Seyyid Abdülhakim-i Arvasi

abdulhakimarvasiBirkaç maddî bilgi çerçevesine sıkışmış kalmış olup, büyük âlimlerden ve bunların eserlerinden ve bilhâssa, dîn-i islâmın, Benî İsrâîl Peygamberlerine "salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma'în" ben­zetilen, çok mikdârda ve çok yüksek âlimlerinden, velîlerinden ha­beri olmıyan ve din bilgisi olarak, ana, babamızdan duyduğumuz, fekat etrâfımızda esen fırtınaların yavaş yavaş uçurduğu az bir ser­mâyeden başka hiçbir şeyi bulunmıyan bizlere, her biri, kıymetler, meziyyetler hazînesi ve se'âdet-i ebediyye kapısının anahtarı olan sayısız islâm kitâblarının ismlerini işitdiren ve bunların, rûh hasta­larına devâ yazılarını okumak ve anlamak bahtiyârlığına kavuşduran ve Allahü teâlânın Türk milletine büyük ihsânı, kâfirlerin ve mürtedlerin yalan ve yaldızlı sözlerine aldanarak ebedî felâkete sü­rüklenen ma'sûmların kurtarıcısı ve Allahü teâlânın varlığını, Pey­gamberimizin "sallallahü aleyhi ve sellem" üstünlüğünü, îmânın ve islâmın hakîkatini, fikr hastalarına içirerek, gençliğe şifâ sunan rûh mütehassısı ve kalbleri karartan, ecdâdımızın mukaddes yolunu ör­ten, küfr ve irtidad bulutlarının dağıtıcısı serin sabâh rüzgârı ve îmân kaynaklarını temâmen örten, dinsizlik karanlığını ufuklardan sıyırıp dağıtan, ilm ve ma'rifet güneşi, dört mezhebin inceliklerine, evliyâlığın yüksekliklerine vâkıf, seyyid Abdülhakîm Efendinin "kuddise sirruh", kitâblarını okumak nasîb olan tâli'lilere, bu dün­yâ ve âhıret se'âdetinin rehberinin hâl tercemesini kısaca takdîm et­mek ve hâtırasını yâdigâr bırakmak uygun görüldü.

Seyyid Abdülhakîm bin Mustafâ "kaddesallahü teâlâ esrârehü-mâ", sofiyye-i aliyye büyüklerinden ve ilmi ile âmil ulemânın kâ­millerinden olup, tervîc-i din ve neşr-i ilm ve sehâyı tâbı' ve şer'i şerîf-i Ahmedînin "sallallahü aleyhi ve sellem" icrâsında bezl-i vü-cûd ve sarf-ı mal ederek, akran ve emsâlinin üstünde bir zât-ı kerî-mül-hisâl idi.

Van vilâyetinin Başkal'a kazâsında, 1281 [m. 1865] de tevellüd etdi. Binüçyüz sene-i hicriyyesi ibtidâsında icâzet [ya'nî diploma] aldı. İlm-i sarf, nahv, mantık, münâzara, vadı', beyân, me'ânî, be-dî, kelâm, usûl-i fıkh, tefsîr, tesavvuf, nush-i lil-müslimîn, iftâ-i a- lel-mezhebîn, ulûm-i hikemiyye, ya'nî hikmet-i tabî'iyye [fizik, bi­yoloji], hikmet-i ilâhiyye, riyâziyye, ya'nî hesâb ve hendese ve hey'et [astronomi] gibi ulûm-i zâhiriyyeyi, allâme seyyid Fehîmden "kuddise sirruh" me'zûn olduğu gibi, yine onlardan tesavvufun Müceddidî, Kâdirî, Kübrevî, Sühreverdî, Çeştî kısmlarından dahî me'zûn olmuşdur. Babasının babası, seyyid Muhyiddîndir. Bunun babası, seyyid Muhammeddir. Bunun babası olan seyyid Abdür-rahmân, seyyid Fehîmin babasının babasıdır "rahmetullahi aley­him ecma'în". Dedelerinin oniki imâmdan, Alî Rızâ bin Mûsâ Kâ­zıma "rahime-hümullahü teâlâ" dayandığı, Irakdaki mahkeme-i şer'ıyye kaydlarında yazılı olduğu gibi, seyyid Abdülkâdir-i Geylâ-nînin "radıyallahü anh" torunu seyyid Abdürrezzâkın "kuddise sirruh" mubârek eli ile de tasdîklidir.

Binüçyüzotuziki 1332 [m. 1914] senesi Receb-i şerîfi birinci gü­nü, Rus askeri Başkal'aya bir sâat mesâfeye yaklaşdıkda başlıyan ermenilerin yapdığı zulm ve katl-i âmdan halâs bulup, kadın, ço­cuk yetmiş kişilik yakınları ile, hicret ederek, Revandız, Erbil, Mû-sul, Adana, Eskişehir ve nihâyet binüçyüzotuzyedi 1337 [m. 1919] senesinin şevvâli ibtidâlarında İstanbulda Eyyûb Sultân nâhiyesi-ne geldiler. Önce çarşı içindeki (Yazılı medrese) ye yerleşdirildi-ler. Sonra, Gümüşsuyunda İdris köşkü civârındaki Mürtezâ efendi mescidinin imâmlığına ta'yîn olundu. Bu hicretinden evvel iki def'a hac etmişdir. Risâle büyüklüğünde müteaddid mektûbları vardır. Mevlid okunmasının ve tesbîh kullanmanın başlangıcı ve meşrû'iyyeti ve (Rabıtayı şerîfe) risâlesi ve islâm halîfelerinin so­nuncusu olan sultân Vahîdeddîn hân zemânında (Medrese-i müte­hassısın) denilen islâm üniversitesinde tesavvuf müderrisi [profe­sörü] iken yazdıkları (Erriyâz-ut-tesavvufiyye) kitâbı ve (Sahâbe-i kirâm) ve (Ecdâd-ı Peygamberî) risâleleri ve islâm hukûku ismli eserleri, Arabî, Fârisî ve Türkçe şi'rleri pek kıymetlidir. Siyâsete hiç karışmamış, siyâsî fırkalara bağlanmamışdır. Bölücülüğe, tarî-katçılığa karşı idi. Tekkelerin lağvı kanûnu çıkdıkdan sonra, şeyh­lik, mürîdlik üzerinde konuşduğu işitilmemişdir. Kanûnlara uy-makda çok titiz davranır, konuşmalarında da bunu tavsiye ederdi. Dîni dünyâ çıkarlarına âlet eden yobazlara karşı Eyyûb Sultân, Fâtih, Bâyezîd, Bakırköy, Kadıköy, Beyoğlunda Ağa câmi'i şe-rîfleri kürsîlerindeki konuşmaları, bunların iftirâlarına sebeb ol­du. Bunların tahrîki ile [1362] Ramezânının onsekizinci ve [1943] Eylülünün onsekizinci Cumartesi günü İstanbuldan İzmire götü­rüldü. Meserret otelinde, sonra bir evde kaldı. Zilka'denin onun­cu Pazartesi günü Ankaraya hareket ederek, Salı günü Ankarada, Hâcı Bayram-ı Velî civârında, birâder zâdeleri seyyid Fârûk Işıkın evine geldi. Fârûkun evinde onsekiz gün hasta yatdı. 1362 Zilka'desi yirmidokuzuncu ve 1943 teşrîn-i sânîsi (Kasım ayı) yirmiyedinci Cumartesi günü, güneş doğmadan onsekiz dakîka evvel, ezânî sâat onikide ve zevâlî sâat altı buçukda nâil-i vuslet-serây-i ebedî oldu. O gece hafîf bir zelzele olmuşdu. O gün Keçiören nâhiyesinde dâmâdı İbrâhîmin (İbrâhim Arvas) evine nakl ve orada, gasl, techîz ve tekfîn ve nemâzı edâ edilip, Ankara şehri şimâlinde ve şehre yirmidört kilometre kadar mesâfede Bağlum nâhiyesine gurûb-i şems ile berâber defn edildiler. Nemâzında bulunmak, telkîn vermek ve kabr-i şerîfine girmek vazîfeleri Hüseyn Hilmi Işıka nasîb olmuşdur. Kabristân, nâhiyenin garb cihetinde, hafîf meylli ve elli metre kadar mesâfede olup, kabrleri, kabristânın şimâl-i şarkîsindedir. Bağlum mescidinin kapısı yanında, seyyid Burhâneddîn Mûşî haz­retlerinin kabri vardır. Allahü teâlâ derecesini yüksek eylesin! He­pimizi şefâ'atine kavuşdursun! Kitâblarını okuyup, gösterdiği yol­da ilerlemek ve rûh-i mukaddesinden her an istifâde etmek nasîb eylesin! Âmîn. 

 

Ağlasın, kan ağlasın her müslimân!

Çünki, seyyid Abdülhakîm terk etdi cân,

Âlim-ü âmil, veliyy-i kâmil idi,

Zâtına mevdu' idi sırr-ı nihâin.

 

Kaldılar birden yetîm-ü bî nevâ,

Hem islâmiyyet, hem hakîkat bîgümân.

Gördü amma ki, inanmaz gözlerim,

Oldu mu cidden, ol hazret kün fekân?

 

Şevk ile raks eyledi yer, bir gece,

Ertesi gün, etdi derâguş hemân.

Hayf kim, Hurşîdimiz etdi gurûb

Bir ferîd-i asr idi ol, bî gümân!

 

Olmuş idi, son zemânda çok elîm,

Derd ile âlâma, bir seng-i nişân.

Âlem-i islâm için, bu cidden mühim,

Bir musîbetdir, ey gönül kan ağla, kan!

 

Rûh-i bâkisinden istimdâd edip,

Söyledim târîhini nâ gehân,

"Hayl" çıkdı, kaldı bi ser-i râhdan.

Mâtem-i islâma ağlar âsumân