112. Turşucu-Zâde Ahmed Muhtar Efendi

Yüzonikinci Osmanlı şeyhülislâmıdır. İsmi Ahmed Muhtar olup, Safranbolulu Behâüddîn Efendi’nin torununun oğlu, Hâcı Muhtar Efendi’nin torunu, Turşucular kethüdası İbrâhim Ağa’nın oğludur. Turşucu-zâde diye bilinir.

1238 (m. 1822) senesinde İstanbul’da doğdu.

1292 (m. 1875) senesinde İstanbul’da vefat etti.

Karacaahmed kabristanında, babasının kabri yanına defnedildi.

Çocukluğundan itibâren ilim tahsiline yöneldi. İlk tahsilini babasından gördükten sonra, Filibeli Halîl Fevzi Efendi’nin hizmetinde bulunup, ondan birçok ilimleri öğrendi ve icâzet aldı. Açılan ruûs (diploma) imtihanını kazanarak müderris oldu. Arabça ve Farsça dillerini çok iyi bilirdi. 1266 (m. 1849) senesinde ilk olarak “Hâriç” rütbesiyle Selâse-i Lütfî Paşa Medresesi’ne müderris tayin edildi. Başka medreselerde de müderrislik yaparak pekçok talebe yetiştirdi. Zamanın âlimleri arasında önemli bir mevkîye sâhib oldu. 1281 (m. 1864) senesinde İstanbul Mahkemesi başnâibi ve “Mahfel-i Şeriat” vazîfelerinde bulundu. O sıralarda yeni kurulan Mülkiye Mektebi (Siyasal Bilgiler Fakültesi) fıkıh müderrisliğine tayin edildi. Burada bir sene kadar ders okuttuktan sonra, 1282 (m. 1865) senesinde mahreç mevleviyeti rütbesiyle Dâr-ı Şûrâ-i Askerî müftîliğine ve Şer’iye Hâkimleri Seçim Meclisi üyeliğine getirildi. 1283 (m. 1866) senesinde Mekke-i mükerreme pâyesiyle taltif edildi. 1284 (m. 1867) senesinde Galata kadılığına getirildi ve İstanbul payesi verildi. O sırada veliahd olan Şehzâde Yûsuf İzzeddîn Efendi’ye üç sene hocalık yaptı. 1285 (m. 1868) senesinde “Dîvân-ı Ahkâm-ı Adliye” üyeliğine, 1288 (m. 1871) senesinde ikinci defa Dâr-ı Şûrâ-i Askerî müftîliğine getirildi. 1289 (m. 1872) senesinde Mîr Ahmed Muhtar Efendi’nin vazîfeden ayrılmasıyla boşalan şeyhülislâmlık makamına yükseltildi. Bu makamda, bir yıl yedi ay yirmi gün kaldıktan sonra, 1291 (m. 1874) senesinde vazîfeden ayrıldı. Kendi evine çekilip, Allahü teâlâya ibâdet etmekle meşgul olduğu sırada vefat etti.

Turşucu-zâde Ahmed Muhtar Efendi, fıkıh ilminde ihtisas sahibi ve İslâm dîninin emirlerine sıkı bağlı olup, yasaklarından şiddetle kaçınırdı. Vazîfesinde adâlet ve doğruluktan ayrılmazdı. Bu yüzden herkes tarafından sevilirdi. Tevâzu sahibi olup, İstanbul’un bir yakasından diğerine, şeyhülislâmlık makamına tahsis edilen kayıkla değil de, halkın geçtiği vapurla geçerdi. Haksızlığa tahammül edemez, hak bildiğini söylemekten çekinmezdi. “Murassa-i Osmânî” ve “Mecîdî” nişanlarına (madalyalarına) sahip idi. Kaynaklarda eseriyle ilgili bilgiye rastlanmamıştır.

Kaynaklar

1) İlmiye sâlnâmesi; sh. 604

2) Kâmûs-ül-a’lâm; cild-6, sh. 4235