Babasının vefâtıyla küçük yaşta tahta oturan sultan I. Ahmed Han soyundan gelen asalet, vekar ve kabiliyetle, ilk iş olarak Erdel ve Eflak’ı kendi tarafına çekmeye çalıştı ve başarılı oldu. Bir gün rüyasında; “Avusturya kralı ile güreş tuttuğunu, fakat kendisinin arka üstü yere düştüğünü” görmüştü. Görünüşte rüya çok korkunçtu. Sabahleyin, derhâl huzura getirilen âlimler ve rüyâ tâbircilerinden hiç biri, bu rüyayı Pâdişâh’ı tatmin edecek şekilde tâbir edemediler. Nihayet Üsküdar’da bulunan Azîz Mahmûd Hüdâî’nin tâbir edebileceğini arzettiler. Ahmed Han da bir mektup yazarak, yakınlarından biriyle gönderdi ve tâbir edilmesini rica etti. Haberci, mektubu alıp sür’atle Üsküdar’a geçti. Azîz Mahmûd Hüdâî’nin kapısını çaldı. Mahmûd Hüdâî hazretleri, elinde bir zarf ile kapıya çıktı. Habercinin getirdiği mektubu alırken, kendi elindeki mektubu Pâdişâh’a vermesini istedi ve; “Sultânımızın gönderdiği mektubun cevâbıdır” buyurdu. Mektubu şaşkınlık içinde alan haberci, derhâl Pâdişâh’a götürdü ve gördüklerini anlattı, Ahmed Han’ın gönderdiği mektup daha açılıp okunmadan cevâbı gönderilmişti. Sultan Ahmed Han, mektubu heyecanla okudu. Deniyordu ki: “Allahü teâlâ insan vücûdunda arkayı, cansız mahlûklarda ise toprağı, en kuvvetli olarak yarattı. İnsanın sırtı ile toprağın birbirlerine değmesi, bu iki kuvvetin bir araya gelmesi demektir. Böylece, Pâdişâhımızın arka üstü yere yatması ile bu iki kuvvet birleşmiştir. Dolayısıyla, bu rüyadan İslâm’ın temsilcisi olan Pâdişâhımızın, küffâra karşı zafer kazanacağı anlaşıldı.”
Pâdişâh bu tâbiri çok beğendi ve; “İşte gördüğüm rüyanın tâbiri budur” dedi. Derhâl Mahmûd Hüdâî hazretlerine bin altın hediye gönderdi. Duâsını alıp Avusturya üzerine yürüdü. Hudut boylarındaki kuvvetlerle birleşen Osmanlı ordusu, Avusturya’ya arka arkaya darbeler indirmeye başladı ve onları sulhe mecbur etti. Bilhassa Estergon’un ele geçirilmesi, Avusturyalıları perişan etti. Böylece on üç sene süren Osmanlı-Avusturya harbi, Zitvatoruk’ta nihayete erdi ve yirmi yıl müddetle andlaşma imzalandı. Bu andlaşmaya göre, Kanije, Estergon, Eğri kaleleri Osmanlılara geçti. Avusturya savaş tazminatı ödedi.
Sultan Ahmed Han’ın bu hâdiseden sonra, Azîz Mahmûd Hüdâî hazretlerine bağlılığı ziyadesiyle arttı. Ziyaretine gidip, talebesi olmakla şereflendi. İlim ve feyzinden istifâdeye âzami gayret gösterdi. Sultan, bu nimete şükrünü şu şiiriyle dile getirmektedir;
Vârımı ben Hakk’a verdim, gayri vânım kalmadı,
Cümlesinden el çekip pes dû cihânım kalmadı.
Çünkü hubbullah erişti, çekti beni kendine,
Açtı gönlüm gözünü, gayri gümânım kalmadı.
Evliyânın himmeti, yaktı beni kül eyledi,
Sâfiyim, buldum safâyı, dü cihânım kalmadı.
Ahmedî der, “Yâ ilâhî! Sana şükrüm çok-durur”,
Hamdulillah aşk-ı Hak’tan, gayri vârım kalmadı.
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"