Peygamberimizin arkadaşları. Kadın veya erkek, çocuk veya büyük bir Müslüman, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizi çok az da olsa bir kere görürse, kör olan, bir kere konuşursa ve îmân ile vefât ederse buna “Sâhib” veyâ “Sahâbî” denir. Birkaç tânesine “Eshâb” veya “Sahâbe” yâhud “Sahb” denir. Peygamberimizi, kâfir iken görüp de, Resûlullah’ın vefâtından sonra îmâna gelen veya Müslüman iken, sonra mürted olan (Müslümanlıktan çıkan) sahâbî değildir. Sahâbî olduktan sonra mürted olup, Resûlullah’ın vefâtından sonra, tekrar îmâna gelen, sahabi olur. Peygamber efendimiz cin sınıfına da peygamber olduğu için, cin de sahâbî olur.
Eshâb-ı kirâm, dînî hükümler husûsunda en mûteber otoritedir. Çünkü Kur’ân-ı kerîmi, Peygamberimizden öğrenip, kendilerinden sonrakilere öğretmişler ve açıklamışlardır. Peygamberimizin yaptıkları ve söyledikleri hakkında bilgiler, bunların bizzat görerek ve duyarak naklettikleri şeylere dayanır. İşte bunların bütün olarak naklettikleri hükümler, hadîs-i şerîflerin temelini teşkil etmiştir.
İslâmiyette İcmâ-ı ümmet, yâni âlimlerin sözbirliği, ancak Eshâbın zamânında tam ve mükemmel bir şekilde gerçekleşmiştir. Ayrıca Eshâbın herbiri, dinde sözü senet, vesîka olan müctehid âlimlerdendir. Sonra gelen müctehidlerden üstündür.
Ehl-i sünnet âlimleri, Eshâb-ı kirâmın üstünlük sırasını üçe ayırmıştır:
1. Muhâcirler: Mekke şehri alınmadan önce, Mekke’den veya başka yerlerden, vatanlarını, yakınlarını terk ederek, Medîne şehrine hicret edenlerdir. Bunlar, Resûlullah’ın yanına îmân ile gelmiş veya gelince îmân etmişlerdir. Amr bin Âs hazretleri bunlardandır. (Bkz. Muhâcir)
2. Ensâr: Medîne şehrinde veya bu şehre yakın yerlerde ve Evs, Hazrec adındaki iki Arap kabilesinde bulunan Müslümanlara Ensâr denir. Çünkü Peygamber efendimize ve Medinelilere her türlü yardımda ve fedâkârlıkta bulunacaklarına söz vermişler ve sözlerinde durmuşlardır. (Bkz. Ensâr)
3. Diğer Eshâb-ı kirâm: Mekke şehri alındığı zaman ve daha sonra Mekke’de veya başka yerlerde îmâna gelenlerdir. Bunlara Muhâcir ve Ensâr denmez. Yalnız sahâbî denir. Eshâb-ı kirâmın en üstünleri, Resûlullah’ın dört halîfesidir. Bunlardan sonra en üstünleri Aşere-i Mübeşşereden (Bkz. Aşere-i Mübeşşere), yâni Cennet ile müjdelenmiş olan on kişiden, geri kalan altısı, (Talhâ, Zübeyr bin Avvâm, Abdurrahmân bin Avf, Sa’d bin Ebî Vakkâs, Saîd bin Zeyd, Ebû Ubeyde bin Cerrâh) ve hazret-i Hasan ile hazret-i Hüseyin’dir. Bunlardan sonra en üstünleri ilk Müslüman olan kırk kişidir.
Bunlardan sonra en üstün Bedr Gazâsında bulunan üç yüz on üç sahâbidir. Bunlardan sonra üstün olan Uhud Gazâsında bulunan yedi yüz kahramandır. Bunlardan sonra üstün olan, hicretin altıncı senesinde, ağaç altında Resûlullah’a: “Ölmek var, dönmek yok!” diye söz veren bin dört yüz kişidir. Bu sözleşmeye “Bîat-ı Rıdvân” denir. (Bkz. Bîat-ı Rıdvân)
Eshâb-ı kirâmın adedi: Mekke fethinde on bin, Tebük Gazâsında yetmiş bin, Vedâ Haccında doksan bin ve Resûlullah vefât ettiği zaman yeryüzünde yüz yirmi dört binden fazla sahâbi vardı. Bu konuda başka rivâyetler de vardır.
Eshâb-ı kirâmdan en son vefât edenler şunlardır: Ebdullah bin Evfâ, 705 (H.86) senesinde Kufe’de vefât etti. Abdullah bin Yesr, 706 (H.88) senesinde Şam’da, Sehl bin Sa’d, 709 (H.91) senesinde 100 yaşında Medîne’de, Enes bin Mâlik 711 (H.93) senesinde Basra’da, Ebu’t Tufeyl Âmir bin Vâsile, 718 (H.100) senesinde Mekke’de vefât ettiler.
Peygamberimizin vefâtından sonra, Dört Halîfe devrinde de Eshâb-ı kirâm, İslâm dînini yaymak, cihâd etmek husûsunda sözlerine sâdık kaldılar. Sözlerinden dönmediler. Hepsi ittifak hâlinde, yerlerini, yurtlarını terk ile Arabistan’dan çıkıp, her tarafa yayıldılar. Gidenlerin çoğu, geri dönmeyip, gittikleri yerlerde ölünceye kadar cihâd etti ve İslâm dînini yaydı. Böylece az vakitte çok memleket alındı. Fethedilen yerlerde İslâmiyet hızla yayıldı.
Eshâb-ı kirâmın hepsi âdildir. İslâmiyeti bildirmekte hepsi ortaktır.Kur’ân-ı kerîmi onlar topladı. Hadîs-i şerîfleri Peygamberimizden onlar nakletti. Eshâb-ı kirâmın, İslâm dînine yaptığı hizmetlerini, örnek yaşayışlarını, fazîletlerini, hepsinin isimlerini ve hâl tercümelerini yazan birçok eser telif edilmiş, yayınlanmıştır. Bunlardan İbn-i Sa’d’ın, Tabakât-ül-Kübrâ’sı, İbn-i Abdilberr’in El-İstiâb’ı, İbn-i Esir’in, Üsüd-ül-Gâbe’si, İbn-i Hacer-i Askâlânî’nin El-İsâbe’si, Türkçe olarak İhlâs A.Ş.tarafından yayınlanan “Eshâb-ı Kirâm” kitabı çok kıymetlidirler. Arapça ve Farsça çok eser yazılmıştır.
Peygamberlerden ve meleklerin üstünlerinden sonra, bütün yaratılmışların en üstünü, Eshâb-ı kirâmdır. Herbirinin ismini hürmetle, saygı ile söylemelidir. Birinin adı söylenince “radıyallahü anh=Allah ondan râzı olsun” denir. İkisi için “radıyallahü anhümâ=Allahü teâlâ o ikisinden râzı olsun” Birkaçı veya hepsi söylenince “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecmâîn” veya kısaca “radıyallahü anhüm=Allah onların hepsinden râzı olsun” denir. Eshâb-ı kirâmın herbiri, bu ümmetin hepsinden üstündür. Muhammed aleyhisselâmın peygamber olduğuna inanan herkese, yâni her Müslümana, hangi ırktan, hangi memleketten olursa olsun, Muhammed aleyhisselâmın ümmeti denir. Şu anda Müslümanlar O’nun ümmetidir. Eshâb-ı kirâm Şam’ı fethettikleri, şehre girdikleri zaman, Hıristiyanlar bunları görünce, güzel hallerine şaştılar ve bunlar Îsâ aleyhisselâmın Eshâbı olan Havârîlerden daha üstündür diyerek yemin ettiler. Düşmanın da şâhid olduğu bu üstünlük, gerçeğin, hakîkatin kendisidir.
Sahâbenin fazîlet ve üstünlüğü ile ilgili âyet-i kerîmelerde meâlen buyruluyor ki:
Siz ümmetlerin hayırlısısınız. (Âl-i İmrân sûresi: 110)
Önce Müslüman olanlardan, Muhâcirlerin ve Ensârın önce gelenlerinden ve bunların yolunda gidenlerden Allahü teâlâ râzıdır ve bunlar da Allahü teâlâdan râzıdırlar. Allahü teâlâ bunlar için, Cennetler hazırladı. Bu Cennetlerin altından nehirler akmaktadır. Bunlar Cennetlerde sonsuz olarak kalacaklardır. (Tevbe sûresi: 100)
Muhammed (aleyhisselâm) Allahü teâlânın Peygamberidir. Ve O’nunla birlikte bulunanların (yâni Eshâb-ı kirâmın) hepsi kâfirlere karşı şiddetlidirler. Fakat birbirine karşı merhâmetlidirler.
Bunları çok zaman rükûda ve secdede görürsünüz. Herkese (dünyâ ve âhirette) her iyiliği, üstünlüğü, Allahü teâlâdan isterler. Rıdvânı (yâni Allahü teâlânın kendilerini beğenmesini) da isterler. Çok secde ettikleri yüzlerinden belli olur. Onların halleri, şerefleri böylece Tevrat’ta (ve İncil’de) bildirilmiştir. İncilde de bildirildiği gibi, onlar, ekine benzer. İnce bir filiz yerden çıkıp kalınlaştığı, yükseldiği gibi, az ve kuvvetsiz oldukları hâlde, az zamanda etrafa yayıldılar. Her tarafı îmân nûru ile doldurdular. Herkes filizin hâlini görüp, az zamanda nasıl büyüdü diyerek şaşırdıkları gibi, hâl ve şânları dünyâya yayılıp görenler hayret etti ve kâfirler kızdılar. (Fetih sûresi: 29)
Eshâb-ı kirâm hakkındaki bâzı hadîs-i şerîfler:
Eshâbıma sövmeyiniz! Eshâbımdan sonra gelenlerden bir kimse dağ kadar altın sadaka verse, Eshâbımdan birinin bir avuç arpa vererek kazandığı sevâba veya yarısına kavuşamaz.
Eshâbım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız, hidâyete kavuşursunuz.
Eshâbıma düşmanlık etmekten sakınınız. Allah’dan korkunuz! Onları seven beni sevdiği için sever. Onlara düşmanlık eden, bana düşmanlık etmiş olur. Onları inciten, beni incitmiş olur. Beni inciten de, elbette Allahü teâlâyı incitir.
Ümmetimin en iyisi benim bulunduğum zamanda olanlardır. Onlardan sonra en iyisi onlardan sonra gelenlerdir. Onlardan sonra da en iyisi daha sonra gelenlerdir.
Beni gören ve beni görenleri gören bir Müslümanı Cehennem ateşi yakmaz.
Bu âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler, Eshâb-ı kirâmın üstünlük ve fazîletini açıkça göstermektedir.
Not: Eshab-ı Kiram Efendilerimizin menkıbelerinin anlatıldığı pdf dosya aşağıdadır. Üzerine tıklayarak okuyabilir veya bilgisayarınıza kaydedebilirsiniz. |
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"