Osmanlı Devletinde Cumâ günleri olmak üzere sadrâzamın başkanlığında kurulan dîvân. “Huzur Mürâfaası” da denilir. Fâtih Kânunnâmesi’ne göre şer’î ve örfî dâvâlara pâdişâhın mutlak vekîli olan sadrâzamın huzûrunda bakılır ve karâra bağlanırdı.
Cumâ günleri sabah namazından sonra kazaskerler “örf” denilen büyük kavuklarını giyerek vezîriâzamın sarayına, yâni Paşa kapısına gelirler ve dîvânhânede yerlerini alırlardı. Dîvânda sadrâzamın sağında Rumeli, solunda da Anadolu kazaskeri otururdu. Yine sadrâzamın solunda ayakta olarak büyük tezkireci, çavuşbaşı, çavuşlar kâtibi ve diğer dîvân çavuşları ve bunların alt tarafında muhzır ağa ile bostancılar odabaşısı, kethüdâ yerleri, cebeci ve topcu çavuşları dururlardı. Diğer taraftan muhzır ağanın maiyeti olan muhâfız yeniçeriler de dîvânhâne merdiveninin aşağısında yer alarak verilecek emri beklerlerdi.
Dîvânda, dâvânın görülmesi, dâvâcı ile dâvâlının yüzleştirilmesi ve dinlenmesi biçiminde olurdu. Dâvâ tek celsede karâra bağlanırdı. Bir müddet görüşmelerden sonra, kazaskerlere yemek verilirdi. Eğer dîvânda müşkül ve tedkike muhtaç dâvâ olup, tehiri îcâb etmişse, yemekten sonra iyice gözden geçirilir ve sonra kazaskerler evlerine giderlerdi.
Cumâ dîvânı Topkapı Sarayındaki Kubbealtı’nda, bâzan da arz odasında toplanırdı. On sekizinci yüzyıldan sonra, Cumâ dîvânlarına İstanbul kâdısı da iştirak etmeye başlamıştır. Ancak yine bu yüzyıldan îtibâren sadrâzamlar işlerinin yoğunluğundan genel olarak Cumâ dîvânlarına katılamamışlardır. Bu îtibârla bu yüzyıldan sonra sadrâzamın başkanlığında toplanan dîvânlara Huzûr mürâfaası denilmiştir.
Kaynak: Yeni Rehber Ansiklopedisi Cilt 4
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"