Hânefî mezhebi fıkıh âlimi. Osmanlı devletinin ilk vezirlerinden ve kadılarından. İsmi Halîl bin Ali’dir. Sultan Orhan Gâzî’ye vezîr olunca, “Hayreddîn” lakabı ve “Paşa” ünvanı verildi. Aslen Eskişehir’de, Sivrihisar yakınlarında Cendere köyünden olduğu için Cenderi ve Çandarlı diye nisbet edildi. Osman Gâzî’nin kayınpederi Edebâlî’nin akrabâlarındandır. Doğum târihi bilinmemektedir. Ordusu ile birlikte Vardar Yenicesi’nde bulunduğu sırada, 789 (m. 1387) yılında hastalanıp Serez’e nakledildi. Serez’de aynı yıl vefât edip, İznik’teki türbesine defnedildi Fâtih zamanında katledilen Vezîr Çandarlı Halîl Paşa başka olup, Kara Halîl Hayreddîn Paşa’nın oğlu İbrâhim’in oğludur.
Çandarlı Kara Halîl, İznik’de Orhan Gâzî tarafından açılan Orhâniye Medresesi talebeleri arasında idi. Orhan Gâzî, 731 (m. 1331) yılında İznik’i fethedince, orada bir medrese yapıp, bir imâret inşâ etti. İmârette ilk olarak bizzat kendisi aş dağıtıp, kandil yaktı. Zamanın büyük âlimlerini medresede ders vermeye da’vet etti. İlk önce Dâvûd-i Kayserî’yi baş müderris ta’yin etti. Ondan sonra Tâcüddîn Kürdî baş müderris oldu. Üçüncü olarak baş müderris olan Alâüddîn Esved Ali bin Ömer isminde, Kara Hoca diye bilinen bir mübârek zât idi. Çandarlı Kara Halîl, bu medresede ilim öğrenip, zamanın din ve fen bilgilerine sâhip oldu. Muhtemelen Edebâlî hazretlerinden de ilim öğrendi. Ahîlerle de yakın irtibatı vardı. Orhan Bey zamanında ilk önce Bilecik kadılığına, daha sonra İznik kadılığına, bilâhare Bursa kadılığına ta’yin edildi. Hocası Tâcüddîn Kürdî’nin kızı ile evlendi. Murâd-ı Hüdâvendigâr sultan olunca, Osmanlılarda ilk olarak kâdaskerlik makamını ihdas edip, Kara Halîl’i de ilk kâdasker (kazasker) olarak ta’yin etti. Kara Halîl Efendi, bütün bilgi ve tecrübesini, genç Osmanlı Devleti’nin teşkilâtlanmasında seferber etti. Orhan Bey zamanında, ilk muntazam askerî teşkilâtın teşkilinde mühim vazîfeler gördü. Yaya ve müsellem adları ile müslüman Türk cengâverlerinden piyâde ve süvari kuvvetlerini teşkilâtlandırdı. Bu teşkilâtın nizâmnâmesini hazırlayıp, ilk asker ocağını kurdu. Bu ocak, daha sonra, yine Kara Halîl’in himmet ve gayreti ile, Birinci Murâd zamanında Yeniçeri ocağının kurulmasına kadar Osmanlı Devleti’nin yegâne muntazam ordusu olarak kaldı. Sultan Murâd-ı Hüdâvendigâr’ın zamanında kâdıaskerlik de kendisine verildi. Rumeli’de yeni şehirler fethedilip, cephe genişleyince; Çandarlı, üçbuçuk asırdan fazla devâm edecek olan Yeniçeri ve Acemî ocaklarını kurmaya me’mûr edildi. Bu işi başarı ile halletti. Molla Rüstem Karamanî ile birlikte bir devlet hazinesi ve devletin mâlî teşkilâtını kurup, çeşitli düzenlemeler yaptı. Daha sonra Halîl Hayreddîn Paşa ünvanıyla vezîr oldu. Çandarlı’ya kadar, Osmanlılarda vezirler, yalnız idâri ve mâlî işlere bakarlardı. Çandarlı’ya, bunlar yanında askerî kumandanlık da verildi. Devletin bütün idârî, mâlî ve askerî işlerini elinde topladı. 787 (m. 1385) yılında ordunun başında Rumeli’ye sefere çıktı. Karaferye, Serez ve Selânik’i aldı. Tesalya ve Manastır’a girdi. Arnavutluk içlerine kadar ilerledi. Ordusu ile berâber Vardar Yenicesi’nde fetih hareketlerine devâm etmekte iken hastalanıp, Serez’e nakledildi. 789 (m. 1387) yılında orada vefât etti. Vefâtı sırasında yanında; Ali, İlyâs ve İbrâhim adlarında üç oğlu vardı. Oğlu Ali Paşa, babasının yerine vezîr oldu. Yaklaşık yüzelli sene, Çandarlı soyundan gelen kimseler Osmanlı devletine en üst seviyede hizmet ettiler.
Çandarlı Halîl Hayreddîn Paşa, ilim ve amelde eşsiz, vera’ ve takvâda nâdirdi. Devlet idâresinde muktedir, kumandanlıkta üstündü. Tevâzu ve cömertlik sâhibi bir kimse olup, işlerini yalnız Allahü teâlânın rızâsı için yapardı. Dünyâya düşkün değildi. Dünyâ malına bağlılığı zarûret miktârı idi. O, yalnız âhıreti kazanmanın yollarını arar, dünyâ işleri ile zarûret miktârı ilgilenirdi. Bütün fakir fukaranın yükü onun üzerinde idi. Yolda ağlayan bir çocuk, cenkte tökezleyen bir at ondan sorulurdu. Âhıret günü bunların hesabını nasıl vereceğini düşünür, elinden geldiğince hatâ yapmamaya, kimsenin kalbini kırmamaya çalışırdı. Nitekim, kendisine sultânın emrine girmesi teklif edilince geri durmuş, ancak hocası emredince, emre itaat etmişti. Sultânın hizmetine de, Allahü teâlânın dînine hizmet edip, O’nun rızâsını kazanabilmek arzusuyla hocasının emriyle girmişti. Bu husûsta “Şakâyık-ı Nu’mâniye” müellifi şöyle anlatır:
Sultan Orhan Gâzî, âlimleri, evliyâyı görüp gözeten bir zât-ı muhterem idi. O mübârek kimse, birgün Alâüddîn-i Esved hazretlerini ziyârete gitti. Onun bulunduğu yere varınca, Alâüddîn-i Esved (rahmetullahi aleyh) nafile namaz kılmakta idi. Orhan Gâzî, avluda bekledi. Bu sırada farz namaz vakti geldi. Orhan Gâzî ve orada bulunan Alâüddîn-i Esved’in talebeleri namaz için hazırlandılar. Namazın sünnetini kıldılar. İkâmet okununca, talebeler arasında bulunan Kara Halîl imâmete geçti. Hazır olan cemâate namaz kıldırdı. Alâüddîn-i Esved de odasından çıkıp geldi. Bir müddet sohbet ettiler. Orhan Gâzî edeble dinledi. Daha sonra başını kaldırıp; “Seferde ve hazerde, ahâli arasında vâki olacak hâdiselerde hükmedip, hak ile bâtılı ayırmak, şer’î hükümleri beyân etmek için bir hâkim-i samedânî lâzımdır. Talebenizden birini benim ile sefere gitmek için ta’yin etseniz” deyip, meramını erzetti. Alâüddîn-i Esved (rahmetullahi aleyh), Orhan Gâzî’nin bu arzusunu kabûl ettikten sonra, talebelerine baktı. Her birinin; “Ne olur beni gönderme!” diye yalvarır bir hâli vardı. Çünkü onlar, sultanla berâber olan ulemâyı dünyâya düşkün olur biliyorlardı. Sultânın kötülüklerine ulemânın ilimlerini âlet etmelerinden korkuyorlardı. Ancak Sultan Orhan, öyle bir kimse değildi. Yanına ulemâyı emretmek için değil, Allahü teâlânın emirlerini onun ağzından dinlemek için, kendisini Allahü teâlânın yasaklarına kaymaktan sakındırması için istiyordu. Kendisine kul değil, başına sultan arıyordu. Devlet sultansız, sultan ulemâsız olmuyordu. Devletin bekâsı sultâna, sultânın yanlış yola sapmaması için ulemâya ihtiyâç vardı. Alâüddîn-i Esved namlı Kara Hoca’nın talebelerinden birinin de bu işi yapması lâzımdı. İş başa düşmüştü.
Kara Hoca da en gözde talebesi Çandarlı Kara Halîl’i Sultan Orhan Gâzî’ye verdi. Kara Halîl (rahmetullahi aleyh) de, “Me’mûr ma’zûrdur.” hükmünce, hocasının emrine tâbi olup, Orhan Gâzî ile birlikte gitti. Seferde ve hazerde, sultâna müşavirlik, anlaşmazlıklarda hâkimlik yaptı. Yanlış yola sapanları terbiye edip, dîn-i İslâmın emir ve yasaklarının tatbikinin, Devlet-i âliye-i Osmaniye içerisinde Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği şekilde icrâsına gayret eyledi.
Çandarlı Kara Halîl Hayreddîn Paşa, Serez’de bir câmi, İznik’de Yeşil Câmiyi, Gelibolu’da Eski câmiyi, İznik’de eski ve yeni imâreti yaptırdı. Bunca hizmetleri arasında, ilm-i belâgatta Celâleddîn-i Kazvînî’nin “Telhîs-ül-miftâh” adlı eserini şerhetti.
Kaynaklar
1) Şakâyik tercümesi (Mecdî Efendi), sh. 30
2) Rehber Ansiklopedisi cild-3, sh. 287
3) Kâmûs-ül-a’lâm cild-3, sh. 2072
4) Tâc-üt-tevârîh cild-1, sh. 91
5) Nuhbet-üt-tevârîh vel-ahbâr cild-3, sh. 305
6) Hadîkât-ül-vüzerâ
7) Tevârih-i Âl-i Osman sh. 56
8) Neşrî sh. 220
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"