Ebced harflerine tekâbül eden sayıları esas almak şartıyla, herhangi bir hâdisenin târihini bir veya birden çok kelime, mısra veya beyit hâlinde verecek şekilde, o ibârede yer alan harflerin sayı olarak toplam neticesini veren târih. Buna cümleler hesâbı da denir.
Bâzı hâdisenin ortaya çıktığı târihi tesbit maksadıyla, harflerden karşıladığı sayılardan faydalanılarak yapılan bu sanatın yanında doğrudan doğruya çıplak târihler de söylenmiştir. Gerçekte ebced hesâbı kullanılarak düşürülen târihler hüner işi olup kâbiliyet meselesidir.
Doğrudan doğruya târih düşürmede lafız ve mânâ açıkça hâdiseyi verir ve bir hesâbı gerektirmez. Meselâ Sultan Abdülazîz Hanın şehid edilmesinden sonra aklî dengesi bozulan ve doksan üç gün tahtta kalan Beşinci Murad için söylenen;
Doksan üçte doksan üç gün pâdişâh-ı dehr olup
Geçdi uzletgâhına Sultan Murâd-ı nâ-murâd
beyti ile;
Bâkî Efendi gitdi ukbâya bin sekizde
mısraı bu tür târihe örnektir.
Ebced hesâbı sistemi ile ortaya konan târihler çıplak târihten farklılık gösterir. Ebced eski alfabedeki harflerin bir sistem dâhilinde mânâsız sekiz kelimede verilmesidir. “Ebced” lafzı bunlardan ilki olduğu için sistem adını bu kelimeden almıştır. Bunlar sıra ile; “ebced”, “hevvez”, “hutti”, “kelemen”, “sa’faş”, “karaşat”, “şehhaz”, “dazığ”, lafızlarıdır. Bu şekilde harflerin sıralanışı ve mânâsız birer kelimeye dökülmeleri ezberlemede kolaylık sağlamak içindir. Ebced hesâbı sisteminde aşağıdaki şekilde görüldüğü üzere, her harfin rakam olarak bir karşılığı vardır:
elif=1, be=2, cim=3, dal=4; =
he=5, vav=6, ze=7; =
ha=8, tı=9, ye=10; =
kef=20, lam=30, mim=40, nun=50; =
sin=60, ayın=70, fe=80, sad=90; =
kaf=100, re=200, şın=300, te=400; =
se=500, hı=600, zel=700; =
dat=800, zı=900, gayın=1000. =
Bu diziliş Arap dilinin harflerine göredir. Farsçada kullanılan sesler için benzer harfler de yine asıl alfabedeki gibi değerlere sahiptir. gef=20, ye=7, çim=3, pe=2 gibi. Bu durum Türkçedeki sesler için de aynıdır.
Ebced hesâbında bir târihin belirlenmesi esas alınmıştır. Bu durumda her harfin bir sayı değeri veya kodu vardır. Bir târihin ortaya çıkması kelime, cümle, mısra veya beyti meydana getiren harflerin değerlerini hesaplayıp toplamakla olmaktadır. Buna “târih çekmek” “târih düşürme” ve “târihlemek” adları da verilmektedir. Bu târihi düşüren ise çok husûsî mânâda ve sâdece bu sanat içinde “müverrih” yahut da “târihçi” adıyla anılır. Bu adla anılan kimseler târih düşürürken; bulmak istedikleri târihi veren ibâre şâyet arzu edilen gibi olmazsa bâzı kelimelerde yazı ve imlâ yönünden tasarrufa baş vururlar. Meselâ: “davâ” ve “fetvâ” kelimelerinin son harfleri Osmanlıca yazıda “y= “ ile yazılır ve “â” okunur. Bunlardan y=10, elif=1 sayılarına eşittir. Eğer istenen târihte bu kelimelerden biri yer alıyorsa yazıda ebcedle târih düşüren “y”yi veya “elif”i seçebilir. Böylece bir seçim içine girerek istediği târihi elde edebilir. Bundan başka bâzı kelimelerde, yalnız bu niyetle başka imlâ tasarruflarının da yapıldığını görmek mümkündür. Hattâ bu tasarruflar kelimede birkaç imlâ ortaya çıkardığı gibi, yanlış yazmalara bile yol açar.
Bu şekilde târih düşürmelerin yanında bâzı sanatkârlar âyet ve hadîslerden de faydalanarak ebcedle târih düşürmüşlerdir. Fâtih’in uzun Hasan’ı yendiği yıla düşürülen;
Ve yansureke’llahu nasren ‘azizen
H. 878 (1473)
târihi buna örnektir.
Ebcedle târih düşürme sanatı İstanbul’un fethine kadar seyrek görülmesine rağmen bu târihten sonra canlılık gösterir. Fâtih devri âlimlerinden İstanbul’un ilk kâdısı olan Hızır Bey, eski edebiyatımızda bu sanatın öncüsü olarak görülür. Asıl edebiyatımızda bu sanatın en mâhir ustası Sürûrî (1752-1814/1165-1229)dir.
Sürûrî düşürdüğü târihlerde sâdece târih vermemiş, ele aldığı zâtı bir-iki mısra ile en iyi şekilde ifâde de etmiştir. Bu güç onun tahsîlinden gelmektedir. önce “Hüznî” mahlası ile şiirler yazan Seyyid Osman daha sonra Şeyhülislâm Tevfik Efendinin tavsiyesi ile “Sürûrî” mahlasını kullanmıştır. Sürûrî sâdece kendi devrine değil, kendinden önceki zamanlar için de târihler düşürmüştür. Bu, şâirin başka bir yönüdür. Fakat bu târihler devletin kaderini de ilgilendirir. Onun söylediği târih sayısı iki bini bulmaktadır.
Sürûrî bu sanatın altın çağını yaşatan şâirdir. Ancak târih düşüren daha pekçok şâir vardır. Bunun yanında müşterek târih düşüren şâirler de görülmüştür. Meselâ;
İlm-i ehle medrese yapdırdı Şeh Abdülhamîd (1195)
mısraını Sürûrî ile Tevfik söylemişlerdir.
Ebcedle târih düşürme günümüze kadar gelmiş, hicrî târihler yanında mîlâdî târihlerde de görülmüştür. İsmâil Yakut’un şu târihi birkaç sene öncesinde hacdaki tünel hâdisesinde kaybettiğimiz Prof. Dr. Amil Çelebioğlu için düşürülmüştür.
“Çıkdı üçler hep berâber haccı eylerken edâ
Târihin “Lebbeyke gufrânek ey Âmil dediler.” (1410)
Buraya kadar olan izâhât, basit şekille düz târih düşürme sanatını içine almaktadır. Ancak bu hünerde çeşitli târih türleri ile de karşılaşılır. Ebcedle düşürülen bu târihlerin; tam, tamiyeli târihler, noktalı ve noktasız harflerle düşürülen, mu’cem muhmel târihler, katmerli târihler vs. olmak üzere pekçok çeşitleri vardır. Ayrıca, mânen, lafzen, mânen ve lafzen, karışık, santranç usûlü târihlerle muammer târihler ve bilmeceli târihleri de zikretmek gerekir.
Arap edebiyatında pek görülmeyen ebcedle târih düşürme en çok; Türk ve Fars edebiyatlarında yer almıştır.
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"