Osmanlı sadrâzamı. Rusçuklu Hoca Hasan Ağa’nın oğludur. Yeniçeri ocağından yetişti. 1768-1774 Osmanlı-Rus harbinde bölüğünün bayrağını taşıdığından dolayı, Alemdâr veya Bayrakdâr ünvânı verildi. Rusçuk âyânı Tirsinikli İsmâil Ağa’nın hizmetinde bulundu. Kendini kabul ettirerek hazinedarlığa yükseltildi.
Devlete karşı isyân eden Vidin voyvodası Pazvandoğlu Osman’ın kuvvetlerini yenince, şöhreti etrafa yayıldı. Bu zaferden dolayı rütbesi yükseltildi. Daha sonra 1779’da Pazvandoğlu ile yaptığı çarpışmada gösterdiği başarı sebebiyle silâhşör-i hassa rütbesi verildi. 1803’de Pazvandoğlu’nun adamlarından Manav İbrâhim’i yakalayıp Ruscuk’a gönderdiğinden, İsmâil Ağa ve Eflak voyvodasının arzuları üzerine kapıcı başlığa yükseltildi. 1806 senesinde Tirsinikli İsmâil Ağa öldürülünce, Rusçuk âyânlığına getirildi. Kısa zamanda çevredeki isyâncıları sindirerek kuvvetlendi. Niğbolu’dan Karadeniz kıyılarına kadar nüfuzunu genişletti. Aynı sene Ruslara karşı büyük bir zafer kazandı. Bu başarısından dolayı, hudutta değerli bir kumandanın bulunması gerektiğinden, sultan üçüncü Selim tarafından vezirlik rütbesiyle daimî Silistre vâliliği ve Tuna seraskerliğine tâyin edildi.
Alemdâr Mustafa Paşa, İyi bir tahsil görmemişti. Açık görüşlü bir insan olması sebebiyle düşmanlarla devamlı temasları neticesinde, devletin askerî ve idâri yapısında ıslâhatın gerekli olduğuna kesin inananlardandı. Bu yüzden üçüncü Selim Han’ın Nizâm-ı Cedîd’ini kabul ediyor ve lütuflarından dolayı ona karşı minnet duyuyordu. Üçüncü Selîm Han ıslâhat hareketlerine başlıyacağı sırada Kabakçı isyânı ile yeniçeri zorbaları tarafından tahttan indirildi. Yerine sultan dördüncü Mustafa pâdişâh oldu. Üçüncü Selîm Han’ı seven, ıslâhat hareketlerinin yapılmasını arzu eden ve İstanbul’dan kaçarak yanına gelen, reîsülküttâblık, vezir kâhyalığı gibi hizmetlerde bulunmuş olan Gâlib, Refik, Râmiz, Behiç ve Tahsin efendileri himayesine aldı. Târihte Rusçuk Yârânı diye geçen bu altı kişi, sultan üçüncü Selîm’i tekrar tahta çıkarmak için çalışmaya karar verdiler. Bunun için de başdakileri şüphelendirmeden Alemdâr’ın İstanbul’a gitmesi lâzımdı.
Alemdâr Mustafa Paşa, bu nâzik işi başarabilmek için sultan dördüncü Mustafa’nın ve sadrâzamın îtimâdlarını kazanmaya çalıştı. Bu gaye ile Refik Efendi’yi İstanbul’a, Behiç Efendi’yi de Edirne’ye sadrâzamın yanına gönderdi. Bunların vazifesi Alemdâr Mustafa Paşa’nın Kabakçı Mustafa’yı cezalandırmaktan başka niyeti olmadığına ilgilileri inandırmaktı. Bunlar bu görevlerini başarı ile yaptılar. Bu sırada kapdân-ı derya Seyyid Ali Paşa da Alemdâr’ın tarafına geçmişti.
Edirne’den İstanbul’a dönen sadrâzama Alemdâr Mustafa Paşa 16.000 kişilik sâdık askeriyle yoldaşlık etti. Ordu İstanbul’a girmeden önce Pınarhisar âyânı Hacı Ali Ağa, Alemdâr’ın emri ile, Boğaz nâzırlığı yapmakta olan Kabakçı Mustafa’yı öldürerek kafasını sadrâzama yolladı. Kabakçının öldürülmesi saray erkânı ve yeniçeriler arasında büyük bir telaşa sebeb oldu. 19 Temmuz 1808 Salı günü ordu ve Alemdâr İstanbul’a girdi. Zorbalar ortadan kaldırılmaya, fesatçılar sürülmeye başladı. Sadrâzam Çelebi Mustafa Paşa, Alemdâr Mustafa Paşa’nın çalışmalarından memnun, fakat artan nüfuzundan şikâyetçi idi. Bu yüzden geriye dönmesini istedi. Alemdâr Mustafa Paşada bunun üzerine 28 Temmuz günü 15 binden fazla askeri ile bâb-ı âlîyi bastı. Sadrâzamın mührünü alarak kendisini ordugâhına gönderdi. Sultan Selîm’i tahta çıkarmak için saraya gitti. Zorbaların kandırması ile sultan dördüncü Mustafa, üçüncü Selîm ve şehzâde Mahmûd’un öldürülmesi için ferman çıkarttı ve tahttan çekilmek istemediğini Alemdâr’a bildirdi. Bunun üzerine Alemdâr, kuvvet kullanmaya karar verdi. Saray kapısı kırılmaya başlandı.
Zorbalar harem dâiresinde ibâdetle meşgul olan sultan Selîm’e alçakça saldırdılar. Sultan Selîm, Nizâm-ı Cedîd çalışmalarında olduğu gibi, canını müdâfaada da yalnız kaldı. Hançer darbeleriyle son nefesini veren üçüncü Selîm’in vücûdunu Alemdâr’ın kırdırdığı kapının önüne bıraktılar. Kapı açılınca, Sultân’ın cesedi ile karşılaşan Alemdâr çok üzüldü. Hizmetkârlarının yardımıyla hayâtını kurtaran şehzâde Mahmud’u pâdişâh ilân etti. Alemdâr, ulemâ, devlet ricâli ve ocak ağaları sultan İkinci Mahmûd’a bî’at ettiler. Sultan Mahmûd, pâdişâh olur olmaz Alemdâr’a sadâret mührünü verdi.
Alemdâr Mustafa Paşa, sadrâzam olduktan sonra sultan üçüncü Selîm’in ölümüne sebeb olanları, ıslâhata tarafdâr olmıyanları ve isyâncıları temizledi. Fesat çıkaranları İstanbul dışında ikâmete mecbur etti. Rusçuk yaranından olan Râmiz Efendi kapdân-ı deryalığa, Tahsin Efendi defterdârlığa, Mustafa Refik Efendi sadâret kethüdâlığına ve Mehmed Said Gâlib Efendi reîsül-küttâblığa getirildi. Alemdâr, Sadrâzam olarak devleti idare etmek için gereken kuvvet ve kudrete sâhibti. Fakat devlet işlerini kavrayıp çevirecek keskin bilgi ve görüşten mahrumdu. Bu durumu kendi de îtirâf ettiğinden, Rusçuk yârânı nâzırların tavsiye ettikleri tedbirleri yürürlüğe koyarak devlete hizmet etmeye çalıştı.
Alemdâr Mustafa Paşa ve Rusçuk yârânı iş başına geçtikleri sırada, İstanbul’da devlet otoritesi, zorbaların devlet işlerine karışması yüzünden sarsılmıştı. Rumeli ve Anadolu’da vâliler başlarına buyruk olmuşlardı. Alemdâr ve arkadaşları asayişin sağlanması için işe İstanbul’dan başladılar. Boğaz yamakları ocağı lağvedildi. Yeniçeri ocağı muhasebesinin teftişi vesîlesiyle zorbalar ortadan kaldırıldı. İstanbul’un asayişi sağlandıktan sonra Rumeli ve Anadolu’nun durumu ele alınarak, buralarda vazifeli bütün âyânlar devlet işlerini görüşmek için İstanbul’a davet edildi. İstanbul’da Meşveret-i amme adı verilen büyük bir toplantı yapıldı. Bu toplantıya Rumeli ve Anadolu âyânlarından başka, devlet adamları ve ulemâ da katıldı. Alemdâr bir konuşmayla toplantıyı açtı ve konuşmasında yeniçeriliğe bağlılığını, yeniçeri ocağının geriliğini ve düzelmesi gerektiğini anlattıktan sonra;
1- Yeniçeri subaylarının gediklerinin (boş kadro) kaldırılması,
2- Bekâr yeniçerilerin kışlalarda oturmaya zorlanması,
3- Askerlik yapan yeniçerilerden başka kimseye yeniçeri ulufesi verilmemesi,
4- Kendilerine boş yere ulufe verilenlerin tasfiyesi,
5- Kanunnâmelerinde işaret edildiği şekilde bir öğretimin yeniçerilere yaptırılması,
6- Avrupalıların ileri harp teknik ve silâhlarının şeyhülislâm fetvası ile Osmanlı ordusuna alınması şartlarını teklîf etti.
Hazır bulunanlar, Alemdâr Mustafa Paşa’nın bu tekliflerini kabul ettiler. Bundan sonra âyânlar ile devlet arasında kurulacak münâsebetlerin şeklini ihtiva eden bir sened imzaladılar. Âyânlar ve devletin ileri gelenleri tarafından kabul edilen bu senede sened-i ittifak denildi. Bu senedin meşruluğuna dâir şeyhülislâm fetva verdi. Pâdişâh da bir hatt-ı hümâyûn ile Alemdâr’ın âyânları sindirecek bir orduya mâlik bulunmayan devlet için bu senedini mevcut şartlar içinde kabul etti.
Alemdâr Mustafa Paşa daha sonra askerî ıslâhata girişti. Sekbân-ı Cedîd ismiyle talimli bir askerî teşkilât kurdu. Bu ocağa yazılanlar, tamir edilen Selîmiye ve Levend kışlalarına yerleştirildi. Bunlara bir örnek elbise giydirildi ve Avrupa usûlünde tâlim gösterilmeye başlandı. Bu kuruluşa paralel olarak yeniçeri ocağında da ıslâhat yapıldı. Esâmelerin (kapıkulu askerlerine üzerinde künyeleri ve ulufe dereceleri yazılı olarak verilen kâğıt) alımı satımı yasaklandı. Askerlikle alâkası olmıyanların esâmeleri, yarı bedelleri ödenmek suretiyle ellerinden alındı. Yeniçeri ortalarına bağlı, fakat askerlikten anlamayan bir çok manav, hamal ve kayıkçı delikanlıların sekban veyahut kalyoncu sınıflarına yazılarak askerliği öğrendikten sonra san’atlarıyla uğraşmalarına izin verilmesi kararlaştırıldı. Bu durum yeniçerileri rahatsız etti. İsyan hazırlayan yeniçeriler, günlerce kahvelerde Alemdâr Mustafa Paşa’nın aleyhinde propaganda yapdılar. Alemdâr vak’ası olarak târihe geçen isyândan önceki gece ziyafetten dönen Paşa’ya yol açmak için, maiyyeti, halkı kamçı ve sopalarla dağıttılar. Bu esnada yaralananlar da kahve kahve dolaşarak yeniçerileri isyâna teşvik ettiler. Gece yarısı kışlalarından hareket eden 400 kadar isyâncı yeniçeriye, yağmacılık hırsıyla pek çok serseri katıldı. Plân gereğince, yangın var diye bağrılacak, sadrâzam yangın yerine gitmek için yola çıktığı sırada öldürülecekti. Sadrâzam yangın sadâlarına önem vermeyip, dışarı çıkmayınca, zorbalar Bâb-ı âli’ye hücum ettiler. Sekbanlar dağınık ve kumandasız kaldıkları için Alemdâra yardım edemediler. İsyancılar önce yeniçeri ağası Mustafa Paşa’yı parçaladılar. Sonra sadrâzam Alemdâr Paşa’nın köşkünü sardılar. Alemdâr, zorbalara teslim olmaktansa sonuna kadar karşı koymaya karar verdi. İmdadına gelecek yardımdan ümîdini kesince, vaktiyle mensub olduğu 42. Bölük odabaşısını çağırttı. Haremini Ocağın namusuna emânet ederek ona teslim etti. Yanında sâdece baş haremi ile sâdık harem ağası kaldı. Alemdâr’ın bulunduğu kuleye kalabalık bir yeniçeri grubunun hücum etmesi üzerine, daha önce koydurduğu barut fıçısının üzerine tabancası ile ateş etti ve büyük bir patlama oldu. İsyancılardan beş yüz yahut sekiz yüz kişi bir anda havaya uçup öldüler. 15 Kasım 1808’de dumandan boğulan Alemdâr Paşa ile iki sâdık adamının cesedi iki gün sonra enkaz altından çıkarıldı. Cesedi sokaklarda sürüklendikten sonra Etmeydanında baş aşağı asıldı. Sonra da parçalanmış olan kemikleri, Yedikule dışında bir hendeğe atıldı.
Yeniçerilerin korkusundan, ocağın kaldırıldığı târihe kadar tam on sekiz sene, kabrinin üstüne mezar taşı bile dikilemedi. 1908’den sonra kurulan Târih-i Osmânî encümeni tarafından Alemdâr’ın kemikleri Gülhâne parkı karşısındaki Zeyneb sultan mezarlığına taşıtılmış, Rusçuk yaranından Tahsin Efendi ile yanyana gömülmüştür. Alemdâr Paşa’nın ölümü ile yenilik hareketleri on sekiz sene daha geri kalmıştır.
Alemdâr Mustafa Paşa’nın dört oğlu ve bir kızı olup, soyu sâdece Hasan Bey adlı oğlundan devam etmiştir.
Kaynaklar
1) Târih-i Cevdet; cild-9, sh. 14.
2) Hadîkat-ül-vüzerâ zeyli; sh. 19
3) Netâyic-ül-vukûat; cild-4, sh. 51
4) Alemdâr Mustafa Paşa, (İ. H. Uzunçarşılı, İstanbul-1942)
5) Kâmûs-ül-a’lâm; cild-6, sh. 4307
6) Vekâyinâme (Câbi Ömer Efendi, Es’ât Efendi Kütüphânesi, No: 2650)
7) Selîm-III ve Alemdâr Mustafa Paşa (A. Cemal Erksan, Târih Dünyâsı Özel Sayısı, İstanbul 1950)
8) Îzahlı Osmanlı Târihi Kronolojisi; cild-4, sh. 89
9) Rehber Ansiklopedisi; cild-1, sh. 173
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"