On yedinci yüzyıl sadrâzamlarından.
1634’de Merzifon yakınlarındaki Marınca köyünde doğdu.
Sultan dördüncü Murâd’ın Bağdâd’ı fethinde şehîd olan süvârî subaylarından Oruç Bey’ın oğludur. Dört yaşında yetim kalan Kara Mustafa, babasının yakın arkadaşı olan Köprülü Mehmed Paşa’nın himayesinde ve kendisiyle yaşıt Fâzıl Ahmed Paşa ile beraber büyüdü. İyi bir tahsîl görüp kıymetli bir asker olarak yetişti. Köprülü Mehmed Paşa’ya dâmâd oldu.
Köprülü Mehmed Paşa sadrâzam olunca, Kara Mustafa onun silâhdârı, sonra telhîsçisi oldu. 1658 Erdel seferine telhîsçi olarak katıldı ve dördüncü Mehmed Han’a Yanova fethinin müjdesini getirdi. Bunun üzerine 1658 Eylül ayında küçük mîrahûrluğa, bir buçuk sene sonra da Silistre beylerbeyliğine tâyin edildi. Bir yıl sonra yirmi beş yaşında iken vezir pâyesiyle Diyârbekir beylerbeyliğine getirildi.
Köprülü Mehmed Paşa vefât edip yerine Fâzıl Ahmed Paşa sadrâzam olunca, Kara Mustafa Paşa, 23 Aralık 1661’de kapdân-ı derya olarak dîvân-ı hümâyûna girdi ve burada dört yıl bir ay on dört gün hizmet etti. 6 Şubat 1666’da ise üçüncü vezirliğe yükseldi.
Fâzıl Ahmed Paşa’nın Uyvar ve sonra da Girid seferleri boyunca uzun yıllar sadâret kaymakamı olarak görev yaptı. Kudretli şahsiyetiyle iyi bir idareci olarak tanındı ve nüfuzu arttı. Dördüncü Mehmed Han’ın her iki Lehistan sefer-i hümâyûnuna Fâzıl Ahmed Paşa ile beraber katılarak Podolya’nın merkezi Kamaniçe’nin fethinde büyük yararlıklar gösterdi. Fâzıl Ahmed Paşa hastalanıp Kemerburgaz’daki çiftliğinde istirâhate çekilince, tekrar sadâret kaymakamlığı yaptı. Fâzıl Ahmed Paşa’nın, 3 Kasım 1676’da vefât etmesi üzerine yanında bulunan kardeşi Fâzıl Mustafa Bey mühr-i hümâyûnu alıp, Edirne’de dördüncü Mehmed Han’a teslim etti. Pâdişâh ise hemen üçüncü vezir ve sadâret kaymakamı olan, Kara Mustafa Paşa’yı davetle mührü ona teslim edip; “Seni kendime vekîl-i mutlak eyledim ve cümle ibadullahı sana emânet ve seni dahi Hak celle ve alâ hazretlerine emânet verdim, mu’în ve yardımcın olsun” dedi.
Kara Mustafa Paşa’nın sadârete geldiği günlerde Lehistan serdârı İbrâhim Paşa, Lehistan kralı Jean Sobieski’yi, İzvançe kalesinde muhasara etmiş, yirmi günlük bir kuşatmadan sonra da Podolya ve Ukrayna’nın Osmanlı Devleti’ne bırakılmasını karâra bağlayan bir andlaşma imzalamıştı.
Lehistan cephesinde barış henüz sağlanmışken Kazak hatmanı Doroşenko’nun Osmanlı himayesinden çıkıp, Rus himayesine girmesi ve Ukrayna’nın merkezi olan şehrin kalesini Ruslara teslim etmesi, Osmanlılarla Ruslar arasında harbe yol açtı. Bunun üzerine harekete geçen Osmanlı hükümeti, Doroşenko’yu Kazak hatmanlığından azlederek yerine Yorgi Himilnitski’yi tâyin etti. lehistan, serdârı İbrâhim Paşa’ya ferman gönderilerek, Kırım hanı Selîm Giray’dan da yardım alıp Ukrayna’yı fethetmesi ve Yorgi Himilnitski’yi yerine geçirmesi emredildi.
İstanbul’dan gemilerle gönderilen top ve mühimmatı aldıktan sonra 1677 Mayıs’ında Tuna’dan karşıya geçen İbrâhim Paşa, Ukrayna toprağında ilerlerken Selîm Giray’la birleşip Haziran ayının sonlarında Çehrin’i kuşattı. Üç tarafı bataklık olduğundan sâdece bir yönden tazyik edilebilen ve diğer taraflardan devamlı yardım alabilen kaleyi düşürmeye muvaffak olamadı. Muhasaranın yirmi üçüncü günü büyük bir Rus ordusunun üç saatlik mesafeye kadar yaklaştığını öğrenen İbrâhim Paşa, iki ateş arasında kalmamak için Bender’e çekildi.
Bu haber İstanbul’da duyulunca, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa; vezirler, şeyhülislâm, devlet erkânı, yeniçeri ağası ve ocak ihtiyarları ile bir toplantı yaparak Çehrin mes’elesini görüştü. Neticede Çehrin’in zaptı için büyük bir sefer açılmasına karar verildi. Bu arada barış için gelmiş olan Rus elçisine, şayet dostluk isteniyorsa Çehrin’in Osmanlı Devleti’ne terk edilmesinin gerektiği, böyle yapılmadığı takdirde büyük bir Osmanlı ordusunun Çehrin önüne geleceği bildirilip geri gönderildi.
30 Nisan 1678’de sultan dördüncü Mehmed ve Kara Mustafa Paşa’nın da dâhil olduğu ordu, İstanbul Dâvûdpaşa kışlasından hareket etti. Silistre’ye kadar gideh dördüncü Mehmed Han buradan Edirne’ye döndü ve orduya bundan sonra Kara Mustafa Paşa kumanda etti.
Yolda Özi nehrini geçip Çehrin’e yardım etmeye gelen Rus kuvvetleri ile kanlı muhârebelerde bulundu ve 20 Temmuz 1678’de Çehrin’i muhasara etti. Bu arada yardımcı Rus kuvvetlerinden bir kısmı kaleye girmeye muvaffak olduğundan, Osmanlı askeri arasında ümitsizlik başgösterdi ise de Mustafa Paşa’nın azim ve irâdesi sayesinde bu tehlikeli vaziyet önlendi. Çehrin’in Ağustos sonlarında başlayan ciddî şekildeki muhasarası nihayet Osmanlı ordusunun zaferi ile neticelendi ve kale Eylül başlarında fethedildi. Rus kuvvetleri, Özi sahillerine kadar tâkib edildi ise de mühim bir netice elde edilemedi.
Bundan sonra Çehrin kalesini tamamen tahrib eden Kara Mustafa Paşa, sefer müddetince yanında bulundurduğu Himilnitski’yi, Namirve kalesine oturtup Ukrayna’yı Osmanlı himayesinde idare etmek üzere tenbihâtta bulunduktan sonra, yanına iki bin tatar muhafız askeri verip geri dönmek için harekete geçti. Ordu Babadağı kışlağına çekildikten sonra, Haleb vâlisi Kara Mehmed Paşa’yı vezâretle bölgeye serasker tâyin eden Merzifonlu, maiyyetiyle 20 Kasım 1678’de Edirne’ye gelerek sancak-ı şerifi Pâdişâh’a teslim etti.
Rusya ile barış imzalanmadığı için savaş hâli devam ediyordu. Bu sebeple yaz mevsiminde tekrar sefere çıkmak için hazırlıklara başlandı. Bunu öğrenip telaşlanan Rus çarı, barış için elçi gönderdi. Bu arada Avusturya’da çıkan Macar isyânı sebebiyle o cepheye dönmek isteyen Kara Mustafa Paşa, barış görüşmeleri için Kırım hanı Murâd Giray’ı me’mur etti. Bahçesaray’da 11 Şubat 1681’de imzalanan andlaşmayla Rusya’yla savaş sona erdi.
Bu arada Avusturya’ya karşı isyân edip Osmanlı Devleti’nin himayesini isteyen Tököli İmre’nin bu müracaatını fırsat bilen Kara Mustafa Paşa, onu orta Macaristan kralı îlân etti. Biryandan kendisi sefer hazırlıklarına başlarken, diğer taraftan Budin beylerbeyi Arnavud İbrâhim Paşa’yı serdârlıkla görevlendirip, kısa sürede Honod, Orta Macaristan’ın merkezi Kaşav, Eperjes, Leutschau ve Fülek de dâhil bütün Orta Macaristan’ı fethederek Osmanlı Devleti’ni matbu tanıyan Tököli İmre’ye bıraktı. Batıda Fransızlarla meşgul olan Avusturya, Osmanlı Devleti ile savaşa girmeye çekindiği için elçiler gönderip barış istedi. Kara Mustafa Paşa ise Avusturya seferine hazırlandığı için, harcanan masrafların ödenmesi, Yanıkkale’nin Osmanlı Devleti’ne terki ve mezheb ayrılığı sebebiyle Protestan Macarlara zulm edilmemesi şartlarıyla barış yapılabileceğini bildirdi. Avusturya bu şartları kabul etmeyince, sefer hazırlıkları hızlandırıldı.
1683 Nisan ayı başlarında dördüncü Mehmed Han’ın komutasında Edirne’den harekete geçen ordu, 3 Mayıs’da Belgrad’ın karşısındaki Zemun sahrasına geldi. Pâdişâh burada sadrâzam Kara Mustafa Paşa’yı serdâr-ı ekremlik ile sefere me’mûr etti ve Yanıkkale’nin fethi ile vazifelendirdi.
Ancak ordu kumandasını eline alan serdâr-ı ekrem, 27 Haziran’da İstolni-Belgrad’da topladığı harb meclisinde Pâdişâh’ın isteğine aykırı olarak Viyana üzerine yürünmesini kararlaştırdı. Dîvânda sadrâzamın görüşünün aksine Kırım hanı Murâd Giray, Yanık ve Kamoran kalelerini alarak etrafa akınlar yapılmasını tavsiye etti. Mustafa Paşa ile Murâd Giray arasındaki ufak çapta tartışma, ikisi arasında bir soğukluk meydana getirmiş ve bu durum Viyana kuşatmasında Kırım hanının isteksiz davranmasına yol açmıştır.
Neticede, Köprülü Mehmed ve Fâzıl Ahmed paşaların sadâretinde yükselme devirlerine eş değerde bir kudret kazanan Osmanlı Devleti’ni, Kânûnî Sultan Süleymân’ın eriştiği mertebenin üstüne yükseltmek ve Alman İmparatorluğunun gücünü kırıp Türk hâkimiyetini Avrupa’nın ortalarına kadar yaymak isteyen Kara Mustafa Paşa, muazzam bir ordunun başında Viyana üzerine yürüdü. Ancak 14 Temmuz 1683’de başlayan ve 12 Eylül’e kadar devam eden kuşatma, vezîriâzamın ağır topları getirmemesi ve mevsimsiz bir zamanda kuşatmayı başlatması gibi tedbirsiz hareketleri ve Kırım hanının hıyaneti yüzünden büyük bir bozgunla neticelendi. Buna rağmen sadrâzam döküntü hâline gelen orduyu Yanıkkale’de toparlamaya ve bir düzen vermeye muvaffak oldu. Bu arada Avusturya ordusu önünde gayretsizliği görülen ve harb alanını ilk defa terkeden Budin vâlisi İbrâhim Paşa’yı cezalandırdı.
Bu arada müttefik ordularının Kamoran ve Estergon üzerine yürüdüğünü haber aldığından, derhâl o kalelere de takviye gönderdiği gibi, düşman üzerine de 30.000 askerle yeni Budin beylerbeyi Kara Mehmed Paşa’yı gönderdi. Mehmed Paşa, Tuna’nın Ciğerdelen tarafında Leh kralının kumanda ettiği ordunun 24.000 kişilik öncü kuvvetlerini bozarak büyük bir kısmını kılıçtan geçirdi. Asıl ordu karşısında az bir kuvvetle tutunamayacağını anlayınca da geri çekildi. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, bunun yardımına gitmesini emrettiği hâlde, Kırım hanının gitmek istememesi üzerine, Murâd Giray’ı azlederek yerine ikinci Hacı Giray’ı tâyin etti.
Viyana önlerindeki muvaffakiyetsizlik dördüncü Mehmed Han’ın Kara Mustafa Paşa’ya karşı beslediği îtimâdı sarsmadı. Hattâ ona, kılıç ve kaftan göndererek gönlünü aldı. Fakat bir süre sonra Kara Mustafa Paşa’nın muhalifleri, Pâdişâh’ın çevresinde öyle bir hummalı faaliyete girdiler ki, kısa sürede Pâdişâh’ı, Viyana hezimetinin yegâne müsebbibinin Kara Mustafa Paşa olduğuna inandırdılar. Böylece hatâlarına rağmen hezimetin kayıplarını telâfi edebilecek kudrette bir devlet adamı olan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın, Belgrad’da îdâmına sebeb oldular.
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, zekî, irâdesi sağlam, azîm sahibi, işten anlar değerli bir devlet adamı idi. Tedkîk edilen olaylara, gerek Türk, gerekse yabancı kaynaklara göre; otorite sahibi olup, sevk ve idare kabiliyeti ile bozgunu durdurarak felâketi önleyecek kudrette idi. Hattâ Budin beylerbeyi ihtiyar vezir İbrâhim Paşa bile, Mustafa Paşa ile arasının iyi olmamasına rağmen, onun îdâm edilmeyip, bu işin sonuna kadar görevde bırakılmasını tavsiye etmişti. Nitekim Mustafa Paşa’dan sonra gelen serdârların ehliyetsizlikleri mağlûbiyetlerin senelerce devamına ve düşmanın Balkanlara kadar sarkmasına sebeb oldu.
Kara Mustafa Paşa’nın bir çok hayır ve hasenatı vardır. İstanbul’da Galata ve Yedikule dışında birer mescid ve Sirkeci’de bir câmi yaptırdı. Çarşı kapısındaki medrese, mescid, mekteb, sebil ve medrese talebesi için olan kütüphânesi, vefâtından bir yıl sonra tamamlanmıştır. Kayseri civarında eşkiyâ yatağı olan incesu denilen yere câmi, hamam ve medrese yaptırdıktan sonra koyduğu kırk muhafızı ile asayişini de te’min etmişti. Ayrıca doğumyeri olan Merzifon’un Marınca köyünde, annesi Âbide Hatun tarafından yaptırılan mescidi genişletmiş ve oraya bir câmi ile mekteb yaptırmıştır. 1679’da da Merzifon’un ortasında sağlam, kârgîr bir câmi-i şerif, onun önünde bir muvakkithâne, bir kütüphâne, bir dershane ve bir şadırvan inşâ ettirmiş, su yolu yaptırarak Taşan (Tavşan) dağından kasabaya su getirmiş, otuz kadar kârgîr çeşme yaptırarak kasabayı ihyâ etmiştir.
Kaynaklar
1) Osmanlı Târihi; cild-3/1, sh. 428 v.d.
2) Rehber Ansiklopedisi; cild-9, sh. 268
3) Mufassal Osmanlı Târihi; cild-1, sh. 2131 v.d.
4) Büyük İslâm Târihi; cild-11, sh. 67 v.d.
5) Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye; cild-1, sh. 294
6) Amasya Târihi (Abdizâde Hüseyin Hüsâmeddîn)
7) Hadîkat-ül-vüzerâ; sh. 109
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"