Niğbolu (Bulgaristan) önünde Osmanlı ve Haçlı orduları arasında 25 Eylül 1396 târihinde yapılan meydan muhârebesi.
Osmanlı Devletinin Avrupa kıt’asındaki fetihleri, başta Papa olmak üzere bütün Hıristiyan devletlerini telaşlandırıyordu. Osmanlı Devleti, Bulgaristan ve Sırbistan’ı fethederek, Tuna boylarına ve Macar Krallığı hudutlarına dayanmıştı. Doğu Hıristiyanlığının temsilcisi Bizans Kayserliği küçültülüp, İstanbul ve çevresi surların içine sıkıştırılarak, Anadolu ve Trakya’dan kuşatılmış vaziyetteydi. Osmanlı akıncılarının, Bosna ve Arnavutluk’a yaptıkları akınlarla fethedilen bölgelere yerleşmeleri, Boyana Nehri ve Drac Limanına doğru yayılmaları, Latinleri ve buralarda nüfûz sâhibi Venediklileri de telaşlandırdı. Bundan başka, Ege denizi sâhilindeki beylikleri elde ettikten sonra bu beyliklere mensup korsan gemilerinin faâliyetleri de bu telaşlarını artırıyordu. Ancak asıl tehlikeyi hisseden Macarlardı. Kralları Sigismund ile Bizans Kayseri İkinci Manuel’in Avrupa’dan yardım isteyerek Papa Dokuzuncu Bonifacius’u bir Haçlı seferine dâvet etmeleri, tahtlarını tehlikede gören kralları, şato, mâlikâne sâhibi derebeyleri, Hıristiyan keşiş, papaz ve İslâm hilâlinin Haçlı salîbini ezeceği kuşkusuna kapılanları harekete geçirdi.
Bütün Avrupa milletleri silâha sarıldı ve İngiltere ile Fransa arasındaki harbe son verildi. Fransa, İngiltere, İskoçya, Almanya, Polonya, Bohemya, Avusturya, Macaristan, İtalya, İsviçre, Belçika ve diğer Avrupa memleketlerinden ve Venediklilerle Rodos şövalyelerinden meydana gelen 120.000 kişilik büyük bir ehl-i salîb (Haçlı) ordusu toplandı.
Harekete geçen Haçlılar Macaristan’dan îtibâren iki kola ayrıldı. Macar kralı Sigismund’un idâresindeki asıl büyük kol, önce Sırbistan istikâmetinde yürüyerek Tuna Vâdisine ulaştı ve nehrin sol sâhilini tâkip ederek Osmanlı toprağına girdi. Sonra Tuna’yı geçerek Vidin, Orsava ve Rahova şehirlerini zaptederek buralardaki Türkleri kılıçtan geçirdiler. Sonra da Niğbolu önüne geldiler.
Nevers kontu Jan’ın idâresindeki Fransızlar, Budin’den sonra Erdel üzerinden Eflak’a geçerek, Eflak voyvodası ile birlikte Niğbolu’da diğer kuvvetlerle birleşti.
Haçlılar ilerlerken, katoliklik taassubuyla, Balkanların Ortodoks Hıristiyanlarını da öldürüp mallarını yağma ettiler. Osmanlıların müsâmahalı idâresine bağlanan Balkanların yerli Hıristiyan ahâlisi; can, mal, ırz tecâvüzüne uğrayarak, çok zarar gördü.
Niğbolu’ya gelen Haçlılar, Osmanlı kumandanlarından Doğan Beyin muhâfızlığındaki Niğbolu Kalesini karadan ve nehirden kuşattılar. Niğbolu Kuşatmasının on altıncı gününe kadar Sultan Bâyezîd Han ve Osmanlı ordusunun görünmemesi, Haçlıları ümitlendirdi.
Macar Kralı Sigismund burada ünlü şövalyeler, prensler ve seçme askerlerine verdiği zafer ziyâfetinde, Sûriye’nin işgâliyle birlikte Kudüs’ün alınmasından bahsediyordu.
Öte yandan Avrupa’daki Haçlı hazırlıklarını öğrenip ordularının Osmanlı hudûdunu geçtiklerini haber alan Sultan Bâyezîd Han ise, İstanbul kuşatmasını tehir ederek, kuvvetlerini Edirne’de topladı. Kara Tîmûrtaş Paşa ile şehzâdelerinin kumandasındaki Anadolu askerleri sür’atle toplanarak Boğazlardan geçip, Edirne’de Pâdişâha yetiştiler. Rumeli askerleri de Edirne’de Bâyezîd Hana katılmışlardı. Yıldırım Bâyezîd Han, adına yakışan bir sür’atle Tuna boylarına doğru yürüdü. Osmanlı ordusu Filibe-Şıpka Geçidi yoluyla Niğbolu’ya ilerlerken, Tırnova’da gıdâ maddeleri tedârik eden Haçlılarla karşılaştı. Bunlar esir alındı. Kaçanlar Osmanlı ordusunun sür’atle geldiği haberini ulaştırdılar. Bu beklenmeyen bir hâldi. Mareşal Bubiko, Bâyezîd Hanın Tırnova’ya gelebileceğine bir türlü ihtimâl veremiyordu. Türklerin harp kâbiliyetlerini iyi bilen Kral Sigismund haberin doğruluğunu tetkik için ileriye keşif kuvvetleri gönderdi. Bâyezîd Han'ın Gâzi Evranos kumandasındaki öncüleri, Sigismund’un keşif kollarını tesirsiz hâle getirdiler. Osmanlı ordusu Niğbolu’nun on kilometre kadar güneyine sokuldu. Cephesini kuzeye vererek ordugâh kurdu.
Niğbolu’ya yaklaşan Osmanlı ordusu, keşif kollarıyla ovaya yayılmaya başlamıştı.
Birdenbire Osmanlı ordusunu karşılarında gören Haçlılar silâhbaşı ettiler. Kral Sigismund derhâl bir harp dîvânı toplayıp muhârebe nizâmını tesbit etti.
25 Eylül 1396 sabahı Avrupa’nın dört köşesinden toplanmış 120.000 kişilik Haçlı ordusu ile bunun yarısı miktârındaki Osmanlı ordusu karşı karşıya geldikleri zaman, Osmanlı ordusunun harp nizâmı şöyleydi:
Birinci hatta Saruca Paşa kumandasında hafif piyâdeleri teşkil eden azap askerleri, solda şehzâde Süleymân Çelebi kumandasında Rumeli askeri, sağda Şehzâde Mustafa Çelebi ve Anadolu beylerbeyi Kara Tîmûrtaş Paşa kumandasında Anadolu askeri, ortada yeniçeriler vardı. Timarlı sipâhîler sağ ve sol yanlara yerleştirilmişti. Sadrâzam Ali Paşa, Rumeli beylerbeyi Fîrûz Bey, Malkoç Bey, sol kanattaki kuvvetlerin arasında bulunuyordu. Ön hatlara piyâdeleri koyup kat’î netîceyi atlı askere bırakan Osmanlı harp nizâmına mukâbil, netîceyi yaya askere yükleyen Haçlı ordusu ise, önde birinci hatta atlı şövalyeler, ikinci hatta Macar kralı, sağ yanda Stefan Laskoviç kumandasında Hırvatlar, solda Voyvoda Mirça kumandasında Ulahlar olmak üzere tertibât almıştı. Ayrıca gerisini Tuna Nehrine ve kuşatmakta olduğu Niğbolu şehrine dayamıştı.
İki ordu bu harp düzeninde karşılaştılar. Fransız süvârileri muzaffer olmak hissiyle ilk önce taarruz ettiler. Bu taarruz Sultan Bâyezîd Hanın kumanda ettiği merkez kuvvetlerine yapıldı. Merkez kuvvetlerinin önündeki hafif yaya askeri olan azapları geçtiler. Yeniçeri askeriyle karşılaştılar. Yeniçerilerin ok yağmuruna tuttuğu Fransız süvârilerinin büyük bir kısmı imhâ edildi. Sol koldan Şehzâde Mustafa ve Anadolu kuvvetlerinin yandan taarruzuna uğradılarsa da, plân gereğince Osmanlı merkez kuvvetleri bir miktar geri alındı. Osmanlı ordusunun geri çekilişi Fransızların kaybını daha da arttırıp, kurulan kıskacın içine girdiler. Osmanlı harp taktiğini bilen Sigismund’un tavsiyelerini dinlemeyip, daha da ilerlediler. Plân gereğince, üçüncü muhârebe hattı da iki kola ayrıldı. Fransızlar, Osmanlıların çekildiği tepeyi işgâl edince, zafer kazandıklarını zannettikleri anda, Sultan Bâyezîd Hanın kumandasında olan pusudaki kuvvetlerle karşılaşınca şaşırdılar. Zafer sarhoşluğu ile yaya olanlar atlarına tekrar binmek istedilerse de, hilâlin kıskacı kapandığından geri dönemediler. Macar Kralı Sigismund’un, müttefiki Fransızları kurtarmak için gönderdiği kuvvetler de kayıp vererek geri çekilmek mecburiyetinde kaldı. Kıskacın içindeki Haçlı kuvvetlerinin karşı koyanları imhâ edilip, kalanlar esir alındı. Üç saat içinde bütünüyle perişan edilen Haçlıların, en gözde birliklerine sâhip Fransızların mağlûbiyeti, diğerlerinin taarruzuna imkân vermedi. Eflak prensi Mirça, muhârebe netîcesinin Haçlılar için hüsrân olacağını tahmin ederek, memleketine çekildi. Karşı taarruza geçen Osmanlı ordusu, sür’atle Sigismund’un üzerine hücûm etti. İhtiyât kuvvetlerini bile muhârebeye sokan Macar kralı, Osmanlılar karşısında hiçbir başarı sağlayamıyordu. Sultan Bâyezîd Han, kesin netîceyi almak için Osmanlı kuvvetlerinin hepsine taarruz emri verdi. Haçlılar paniğe kapılıp dağıldılar.
Kalabalık Haçlı ordusu ile Niğbolu’ya gelmekte iken, ordusunun muazzam sayısına bakarak; “Gök çökecek olsa mızraklarımızla tutarız” diyerek böbürlenen ve Osmanlıya atıp tutan Sigismund, Venedik kadırgasına binerek İstanbul Boğazı-Marmara ve Ege Denizi yoluyla Mora’daki Modon Limanına, sonra da Dalmaçya’da karaya ayak bastı. Oradan memleketine geçti. Haçlılardan, muhârebeye katılmayanlar ve kaçanlar, kendilerini Tuna Nehrine atıp boğuldular. Muhârebede pekçok asilzâde kumandan ve şövalye esir alındı.
Başta Papalık ve Bizans olmak üzere, bütün Hıristiyan âleminin Osmanlıları Avrupa kıt’asından atmak için olanca imkânlarını seferber ederek hazırladıkları büyük Haçlı ordusu, Sultan Bâyezîd Hanın karşısında mukâvemet bile edememişti. 25 Eylül 1396 târihinde Niğbolu’da kazanılan zaferle, Osmanlı himâyesindeki Vidin-Bulgar Krallığına son verildi. Macaristan’a büyük bir akın yapılarak çok miktarda esir alındı. Haçlılardan alınan pekçok ganîmetle ülkede îmâr faaliyetleri, sosyal yardım müesseseleri ve sanat eserleri yapıldı. Esirleri önce Edirne’ye, oradan Gelibolu’ya gönderen, sonra da Bursa’ya gelince yanına getirten Sultan Bâyezîd Han, fidye karşılığı hepsini serbest bıraktı. Esirler arasında bulunan Korkusuz Jean ve arkadaşları, “Bu andan îtibâren Yıldırım Bâyezîd’e karşı gelmeyeceğimize ve ona karşı silâh kullanmayacağımıza nâmus ve şerefimiz üzerine yemin ederiz.” deyince Bâyezîd Han;
“Bana karşı silâh kullanmayacağına dâir ettiğiniz yeminleri size iâde ediyorum. Gidiniz, yeniden ordular toplayınız ve bizim üzerimize geliniz. Bana bir kere daha zafer kazanmak imkânı sağlamış olursunuz. Zîrâ ben, Allahü teâlânın dînini yaymak ve O’nun rızâsına kavuşmak için dünyâya gelmişim.” dedi.
Niğbolu Zaferi, gönderilen fetihnâmelerle memleketin her tarafına, Asya’daki hükümdârlara, Mısır sultânlarına, Irak ve Acem beylerine, Tatar hânına, Bursa kâdısına müjdelendi. Mısır’da bulunan Abbâsî halîfesine gönderilen zafernâmeye verdiği cevapta, Abbâsî halîfesi Bâyezîd Hana; “Sultan-ı İklim-i Rûm” ünvânı ile hitâp etti. O günden îtibâren Osmanlı hükümdârlarına sultan denilmesi âdet oldu.
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"