmiştir. Zîrâ Kur’ân-ı kerîm’de ve icmâ ile ve zarûrî olarak bilinen hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilen şeylerin hepsine, icmâ ile ve zarûrî olarak anlaşıldığı gibi inanmak îmân gereğidir. Zarûrî bilinmek demek, her asırda Müslümanların çoğunun işittikleri yayılmış bilgi demektir. Bilmemek özür olmaz.
İcmâ ile ve zarûrî olarak bildirilmiş olan inanılacak ve yapılacak din bilgilerinde, ictihâd yapmak uygun değildir. Bunlara bildirildiği gibi inanmak lâzımdır. Bunlara inananlara mümin veya Müslüman denir.
Kaynak: Yeni Rehber Ansiklopedisi, Cilt 9 s. 324-325, İstanbul 1993
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"