Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” zemânında insanlar üçe ayrıldı:
1. İnanmayıp Resûlullaha karşı gelenler (Kâfir) oldu.
2. İnanmayıp inanmış gibi görünenlere (Münâfık) denildi.
3. İnananlara (Eshâb veya sahabe) denildi.
Eshâb-ı kirâm efendilerimizin inanışları hep aynı idi. Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkca bildirilmiş işleri yapmakda da, birbirlerine uygun idiler. Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açık bildirilmemiş birşeye inanmağı dînimiz emr etmemişdir. Fen bilgilerinin çoğu böyledir. Bunlardan akla uygun olanlara inanılır. Açıkca emr veyâ yasak edilmemiş işler ise, böyle değildir. Böyle işleri yapıp yapmamakda, açıkca bildirilenlere benzetilmelerini, Allahü teâlâ, derin âlimlere emr etmekdedir. Bu benzetmeyi yapabilecek derin âlimlere (Müctehid) denir. Bu benzetmek işine, (İctihâd) denir. Bir müctehidin ictihâd ederek elde etdiği bilgilerin hepsine, o müctehidin (Mezheb)i denir. Eshâb-ı kirâmın hepsi derin âlim, birer müctehid idiler. İslâmiyyet bilgilerinde, siyâset, idârecilik ve zemânlarının fen bilgilerinde ve tesavvuf ma’rifetlerinde birer deryâ idiler. Bu bilgilerinin hepsini, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek cemâlini görmekle ve kalblere işliyen, rûhları çeken sözlerini işitmekle, az zemânda edindiler. Herbirinin mezhebi vardı. Mezhebleri az veyâ çok farklı idi. Tâbi’înin ve Tebe’i tâbi’înin arasında da müctehidler vardı. Bu müctehidlerin ve Eshâb-ı kirâmın mezheblerinden yalnız dördü kitâblara geçip, dünyânın her yerine yayıldı. Diğerlerinin mezhebleri unutuldu. Bu dört mezhebin îmânları, Eshâb-ı kirâmın “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” ortak olan îmânıdır. Bunun için, dördüne de (Ehl-i sünnet) denir. Îmânları arasında esâsda ayrılık yokdur. Birbirlerini din kardeşi bilirler. Birbirlerini severler. Birbirlerine uymıyan işlerini de, zarûret olunca, birbirlerini taklîd ederek yaparlar. Allahü teâlâ, mezheblerin böyle ayrı olmalarını istemişdir. Bu ayrılığın, Allahü teâlâ tarafından müslimânlara rahmet olduğunu, Peygamberimiz haber vermişdir. Çünki, dört mezheb arasındaki ufak tefek başkalıklar, müslimânların işlerini kolaylaşdırmakdadır. Her müslimân, vücûd yapısına, yaşadığı iklim şartlarına ve iş hayâtına göre, kendisine dahâ kolay gelen mezhebi seçer. İbâdetlerini ve her işini, bu mezhebin bildirdiğine göre yapar. Allahü teâlâ dileseydi, Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde, herşey açıkca bildirilirdi. Böylece, mezhebler hâsıl olmazdı. Kıyâmete kadar, dünyânın her yerinde, her müslimânın tek bir nizâm, tek bir emr altında yaşamaları lâzım olurdu. Müslimânların hâlleri, yaşamaları güç olurdu.
Eshâb-ı kirâmın hepsi öldükden sonra, yeni müslimân olanlardan bir kısmının îmânları bozuldu. Eshâb-ı kirâmın doğru îmânından ayrıldılar. (Dalâlet fırkaları) meydâna geldi. Bu bozuk fırkalara, (Bid’at fırkaları) veyâ (Mezhebsiz) denir. Bunlar, ma’nâları açıkca anlaşılamıyan nassları (yani ayet-i kerime ve hadis-i şerifleri) te’vîl ederek yanıldıkları için kâfir değildirler. Fekat, islâmiyyete zararları, kâfirlerin zararlarından çok oldu. Birbirleri ile ve Ehl-i sünnet ile çekişdiler. Harb etdiler. Çok müslimân kanı döküldü. Müslimânların yükselmelerini, ilerlemelerini baltaladılar. Mezhebsiz bid’at fırkalarını, Ehl-i sünnetin dört doğru mezhebi ile karışdırmamalıdır. Dört mezheb, birbirlerinin doğru yolda olduklarını söyler ve birbirlerini severler. Mezhebsiz fırkalar ise, müslimânları parçalamakdadırlar. Bugün, dört mezhebden başka Ehl-i sünnet yokdur. Bu dört mezhebin birleşdirilemiyeceğini, bir mezheb hâline getirilemiyeceğini, islâm âlimleri sözbirliği ile bildirmişlerdir. Allahü teâlâ, mezheblerin birleşdirilmesini değil, ayrı olmalarını istiyor. Böylece, islâm dînini kolaylaşdırıyor. Âl-i İmrân sûresinde, yüzüncü âyetinde meâlen, (Ey îmân edenler! Allahın dînine sarılınız. Birbirinizden ayrılmayınız!) buyurulmuşdur.
Tefsîr kitabı sâhibleri, meselâ Ebüssü’ûd efendi “rahmetullahi teâlâ aleyh”, yukarıdaki âyet-i kerimede, (Ehl-i kitâbın yapdıkları gibi, parçalanıp doğru îmândan ayrılmayın! Câhiliyye zemânında birbirleriniz ile döğüşdüğünüz gibi bölünmeyiniz!) dediler. Doğru îmânda birleşmemiz, fırkalara bölünmememiz emr olundu. Doğru yolun, (Ehl-i sünnet) âlimlerinin bildirdiği îmân olduğunu, Peygamberimiz haber verdi. O hâlde, bütün müslimânların, ehl-i sünnet olmaları, ehl-i sünnet mezhebinde birleşerek, kardeş olmaları, sevişmeleri lâzımdır. Müslimânların bu birliğinden ayrılan, bu âyet-i kerîmeye uymamış olur. Bu yolda birleşir, kardeşler olduğumuzu bilip sevişirsek, dünyânın en büyük, en kuvvetli milleti olur, dünyâda râhata, huzûra, âhıretde de sonsuz se’âdete kavuşuruz. Düşmanlarımızın ve câhillerin ve sömürücülerin, kendi alçak çıkarları için söyledikleri yalanlara aldanıp, bölünmemeğe çok dikkat etmeliyiz!
Kaynak: Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye Sayfa: 464-465
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"