İkinci Kosova meydan muhârebesi, Osmanlı Devleti’nin siyâsî ve askerî târihinde çok önemli yeri olan birinci Kosova (1389), Niğbolu (1396), Varna (1444) ve daha bir çok muhârebeleri de İhtiva eden bir savaş zincirinin son halkasıdır. Osmanlıların Avrupa’daki ilerleyişini durdurmak için, hıristiyan devlet ve milletler her mağlûbiyetin ardından yeni ittifaklar kuruyorlardı. Bilhassa Büyük Macaristan İmparatorluğu’nu kurmayı gaye edinen Jan Hunyad her fırsatta Osmanlılara karşı haçlı seferi işini üzerine alıyordu.
Nitekim Osmanlı sultânı ikinci Murâd Han (1421-1451) devrinde, 1444’deki Varna mağlûbiyetinin öcünü almak hissiyle, Macar kral naibi Jan Hunyad; Almanya, Polonya, Romanya ve diğer ülkelerden doksan bin kişilik bir ordu topladı. İlk olarak, kendisiyle birlikte hareket etmeyen Sırbistan’ı işgal etti. Bu arada Arnavutluk beyi İskender de kendisine yardımcı kuvvet göndereceğini vâdetti.
Haçlı kuvvetleri, Osmanlıları Avrupa’dan atmak tasavvuru ile hareket ederken, Arnavutluk’un başkenti Kroya’da uygulanan Türk kuşatması ikinci ayını doldurmuştu. Şehrin su yolları kesilmek suretiyle kalenin teslîmi sağlanmış, sonra da Arnavutluk bölgelerinin fethi için harekâta başlanmıştı. Bu sırada Jan Hunyad’ın yoğun savaş hazırlıklarını öğrenen İkinci Murâd Han, Arnavutluk seferini yarıda bırakarak ordusu ile Edirne doğrultusunda harekete geçti. Yürüyüş sırasında, Haçlı ordusunun Tuna’ya geldiği, Vidin komutanı tarafından haber verilince, ikinci Murâd, ordusunun yürüyüş hedefini Sofya olarak değiştirdi ve Sırbistan’a istihbarat için casuslar gönderdi.
Jan Hunyad ise, Sırbistan’dan çıkarak Osmanlı topraklarına girdikten sonra 1448 Ekim ayı ortalarında Kosova’ya geldi. Onu müteakip seksen-yüz bin kişilik bir kuvvetle de sultan Murâd yetişti. İki ordunun mevcudu eşit durumda olmasına rağmen, Osmanlılar top gibi devrin en üstün ateşli silâhlarına sahipti. Müttefik ordusu ağır zırhlı olup, çeşitli milletlerden meydana geliyordu. Türkler ise, muhârebe eğitim ve tecrübesi ile üstün taktik kabiliyet vasıfları yanında, sarsılmaz bir îmân birliği içindeydiler. Sultan Murâd Han, Türk-islâm an’anesi gereğince, muhârebeden önce, sulh teklif etti. Sulh, Haçlı taassubu ile red edilince, düşman ordusu hakkında bütün bilgiler değerlendirilerek, harp nizâmı alındı. Osmanlı ordusunun merkezinde ikinci Murâd Han, sağ kolda Rumeli beylerbeyi Turahan Bey, sol kolda, Dayı Karaca Paşa bulunuyordu. Merkez kuvvetlerinin önünde toplar mevzîlendirilmişti. Öncü kuvvetler, akıncı beylerinden Mihaloğlu Hızır Bey ve Îsâ Bey, ihtiyat da Saruca Paşa’nın kardeşi Sinân Bey kumandasında toplanmıştı.
Hunyadi Yanuş’un kumandasındaki müttefik ordusunun sağında Macarlar, Sicilyalılar, sol kolda ise, Almanya, Polonya, Romanya kuvvetleri vardı. Bu savaşta Haçlı ordusunda da önemli ölçüde top bulunup merkez kuvvetlerinin önüne konulmuştu.
17 Ekim 1448 târihinde Hunyadi Yanuş, muhârebeyi zaferden emin bir şekilde taarruzla başlattı. İlk gün iki ordu da bulundukları mahalden ayrılmayıp, top, tüfek ve oklarla birbirlerine üstünlük sağlamaya çalıştılar. Asıl muhârebe ikinci gün öğleye doğru başladı. Varna meydan muhârebesinde olduğu gibi, düşmandan önce taarruza geçen Türk birlikleri şiddetle saldırdılar. Ancak haçlıların zırhlı elbiselerinin, Türk kılıç ve oklarının etkisini azaltması ve özellikle Macar kuvvetlerinin şiddetle direnmeleri neticesinde, akşama kadar devam eden savaşta Türk birlikleri kesin netîceye ulaşamadı.
Bu arada Türkleri gece baskını ile rahatça yeneceğini sanan Jan Hunyad, şiddetli bir taarruza karar verdi. Fakat sultan Murâd Han, zamanında tedbirlerini aldığı için bu saldırı neticesiz kaldı. Muhârebenin üçüncü günü olan 19 Ekim sabahı haçlı kuvvetleri her iki kanattan taarruza başladılar. Jan Hunyad, ordusunun ağırlık merkezini sağ kanada kaydırmıştı. Dolayısıyla muhârebenin en şiddetli cereyan ettiği yer, düşmanın sağ kanadı ile Türk sol kanadının bulunduğu kesimdi. Muhârebenin iyice kızıştığı sırada sultan Murâd Han, sahte ric’at taktiğini tatbik ederek, geri çekildi. Sağ ve sol kollar açılarak, müttefiklere Osmanlı merkez kuvvetleri hedef tâyin ettirildi. Türklerin kaçtığını zanneden haçlı ordusu, zafer kazandık hissiyle merkez istikâmetine ilerledi. Merkez safha safha geri alınırken, düşmanın iyice dağıldığı tespit edilerek karşı taarruza geçildi. Merkeze giren düşman kuvvetleri, yandan ve geriden sarılarak iyice çevrildi. Durumu anlayan haçlılar, ümitsizce karşılık vermeye çalıştılar. İşte o zaman savaş en şiddetli ve korkunç hâlini aldı. Mehterânın heybetli ve gür sesi, boru uğultuları, at kişnemeleri, naralar, silâh şakırtıları, mücâhid gâzilerin “Allah! Allah!..” nidaları, feryatlar, duâlar, koca ovayı elli dokuz yıl önce olduğu gibi bir daha inletti. Gürsesli komutanlar; “Koman Gâziler!.. Vurun koç yiğitler!.. Bugün can verip şan alacak gündür! Analar ne yiğitler büyütürmüş gösterin! Zafer bizimdir!..” diyerek askerlerini coşturuyordu. Osmanlı bayrakları dalgalanıyor yiğitler kükremiş arslanlar gibi ileri atılıyordu.
Cihân pâdişâhı sultan Murâd Han da vaktin geldiğini görüp, şehâdeti dört gözle bekleyen yeniçerilere; “Koman yiğitlerim! Haydi arslan yürekli gâzilerim!.. Göreyim sizi!..” diyerek şiddetli bir taarruz başlattı. Artık düşman tamâmiyle kıskaca alınmıştı. Kıran kırana olan bu müthiş mücâdele bir müddet devam etti. Haçlılarda çarpışacak hâl kalmamıştı. Sür’atle imha ediliyor, kaçacak yer arıyorlardı. Etrafları çepeçevre kuşatılmıştı. On yedi bin haçlı öldürüldü. Ancak kralları Jan Hunyad, gecenin karanlığından istifâde ederek emrindeki bir kaç askeriyle kaçmayı başardı.
Sultan Murâd Han, zaferin sonunda cenâb-ı Hakk’a hamd edip şükür secdesine vardı. Bu cenkte şehâdet mertebesine kavuşan 4.000 şehidin cenaze namazlarını kıldırıp defnettirerek aziz ruhlarına Fatihalar hediye etti.
İkinci Kosova meydan muhârebesi neticesinde, Türklerin Balkanlardan atılamayacağı kesinleşti. Avrupalılar taarruzu bırakıp müdâfaaya geçtiler. Balkanlarda başlatılan, menfaat mücâdelesi, hoşgörü ve adalet prensiplerini tatbik etme siyâsetince Osmanlılar lehine neticelendi.
Kaynaklar
1) Tâc-üt-Tevârih (Hoca Sa’deddîn); cild-1. sh. 174, cild-2, sh. 237
2) Neşrî Târihi; cild-1, sh. 260, 293
3) Tevârîh-i Âl-i Osman (Âşıkpaşa-zade); sh. 203
4) Hayrullah Efendi; cild-4, sh. 54, cild-2, sh. 203
5) Osmanlı Târihi, (Uzunçarşılı); cild-1, sh. 252, 446
6) Osmanlı Devleti Târihi (Hammer); cild-2, sh. 184, 505
7) Varna ve II. Kosova Muhârebeleri ve İkinci Murâd; sh. 71 v.d.
8) Büyük Türkiye Târihi; cild-2, sh. 296, 424
9) Münşeât-üs-Selâtin, (Kosova Fetihnâmesi); cild-1, sh. 112
10) Kosova Zaferi Ankara Hezîmeti (Fatma Aliyye Hanım)
11) Rehber Ansiklopedisi; cild-10, sh. 253
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"