Osmanlı âlim ve evliyâsından. İsmi Yahyâ olup, Beşiktâşî diye de tanınır.
1494 (H.900) senesinde Trabzon’da doğdu.
1570 (H.978)te Beşiktaş'ta vefat etti.
Şamlı Ömer Efendi'nin oğludur. Aslen Amasyalıdır. Beşiktâşî Müderris Yahyâ Efendi; İbn-i Ömer el-Arabî, Yahyâ bin Ömer Beşiktâşî ve Molla Şeyhzâde gibi isimlerle tanınıp meşhur olmuştur.
Babası Şamlı Ömer Efendi, uzun müddet Trabzon’da kâdılık yaptı. Yahyâ Efendi orada dünyâya geldi. Kânûnî Sultan Süleymân da, Trabzon’da aynı sene aynı haftada doğdu. Kânûnî ile süt kardeşi oldular. Kânûnî, Yahyâ Efendiye “Ağabey” derdi.
İlk tahsilini, babasından ve orada bulunan başka âlim zâtlardan yapan Yahyâ Efendi, küçüklüğünden îtibâren ilim öğrenmeye başladı. Çok riyâzet ve mücâhede yaptı. Zâhir ve bâtınî ilimlerde yüksek derecelere, mânevî olgunluklara kavuştu. İlimdeki kemâlâtını arttırmak ve daha yükseklere kavuşmak maksadıyla, hilâfet merkezi olan İstanbul’a geldi. Zenbilli Ali Cemâlî Efendinin hizmet ve derslerine kavuştu. Vefâtına kadar derslerine devâm etti. Kânûnî Sultan Süleymân, sultan olunca, ona çok yakın alâka gösterdi ve yardım etti.
Ali Cemâlî Efendinin vefâtından sonra müderris oldu. Yahyâ Efendi, uzun müddet çeşitli medreselerde vazîfe yaptıktan sonra, 1553 senesinde, Sahn-ı semân medreselerinden birine müderris tâyin edildi. İki sene sonra da emekli oldu. Emekliliğinden sonra inzivâya çekilip, yalnız kalarak hep ibâdet ve tâatle meşgul olmayı tercih etti. Beşiktaş’ta satın aldığı deniz kenarında bulunan bahçesinde, bir ev ve mescit yaptırdı. Sonraları evin etrâfında; medreseler, hamam ve orada kalanların barınacakları odalar ve yol üzerinde herkesin gelip geçtiği bir yerde de, çok güzel bir çeşme yaptırdı. Pek mahâretli olup, inşaat işlerini bizzat kendisi yapardı.
Yahyâ Efendinin iyilik, ikrâm ve ihsânları pek çoktu. Bâzan şehrin ileri gelenleriyle ilim sâhiplerini dâvet eder, çeşit çeşit ikrâmlarda bulunurdu. Bâzan da fakirlere, yoksullara ziyâfet çeker, gönüllerini alırdı.
Beşiktaşlı müderris Yahyâ Efendi, ömrünün sonuna kadar Beşiktaş’taki yerinde, ibâdet ve mücâhede ile vakit geçirdi. 1570 (H.978)te burada vefât etti. Cenâze namazını Şeyhülislâm Ebüssü’ûd Efendi kıldırdı. Bahçesi yakınında bulunan ve daha önceden hazırladığı kabrine defnolundu. Cenâzesinde vezîrler, âlimler, zenginler ve fakirlerden müteşekkil çok kalabalık bir cemâat hazır bulundu. Kabri üzerine İkinci Selim Han tarafından türbe yaptırıldı. Daha sonra gelen Osmanlı sultanları, Yahyâ Efendinin türbesi, câmi ve zâviyesiyle diğer külliyesinin bakım ve tâmirini büyük bir hassâsiyetle ve aksatmadan yapmaya devâm ettiler.
Yahyâ Efendi, çeşitli ilimlerde söz sâhibi olup, naklî ilimlerden başka; tıp, hikmet, hendese ve fizik gibi aklî ilimlerde de mahâret ve ihtisâs sâhibiydi. Duâsı, Allahü teâlânın izniyle hastalara şifâ olurdu. Hem zâhirî, hem de bâtınî kemâlâtâ sâhipti. Ziyâretine gelenler, onun kereminden, kerâmetinden, hikmetli sözlerinden, tıbba dâir bilgilerinden, ilim ve fazîletinden istifâde eder ve feyz alarak dönerlerdi.
Sohbetinde bulunanların herbirine; “Âşık” diye hitâb ederdi. Sohbetlerinde din büyüklerinden bahseder, onların menkıbelerini, güzel hâllerini anlatırdı.
Kânûnî Sultan Süleyman Han, Yahyâ Efendinin pek yüksek bir zât olduğunu, Hızır aleyhisselâmla görüştüğünü bilir, kendisini de görüştürmesini isterdi. Aralarında geçen bir menkıbe şöyle anlatılır:
Kânûnî, bir gün kayıkla Boğaz’da gezmeye çıkmıştı. Ortaköy hizâsına gelince, kıyıya yanaşıp, bir adam göndererek Yahyâ Efendiyi çağırttı. O da yanında bir ahbâbı ile gelip kayığa bindi, birlikte giderlerken, Yahyâ Efendinin ahbâbı, devamlı Kânûnî’nin parmağındaki çok kıymetli bir yüzüğe bakıyor ve bu bakış dikkati çekiyordu. Kânûnî bu hâli farkedince, parmağındaki yüzüğü çıkarıp; “Buyurun, daha yakından iyice bakıp inceleyebilirsiniz” diye uzattı. O zât yüzüğü aldı, evirip çevirdikten sonra, denize atıverdi. Yahyâ Efendi hâriç, kayıkta bulunanlar çok hayret ettiler. Bir müddet gittikten sonra, o zât inmek istediğini bildirince, kayık kıyıya yanaştı. O zât ineceği sırada denizden bir avuç su alıp Sultan’a uzattı. Avucundaki suda, biraz önce denize attığı yüzük görünüyordu. Yahyâ Efendi hâriç, kayıkta bulunan herkes yine çok hayret ettiler. Kânûnî elini uzatıp yüzüğü alınca, o zât birdenbire gözden kayboluverdi. Kânûnî, Yahyâ Efendiye dönerek; “Ağabey, neler oluyor?” deyince; “O gördüğünüz Hızır aleyhisselâmdı.” cevâbını verdi. Bunun üzerine Kânûnî; “O hâlde bizi niye tanıştırmadınız?” deyince; Yahyâ Efendi; “O kendini tanıttı. Ama siz tanımakta geç kaldınız!” buyurdu.
Yahyâ Efendinin iki oğlu olup, her ikisi de babaları gibi ilim ve irfân âşığı kimselerdi. Babalarının yolunda bulunmuşlar, vefâtlarında aynı türbeye defnolunmuşlardır.
Yahyâ Beşiktâşî hazretlerinin şâirliği de kuvvetliydi. Müderris mahlasıyla tasavvufî şiirleri ve müretteb Dîvân’ı vardır.
Kaynak: Yeni Rehber Ansiklopedisi
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"