Fâtih Sultan Mehmed Han’ın Akkoyunlu sultânı Uzun Hasan ile 11 Ağustos 1473’de, Otlukbeli mevkiinde yaptığı büyük meydan muhârebesi.
Uzun Hasan hükümdarlık tahtına geçinceye kadar, Akkoyunlularla Osmanlı Devleti arasında herhangi bir problem yoktu. Fakat onun iş başına gelmesiyle birlikte durum değişti. Çünkü o, Karakoyunlu hükümdarı Cihânşâh ile, Mâverâünnehr hükümeti hükümdarı Ebû Saîd Mirânşâh’ı öldürmeye ve topraklarını da kendi arazisine katmaya muvaffak oldu. Daha sonra Horasan hükümdarı Hüseyin Baykara’yı yenerek topraklarından bir kısmını zapteden Uzun Hasan, bu suretle Fırat havalisinden Mâverâünnehr’e kadar uzanan büyük ve kuvvetli bir devlet kurmuş oldu. Topraklarının genişlediği nisbette gururunun arttığı görülen Akkoyunlu hükümdarının ayrıca cihângir olmak sevdası da vardı. Nitekim o, Ebû Saîd’i mağlûb ettiği gün atını meydana sürerek; “Bu diyarın serdârları şecaatim âsârını gördüler. Fırsat elverirse, cür’et ve celâdetimi Hüdâvendigâr’a (Osmanlı hükümdarı) da gösterem” demişti.
Ancak Osmanlı Devleti’nin şimdiye kadar mağlûb ettikleri ile kıyaslanmayacak kadar güçlü olduğunu bilen Uzun Hasan, Fâtih Sultan Mehmed karşısında başarı sağlıyabilmek için büyük hazırlıklara girişirken, elverişli bir zamanı da kollamaya başladı. Ayrıca Osmanlılarla ihtilâf hâlinde bulunanları himaye ederek onlara bilfiil askerî yardımda bulunurken, Osmanlılar aleyhine hıristiyan devletlerle de ittifak etti.
Öte yandan Fâtih Sultan Mehmed ise, bir taraftan Avrupa’da fetih hareketiyle meşgul olurken diğer taraftan Anadolu’da Türk birliğini te’mine çalışıyordu. Ancak 1460 yılında Uzun Hasan’ın Osmanlı hududuna tecâvüzü ve Koyulhisar’ı zaptetmesi Fâtih sultan Mehmed’i son derece müteessir etti. Bunun üzerine ordusuyla derhâl harekete geçerek Erzincan üzerine yürüdü ve Yassıçemen denilen yerde ordugâhını kurdu. Ancak Osmanlı pâdişâhının Akkoyunlulara hücuma hazırlandığı bu sırada Uzun Hasan’ın bir elçi hey’eti geldi. Aralarında Uzun Hasan’ın annesi Sara Hâtun’un da bulunduğu elçilik hey’eti Osmanlı memleketlerine ve onların himayeleri altındaki yerlere tecâvüz etmemek ve Trabzon-Rum İmparatorluğuna yardımda bulunmamayı kabul ederek bir anlaşma yapmaya muvaffak oldular. Karamanoğullarının yaptığı gibi kâfirleri takviye edici ve müslümanları zaafa uğratıcı hareketlerde bulunmadıkça müslüman memleketlerine hücum etmeyen Fâtih Sultan Mehmed Han, bu anlaşmayı yeterli görerek Trabzon Rum İmparatorluğunun üzerine yürüdü.
Ancak bu sırada Osmanlılarla baş edemiyeceğini düşünen Uzun Hasan, hazırlıklarına devam etmekten geri durmadı. Nihayet 1472 yılında kendisini yeteri kadar kuvvetli hissettikten sonra, yanına sığınmış bulunan Karamanoğlu Pir Ahmed ve Kasım beylere 30.000 kişilik bir kuvvet katarak Tokat’ı vurdurdu. Tokat’ta yağma ve katliâm yapan bu kuvvetler, daha sonra Osmanlı idaresi altındaki Karaman topraklarına girerek, aynı hareketleri tekrarladılar. Bölgede bulunan Gedik Ahmed Paşa, emrindeki kuvvetlerle bunlara karşı koyamıyacağını anlayınca, Karaman vâlisi şehzâde Mustafa’nın yanına çekildi. Fâtih’in emriyle Anadolu beylerbeyi Dâvûd Paşa da bu kuvvetlere katılınca, Konya vâlisi şehzâde Mustafa büyük bir sür’atle hareket ederek Kıreli mevkiine geldi. Yusufca Mirza, Osmanlı ordusunun bu kadar kısa zamanda harekete geçeceğini tahmin edemediğinden, Kıreli meydan muhârebesinde büyük bir hezimete uğradı. Bir çok Türkmen beyi bu savaşta öldü. Yaralı olarak ele geçirilen Yusufca Mirza da diğer esirlerle birlikte İstanbul’a gönderildi (18 Ağustos 1472).
Diğer taraftan Tokat’ın tahrîbî ve Akkoyunlu kuvvetlerinin Karaman topraklarında faaliyette bulunmaları, Osmanlı Sultânını son derece müteessir etti. Bu sebeple derhâl sefer için hazırlanıp, baharda Bursa Yenişehir’inde toplanmaları hakkında eyâletlere hükümler ve emirler gönderildi. Hattâ Fâtih, çadırını Anadolu tarafına geçirterek orada kurdurdu. Osmanlı ülkesinde harp hazırlıklarının başladığı sırada, Uzun Hasan cür’etini büsbütün artırarak Fâtih’e gönderdiği bir mektupta, Kapadokya ile Trabzon’un kendisine terk edilmesini istedi.
Bunun üzerine Fâtih Sultan Mehmed Han, Uzun Hasan’a şu mektubu gönderdi: “Bundan önce annenin ricasıyla pençe-i gazabımdan kurtulmuştun. Biz de seni akıllanmış kabul ederek affetmiştik. Hâlbuki senin gibi hâin bir Türkmen’in benim zâmân-ı ma’delet nişân-ı hüsrevânemde saltanat ve istiklâl dâvasında bulunması haramdır. Senin kendin gibi olan bir kaç kimseye şiddet yoluyla galip gelmene, kendi topraklarında gösterdiğin gurur ve azametine, hattâ bütün kudret ve şevketine bizim müsâde ve müsamahamız sebeb oldu. Buna rağmen bâde-i gurur ile mestü medhûş olarak ve inâyât-ı pâdişâhânem hukukunu unutarak adaletli idarem altında yaşayan Tokat’a ve sonra da Karaman ülkelerine askerlerini göndererek tîynet-i redîen (alçak huyun) müktezâsınca ahâliye zulmettirdiğin, birtakım şiddetlere başvurduğun ve rezaletlere sebeb olduğun mâlûmumuzdur. Onun için seni öldürmek ve memleketini elinden almak üzere bu yılın baharında harekete karar verdik. Seni affetmek kat’iyyen düşünülmemektedir. Beyhude zahmet çekme. Sen, vilâyet yıkmayı pâdişâhlık mı zannettin? Çekinmeden, korkmadan topraklarımıza tecâvüz ettiğin için kılıcımız senin göğsünde kana bulanmalıdır. Er isen meydana gel. Kadın gibi delikten deliğe girme. Hazırlıklarını yap, haber verilmedi deme. Zîrâ ki vücûd-i habîsin arz-ı telefdür ve bu bâbda özür ve bahâne bertaraf dur.”
Fâtih Sultan Mehmed Han kesin karârını Uzun Hasan’a bu mektubuyla bildirdikten sonra, Mısır Memlûklülerine elçi gönderip tarafsızlıklarını sağladı. Nihayet bütün hazırlıkların tamamlandığı ve ordunun toplanma yerinde hazır olduğu sırada, Fâtih Sultan Mehmed Han Rumeli’nin muhafazası için şehzâde Cem’i Edirne’ye göndererek, Nisan ayında Üsküdar’dan hareket etti. Bursa Yenişehir’e geldiği zaman Rumeli beylerbeyi Has Murâd Paşa ve Rumeli kuvvetleri orduya iltihak ettiler. Karaman vâlisi şehzâde Mustafa Beypazarı’nda ve Amasya vâlisi şehzâde Bâyezîd ise, Kazova’da eyâlet ve maiyyet kuvvetleriyle orduya katıldılar. Osmanlı ordusunun mevcudu 40.000 kişilik kapıkulu ocakları askeri, 20.000 kişilik şehzâde maiyyetleri ve 60.000 kişilik Anadolu ve Rumeli eyâlet askerleriyle 100.000’i aşmıştı.
Ordu, Sivas’a geldikten sonra işler güçleşti. Çünkü bundan sonra çok dağlık ve sarp bir araziye giriliyordu. Hattâ yüksek dağların aşıldığı sıralarda Osmanlı ordusu kar fırtınasına bile tutuldu. Bundan başka Osmanlı sınırı geçildiğinden her an bir düşman kuvveti ile karşılaşmak da mümkündü. Bunun için Fâtih Sultan Mehmed Han, bir ihtiyat tedbîri olmak üzere, orduyu tertipledi. Bu tertibe göre sağ kola şehzâde Bâyezîd komutan yapılıp emrine Rumeli beylerbeyi Has Murâd Paşa ile kırk sancak beyi verilmişti. Yirmi bin Rumeli azabı da bu koldaydı. Sol kol kumandanı şehzâde Mustafa’nın emrinde ise, Anadolu beylerbeyi Dâvûd Paşa ile yirmi dört sancak beyi ve yine yirmi bin azab askeri bulunuyordu. Pâdişâh ortada bulunuyor, önünde yeniçeriler, sağında ve solunda ise, sipâhî ve silâhdar bölükleri yer alıyordu.
Yürüyüş hâlindeki ordunun öncü kuvvetlerinin başına Has Murâd Paşa getirilmiş, peşinden de Dâvûd Paşa gönderilmişti. Ordu bu şekilde kırk günden fazla bir yolculuk yaptığı hâlde hâlâ Uzun Hasan’dan haber alınamamış ve Erzincan’a kadar gelinmişti. Bu arada Uzun Hasan’ın beş bin kişilik bir kuvvetiyle karşılaşıldı. Fakat Turhanoğlu Ömer Bey’in idaresindeki beş bin kişilik bir Osmanlı kuvveti Akkoyunluların bu kuvvetlerini mağlûb etti. Bunlardan ganîmet ve esir alan Osmanlı ordusuna, Tercan’a gelindiği vakit, dağlara sığınmış olan bir çok insan gelip teslim oldu. Bu olaylar üzerine Akkoyunlu ordusuna yaklaşıldığını hisseden Fâtih Sultan Mehmed Han, vezîriâzam Mahmûd Paşa’yı öncü kuvvetlerin başına vererek Rumeli beylerbeyi Has Murâd Paşa ile birlikte ileri gönderdi. Bu kuvvetlerin Fırat’ı tâkib ederek doğuya doğru yürüdüğü esnada Uzun Hasan’ın kuvvetleri de karşı sahilde göründüler.
Uzun Hasan, Osmanlı ordusunun hareketinden daha önceden haberdâr olduğu için oğlu Uğurlu Mehmed kumandasındaki bir kısım kuvveti, sağını nehre verip, arkasını dağlara dayayarak Fırat kenarında müsait bir mevkie yerleştirmişti. Bu kuvvetlerin kumsal yerlerin birinden beriye geçeceğini tahmin eden Mahmûd ve Has Murâd paşalar buna zaman bırakmadan karşıya geçmeye karar verdiler. Karşıya ilk olarak Has Murâd Paşa geçecekti. Tâyin edilen yerden, Uzun Hasan kuvvetlerinin mâni olmak istemesine rağmen karşıya geçildi. Uzun Hasan kuvvetleri geriye doğru çekilmeye başlayınca bu kolay başarıdan şüphelenen vezîriâzam Mahmûd Paşa, hemen haber gönderip Has Murâd Paşa’nın durmasını emretti. Fakat genç ve tecrübesiz Murâd Paşa bu emri dinlemeyip ileri atıldı ve pusuya düştü. Maiyyetinde bulunan on iki bin kişilik kuvvetin büyük bir kısmı zayi ve esir olup çok azı kurtulabildi. Kendisi de ölenler arasındaydı.
Bu galibiyet Akkoyunlular için önemli bir hâdise idi. Çünkü Osmanlı askerinin morali bozulmuştu. Fakat bu durumdan Akkoyunlular faydalanamadı. Uzun Hasan, Has Murâd Paşa kuvvetlerine karşı başarı kazanan oğlu Uğurlu Mehmed’in hemen hücuma geçilmesi teklifini kabût etmedi. Bu hâdiseden, sonra da Uzun Hasan kuvvetleri tekrar kayboldular. Bunun üzerine Bayburt yönünden ilerleyen Fâtih, altı gün boyunca düşmandan haber alamadı. Fakat yedinci gün yâni 11 Ağustos 1473 Çarşamba günü Tercan civarında Üçağızlı denilen dar ve geçilmesi zor bir yere gelindiğinde, tepelerde düşman görünmüştü.
Hayvanların bile yorgunluktan yürüyecek hâlinin kalmadığı, mola verilmek istenildiği ve ordunun tertipten mahrum olduğu bir anda, Gavur İshak komutasındaki düşman kuvvetleri ortaya çıkmıştı.
Bu durumu sür’atle değerlendiren Fâtih Sultan Mehmed Han tehlikeyi ânında sezerek vezîriâzam Mahmûd Paşa ve Anadolu beylerbeyi Dâvûd Paşa’yı hiç vakit kaybetmeden Gavur İshak’ı karşılamakla görevlendirip harp nizâmı aldı.
Çok hızlı hareket eden Dâvûd ve Mahmûd paşalar Gavur İshak kuvvetlerinin üzerine saldırarak tepeden inmelerine mâni oldukları gibi, tepeye çıkmaya da muvaffak oldular. Gavur İshak bu müthiş saldırı karşısında dayanamayıp geri çekilince tepeye çıkmış olan Osmanlı kuvvetleri de hemen gerekli bütün tedbirleri aldılar.
Bunun üzerine Akkoyunlu ordusunun sağ kanadına kumanda eden Kör Zeynel, kuvvetlerini buraya sürünce, tepedeki düzlükte kanlı bir savaş başladı. Dâvûd ve Mahmûd paşaların Uzun Hasan kuvvetlerine karşı gösterdiği mukavemet ve onları lüzumu kadar oyalaması, Osmanlı ordusunu kötü durumdan kurtarmıştı. Asıl kuvvetlerden ilk önce şehzâde Mustafa tepeye tırmanıp Kör Zeynel kuvvetlerine yüklendi. Peşinden şehzâde Bâyezîd ve Fâtih de tepeye çıktı ve Osmanlı ordusu mükemmel manevralarla harp nizâmı alıp topluca savaşa girdi.
Akkoyunlu ordusunu ilk sarsan şehzâde Mustafa oldu. Çılgınca savaşa girip büyük gayretle çarpışmakta olan Akkoyunlu ordusu sağ cenah kumandanı Kör Zeynel Mirzâ’yı ustaca manevralarla azab askerleri içine çekerek öldürdü. Sonra da morali bozulan düşmana şiddetle saldırıp dağıttı.
Şehzâde Mustafa’nın zaferi ile Osmanlı lehine dönen savaş, sağ koldaki şehzâde Bâyezîd’in babasının emriyle tam zamanında taarruza geçerek düşmanın sol kolunu dağıttıktan sonra, merkezdeki Fâtih Sultan Mehmed Han ve topçu desteğiyle Uzun Hasan’a doğru harekete geçmesi ile düşman için tam bir bozguna dönüştü.
Sağ ve sol kanadın bozulduğunu gören ve evlâd acısıyla yanan Uzun Hasan, şehzâde Bâyezîd kuvvetlerinin kendisine iyice yaklaştıklarını farkedince, atına atlayarak sür’atle muhârebe alanından çekilerek canını zor kurtardı.
Fâtih Sultan Mehmed Han’ın birliklerini ve topçu ateşini dehâsına has bir şekilde kullanması, kesin netîcenin sekiz saat içinde alınmasını sağladı. Akkoyunlu ordusu müthiş zâyiât verdiği gibi, yüz yetmiş Akkoyunlu kumandanı ve bir çok prens Osmanlı ordusu tarafından esir alındı. Bu durum karşısında Uzun Hasan’ın, kaçarken yanındaki, kendisinin savaşa girmesinin baş suçlularından olan Karamanoğlu Pir Ahmed Bey’e hitaben; “Behey Karamanoğlu! Hânedânın harâb olsun! Bed-nâm olmama sebeb oldun, Benim Osmanoğlu ile ne işim vardı” dediği meşhurdur.
Fâtih Sultan Mehmed Han, Otlukbeli zaferi ile yıllardan beri kendisini tehdîd eden Akkoyunlu tehlikesini 1473 yılının yazında bir daha Osmanlılar için bir tehlike olmayacak şekilde ortadan kaldırdı. Akkoyunlu Devleti’nin kuvvetlenmesi ne kadar sür’atli oldu ise, zaafiyete gitmesi ve çökmesi de o kadar çabuk oldu. Otlukbeli’nde yediği kuvvetli darbenin te’sirinden kendisini asla kurtaramadı. Fâtih ona verdiği dersten o kadar emindi ki, mümkün olduğu hâlde onu tâkib etmek lüzumunu dahi duymadı. Nitekim savaştan bir gün sonra toplanmış olan dîvânda Uzun Hasan’ın tâkib edilip edilmemesi hususunda yapılan müzâkere sırasında, bir kısım emirler onun peşinden gidilmesini, şehir ve kasabalarının yağma ve tahrip edilmesini ileriye sürüyorlardı. Fakat Pâdişâh bu fikre uymadı ve; “Maksadımız kendisini te’dip etmekti (yola getirmekti). Bu fazlasıyla olmuştur. İntikam alacağım diye onun arkasından gitmek bir çok yerleri harâb etmek, mahvetmek demektir. Bu ise, günâha girmekten başka bir işe yaramaz. Aynı zamanda batıda hristiyanlara karşı girişmiş olduğumuz işlerin geri kalmasına sebeb olur” diyerek gitmek isteyenlere müsâade vermedi. Otlukbeli’nde savaştan sonra iki veya üç gün kalan Osmanlı ordusu, buradan Bayburt üzerine yürüyerek orayı da aldı ve İstanbul’a döndü.
Kaynaklar
1) Otlukbeli Meydan Muhârebesi (Genel Kurmay, Ankara-1986)
2) Fâtih Sultan Mehmed’in Siyâsî ve Askerî Faaliyeti (Dr. Selâhaddîn Tansel); sh. 299
3) Rehber Ansiklopedisi; cild-13, sh. 347
4) Osmanlı İmparatorluğu Târihi (Z. Danışman); cild-4, sh. 148
5) Osmanlı Târihi (Uzunçarşılı); cild-2, sh. 93
6) Îzâhlı Osmanlı Târihi Kronolojisi; cild-1, sh. 320
7) Büyük Türkiye Târihi; cild-3, sh. 65
8) Tâc-üt-tevârih; cild-2, sh. 542, 544
9) Târih-i Ebü’l-Feth (Dursun Bey); sh. 152-154
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"