Kırım Savaşının son yıllarında Batılıların etkisiyle sadrâzam Âlî Paşa tarafından gayri müslimlere daha fazla hakların verilmesi için hazırlanıp, 1856’da yayınlanan ferman. Gülhâne Hatt-ı Hümâyûnu gibi, imparatorlukta yapılması kararlaştırılan yeni bir düzenin prensiplerini ve programını içine alır. Bu ferman esas olarak Tanzimât hükümlerini tekrarlayan, onları açıklayan ve genişleten bir fermandır.
Kırım Savaşını doğuran olaylar, Osmanlı Devleti içindeki Hıristiyan ahâlinin imtiyazları (hakları) meselesine de bağlı olduğundan, barışı düzenleyen Pâris Kongresinde bu mesele de ele alındı. Nitekim İngiltere, Fransa ve Avusturya daha Nisan 1855’te Viyana’da Kırım Savaşı sonrasında yapılacak antlaşmanın esaslarını görüşerek bâzı kararlar almışlar ve 16 Aralık 1855’te bir antlaşmaya varmışlardı. Bu kararlar dört madde olup, Avusturya imparatorunun ültimatomuyla çara bildirildi. Bu kararların dördüncü maddesi; “Osmanlı memleketlerinde bulunan Hıristiyan tebeanın hakları, pâdişâhın istiklâl ve hâkimiyetine aslâ dokunulmamak şartıyla tasdik olunacak, pâdişâh bu hususta Rusya’nın muvâfakatını îcâb ettiren bir taahhütte bulunacak.” idi. Bu maddede de görüldüğü üzere Osmanlı ordusunun kazandığı zafer bile, gayri müslimlere imtiyaz sebebi oluyordu. Rusya, kurulacak Avusturya, Fransa, İngiltere ittifâkı tehlikesi karşısında bu kararları kabul etti. Osmanlı hükûmeti, kendi Hıristiyan tebeası ile ilgili maddenin devletin iç işlerine karışma anlamına geleceğini bildirerek, 16 Aralık târihli kararlar arasında yer almamasına çalıştıysa da başarılı olamadı. Netîcede bu maddenin programlaştırılması için şu tezler ortaya atıldı:
Rus tezi: “Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan Hıristiyanların hak ve imtiyazları Avrupa devletlerinin müşterek garantileri altına alınmalıdır.”
İngiliz tezi: “Tam ölçüde bir din serbestliği ve hukûk eşitliği sağlanmalıdır.”
Fransız tezi: “Müslüman tebea ile Hıristiyan tebea arasında cemiyet, haklar, vergiler, millî eğitim ve devlet memurluklarına geçme bakımından sürüp gelen farklar, bir ferman ile kaldırılarak Gülhâne Hattı’nda işâret edilen tebea eşitliği tam mânâsıyla geliştirilmelidir.”
Bâbâlî, Rusya’nın teklifini, hükümrânlık haklarına müdâhale, İngiliz teklifini de İslâmiyeti küçültücü gördüğü için, Fransız teklifini kabul etti. Ayrıca yapılacak Pâris Konferansında Rusların gayri müslimler konusunda bir istekleri ile karşılaşmak istemiyordu. Fransız tezinin kabulü üzerine, bunun bir ferman hâline getirilmesi Bâb-ı âlî’ye bırakıldı.
Âlî Paşa hükûmeti tarafından îlân edilen bu fermânın hazırlanmasında İngiliz ve Fransız elçileri de bulunmuştu. Bu şekilde hazırlanan ferman, Pâris Konferansından önce, 28 Şubat 1856’da Bâbıâlî’de Islâhât Hatt-ı Hümâyûnu adıyla devlet erkânı, şeyhülislâm, patrikler, hahambaşı ve cemâatlerin ileri gelenleri önünde okunarak îlân edildi. Otuz beş maddeden meydana gelen fermânın getirdiği önemli hususlar özetle şunlardı:
1. Tanzimât fermânı ile değişik din ve mezheplerdeki bütün tebeaya verilen teminât, bu fermanla yenilendiğinden, bunların uygulaması için gerekli tedbirler alınacaktır.
2. Müslümanlar ile Müslüman olmayanlar kânun önünde eşit olacaklardır.
3. Patrikhânelerde yeni meclisler kurulacak ve bu meclislerin verecekleri kararlar Bâbıâlî tarafından onaylandıktan sonra yürürlüğe girecektir.
4. Patrikler kayd-ı hayat şartıyla bu makâma seçileceklerdir.
5. Cemâatlerin rûhânî reislerine verdikleri cevâiz (bahşişler, hediyeler) ve âidâtlar tamâmiyle kaldırılarak hepsi maaşa bağlanacaktır.
6. Şehir ve kasabalarda bulunan azınlıklara âit kilise, manastır, mezarlık, okul ve hastahâne gibi yerlerin tâmir ve yeniden yapılmasına izin verilecektir.
7. Hiç kimse din değiştirmeye zorlanmayacaktır.
8. Devlet hizmetlerine, askerlik görevine ve okullara bütün tebea eşit olarak kabûl edilecektir.
9. Irk, din, dil farkı gözetilmeyecek ve hiçbir mezheb diğerine üstün sayılmayacaktır.
10. Bütün toplumlar okul açabilecektir.
11. Hangi uyruktan olursa olsun her vatandaşın eşit ve serbest şekilde ticâret ve ekonomik girişimlerde bulunması sağlanacaktır.
12. Müslümanlar ile gayri müslimler arasındaki dâvâları görmek üzere, karışık mahkemeler kurulacaktır.
13. Yabancı devlet ile yapılacak antlaşmalar gereğince yabancılar da Osmanlı Devleti sınırları içerisinde mülk sâhibi olabileceklerdir.
14. Her cemâatin rûhâni reîsiyle, devlet tarafından bir sene müddetle tâyin edilecek birer memuru, bütün tebeayı ilgilendiren meselelerde Meclis-i vâlâ-yı ahkâm-ı adliye müzâkerelerine iştirâk ettirilecektir.
Islâhât Fermânı da, maddelerinden anlaşılacağı üzere Tanzimât Fermânı gibi Osmanlı İmparatorluğu içerisindeki gayri müslimleri, özellikle Hıristiyanları Müslümanlarla aynı haklara kavuşturmayı esas almıştır. Bu iki fermânın görünürdeki gâyeleri, bütün Osmanlı toplumunu; ırk, din ve dil ayrımı gözetmeden kaynaştırmayı sağlamak idiyse de tatbîki aksi oldu. Bu ferman, gayri müslimlere Müslümanları kaynaştırmak şöyle dursun, çeşitli gayri müslim unsurların hattâ aynı mezhepten olan çeşitli ırkların bile birbirleriyle bir arada yaşamalarını sağlayamadı.
Bu ferman, konu olarak, sâdece Müslüman olmayan uyruğun ayrıcalıklarını genişletmiştir. Nitekim Tanzimâtın ve arkasından 1856 Islâhât Fermânı’nın getirdiği yeni haklarla, Osmanlı tebeası içindeki gayri müslimlerin durumu Müslümanlara nazaran çok daha iyi bir duruma geldi. Avrupa’nın himâye siyâseti sâyesinde büyük ekonomik güce siyâsî haklara da kavuşuyorlardı. Artık resmen millet terimiyle tanımlanan dînî cemâatlerin gelişme ve genişleme imkânları artmış bulunuyordu. Öte yandan Avrupa devletlerinin,Osmanlı hükûmetini böyle bir fermânı îlâna mecbur bırakması, kendilerine siyâsî, ekonomik, hukûkî kültür alanlarında yeni çıkarlar sağlamayı hedef alıyordu. İngiltere, Kırım Savaşı ile Rusların sıcak denizlere inmesini önlemiş, Fransa da Akdeniz ticâretini emniyete almış, ayrıca katoliklerin hâmiliğini üzerine almıştı. Rusya ise savaşta kaybettiğini bu fermanla masa başında kazanmıştı. Ayrıca Âlî Paşanın bu fermânı Pâris Antlaşması maddeleri içinde yer almasını istemesi, batılı devletlerin iç işlerimize müdâhalesine imkân verdi.
Islâhât Fermânı, Gülhâne Hatt-ı Hümâyûnu gibi sessizlikle karşılanmamış ve çeşitli yönlerden eleştirilmiştir. En büyük eleştiriyi Fransız elçisi; “Devlet-i âliyyenin bu kadar fedâkârlık edeceğini me’mûl etmez idik (ummazdık). Canning (İngiliz elçisi) ne dediyse vükelâ-yı devlet-i âliyye (Osmanlı devlet adamları) kabul etti. Eğer biraz dayanılmış olsaydı, ben bâzı mertebe kendilerine yardım ederdim.” diyerek olmaması gereken bir gafleti dile getirmiştir. Cevdet Paşa da; “Bu Islâhât Fermânı’ndan dolayı millet-i İslâmiyye dilgîr (gönlü yaralı) olarak vükelâyı hâzırayı fasl ve mezemmet (kötüler) oldular.” diyerek fermânın nasıl karşılandığını ifâde etmektedir. Hâriciye Nâzırı Fuâd Paşa ise aksine bu belgenin anlaşmaya konulması ile yabancı müdâhalenin önleneceğini savunmuştur.
Islâhât Fermânı’nda gayri müslim vatandaşların lehine olduğu kadar, onları tedirgin eden hükümler de bulunmaktaydı. Askerlik mükellefiyeti, Fâtih devrinden beri bahşedilen dînî imtiyazlarla muâfiyetlerin yeni şartlar dâhilinde tedkiki, papazların öteden beri cemâatlerinden almakta oldukları haraç ve keyfî âidâtın ilgâsıyla aylığa bağlanmaları ve bütün rûhânî reislerin sadâkat yeminiyle mükellef tutulması gibi esaslar, onlara çok ağır gelen hükümlerdi. Bu yüzden Müslümanlar kadar gayri müslimler de (Tanzimât Fermânı’nda olduğu gibi) Islâhât Fermânının aleyhinde bulunmuşlardır. Devlet içerisinde bu şekilde karşılanan Islâhât Fermânı, uygulamada da birçok güçlüklerle karşılaştı. Bunlar, Osmanlı Devletinin yapısı, Avrupa’nın siyâset, cemiyet ve ekonomi alanında geçirdiği gelişme ve Pâris Antlaşmasına imzâ koyan devletlerin işlerine karışmalarından doğuyordu. Bu sebeple de bâzı hükümleri kâğıt üzerinde kaldı.
Mustafa Reşid Paşa tarafından hazırlanan Tanzimât Fermânı ile onun yetiştirmesi Âlî Paşa tarafından hazırlanan Islâhât Fermânı arasındaki fark, hazırlık safhasında kendisini gösterir. Tanzimât Fermânı hazırlanırken açık bir yabancı tesiri görülmezken, Islâhât Fermânı Âlî Paşa ile İstanbul’daki Fransız ve İngiliz elçileri arasında kararlaştırılmıştır. Gülhâne Hatt-ı Hümâyûnu yayınlandıktan sonra yabancı elçilere sâdece bilgi edinmeleri için bildirildiği hâlde, Islâhât Fermânı Pâris Konferansına katılan devletlere, Pâris Antlaşmasının bir maddesinde işâret edilmek için gönderilmişti. Bu durum, Osmanlı Devletinin iç ve dış siyâsetinde bir yabancı müdâhalesine yer vermişti.
Bâzı batı tarzı kuruluşların ülkeye girmesi ile cemiyetteki kuruluş ve anlayış farklılaşması, İslâmî müesseselerin yanında batı taklitçisi bir anlayış ve batı taklidi kuruluşların tesisine sebeb olmuştur. Tanzimât ve Islâhât Fermanları devletin çöküşünü engellemesinde hiçbir müsbet tesiri olmamış, aksine ülkedeki tebea ve cemiyetler arasında yeni ve daha büyük problemlerin çıkmasına zemin hazırlamıştır.
Meselâ Sûriye’de büyük bir galeyân başladı. Arkasından 1858’de Cidde’de Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında çatışma çıktı. Fransız ve İngiliz konsolosları öldürüldü. Bunun üzerine İngiliz ve Fransız donanmaları Osmanlı Devletine sormadan şehri bombaladılar. Fâillerden on kişiyi yakalayarak îdâm ettiler. Cidde bir Osmanlı toprağı idi. Bağımsız bir devletin topraklarında işlenen bir suçun fâilini ancak o devletin cezâlandırması milletlerarası bir kâide, teâmül olduğu hâlde, batılı devletlerin buna aldırdıkları bile yoktu. Nihâyet, Lübnan’da da büyük bir isyân patlak verdi. Uzun mücâdelelerden sonra 9 Haziran 1861’de Lübnan Nizamnâmesi imzâlandı. Buna göre; Hıristiyan bir vâlinin başkanlığında Lübnan muhtar eyâlet hâline getirildi. Böylece Islâhât Fermanı batılı devletlerin istediği şekilde meyveler vermeye başladı.
Kaynak: Yeni Rehber Ansiklopedisi Cilt 9
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"