Hürriyet

İnsanların fert veya grup olarak, diğer fert veya grupların her türlü tahakküm ve sınırlamalarından uzak bulunması hâli, serbestlik.

Hürriyet konusunu, insanlar çağlar boyu tartışmışlardır. Hemen her devirde filozoflar, ideologlar, siyâset, bilim ve din adamları ile sonraki asırlarda iktisatçılar hürriyeti târif ederek, fert ve cemiyet hayatındaki yerini, sınırlarını tesbit etmeye çalışmışlardır. Eski Yunan ve Roma’nın bilinen târihlerinden bu yana yapılan hürriyet tartışmalarında ortaya konulan pekçok görüş ve fikirlerin, hürriyet anlayışlarının hepsinin birleştiği ortak nokta “Hürriyetin mutlak olmadığıdır.” Yâni fert ve cemiyet için kayıtsız şartsız ve hiçbir sınırı olmayan bir hürriyet yoktur. Fert ve cemiyet istese de istemese de bâzı şartlara ve kâidelere kendi arzusunu sınırlayıcı olsa bile uymak mecburiyetindedir. Bunların bâzısı, insanların elinde olmayan tabîata âit (coğrafya, iklim, kimya, fizik kânunları vs. gibi) şartlardır. Bâzıları da medenî olmak ve yaşamak için insanların bir arada, cemiyetler hâlinde bulunma mecbûriyetinin getirdiği sınırlamalar ve kâidelerdir.

Mutlak hürriyetin olamıyacağının kabûlünden îtibâren, bilhassa cemiyet hayâtında fert ve cemiyete verilecek hürriyetin sınırları, bunun nasıl vekimler tarafından tesbit edileceği konusu, yeryüzündeki fikrî, siyâsî ve fiilî hürriyet tartışma ve mücâdelelerinin esas sâhasını teşkil etmiştir. Filozoflar bu mücâdelenin fikir ve düşünce tarafında, devlet adamları ve siyasetçiler siyâsî tarafında, insan toplulukları da fiilî tarafında yer almışlardır.İdeologlar ise hem fikrî, hem siyâsî, hem de fiilî taraflarda yer alabilmişlerdir. Bütün bu insanlar; bilgileri, anlayış ve kavrayış güçleri ve zamanlarındaki çeşitli şartların tecellisine göre hürriyeti târif ve tanzim etmeye çalışmışlardır.

İlmî ve teknik gelişmeler, ekonomik şartlar, siyâsî hâdiseler, savaşlar ve diğer büyük sosyal olaylar neticesinde bütün bu hürriyeti târif ve tanzimler değişikliklere uğramış, yeni düzenlemeler fert ve cemiyetin hayatlarına şekil ve yön vermiştir. Bugün de dünyâ üzerinde çeşitli hürriyet anlayışları ve hürriyet tanzimleri vardır ve bunlara karşı çıkanlarla tartışmalar sürmektedir.

Bütün hürriyet târif ve tanzimlerinde, iki unsur muhakkak bulunur. Bunlardan birincisi hâkim güç (otorite), diğeri bu güce itâat etmedir. İşte bu otoritenin (hâkim gücün) tesbiti, hürriyet konusunun en çetin tarafıdır. İnsanlık târihinde bu otorite çok çeşitli şekillerde kabullenilmiştir. Bâzı kavimlerde zâlim krallar, tanrılaştırılan diktatörler, kendisine tapılan büyücüler, papazlar, hükümet adamları, bu otorite yerine konulmuş, fert ve cemiyetin hayatı bunların emirlerine ve sözlerine göre şekillenmiştir. Bu anlayış târihte meşhur zulüm ve istibdat idârelerinin, insanların köleleştirilmelerinin vâsıtası olmuştur.

Batı dünyâsı için târihe hürriyet mücâdelesi asrı olarak geçen 18. yüzyılın batılı filozof ve inkilapçıları, hürriyetin insana doğuştan verilmiş bir hak olduğu ve bu hakkın hiç bir sûretle elinden alınamıyacağını savunarak hak ve hürriyetler listeleri yayınlayarak ferdin medenî ve siyâsî haklarını bir bir saymış ve bunları hükümetlerin kısıtlamalarından mahfûz tutmaya çalışmışlardır. Ancak sonraki asırlarda iktisâdî gelişmelerle beraber ortaya çıkan acımasız bir kapitalizmin otorite hâline gelmesi, filozofları, halkın hürriyetinin vasıtalı yollardan kısıtlanmaması için tekrar hükümet müdâhalelerinin gerektiğini savunmaya zorlamıştır. Böylece sigortalar, sosyal güvenlik müesseseleri, asgarî ücret tesbiti, sendikalar gibi birçok yeni sistemler kurulmuştur. Devlet müdahalelerinin her sahaya inceden inceye yaygınlaştığı toplumlarda ise devlet kesin otorite olmuş, devleti îdare ve temsil eden küçük bir grubun tahakkümü ortaya çıkmıştır (komünist rejimler).

Bilhassa 20. yüzyılda demokrasiler için hürriyet mefhumu, rejimin temel taşı sayılmıştır. İnsanların temel hak ve hürriyetleri demokrasinin işleyebilmesi için şart ve lüzumlu olduğundan demokrasi mücâdeleleri ile hürriyet mücâdeleleri aynı kategori içine sokulmuştur. Demokrasi idârelerinde otorite millî irâde (çoğunluk irâdesi) olarak kabul edilmiş; fert ve cemiyet, cemiyet ve devlet, fert ve devlet arasındaki münâsebetlerin ayarlanmasında hürriyetlerin temini ve kullanılmasında millî irâde esas alınmıştır. Ancak demokrasilerde iktidâra gelen partilere hâkim olan grupların veya vâsıtalı çevrelerin otorite yerine geçme veya otoriteyi istismâr etme temayülleri dünyânın her yerinde sık sık görülmekte ve hürriyetlerin sınırları, tanzimi, tevzii ve kullanılması konuları fikrî, siyâsî ve yer yer fiilî olarak tartışılmaktadır.

Târih boyunca yapılan hürriyet mücâdelesi sonunda, demokratik idâre düzenini benimseyen ülkelerin anayasaları çeşitli hürriyetleri fertlere bir hak olarak tanımıştır. Ülkemizde de anayasa hukûkunun geçirdiği çeşitli merhalelerin sonucunu teşkil eden 1982 Anayasasında, “Temel Haklar ve Ödevler” başlığı altında (mad. 12) ve devamında temel hak ve hürriyetler ile ilgili kavramlar belirtilmiş ve açığa kavuşturulmuştur. Bu hak ve hürriyetlerin bâzıları şunlardır:

Kişi hürriyeti ve güvenliği (mad. 19),

haberleşme hürriyeti (mad. 22),

yerleşme ve seyahat hürriyeti (mad. 23),

din ve vicdan hürriyeti (mad. 24),

düşünce ve kanâat hürriyeti (mad. 25),

düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti (mad. 26),

bilim ve sanat hürriyeti (mad. 27),

basın hürriyeti(mad. 28),

dernek kurma hürriyeti (mad. 33),

hak arama hürriyeti (mad. 36) vs.

Hürriyet mefhumu bâzı dinlerde de yer almıştır. Meselâ ilk Hıristiyanların yaptıkları inanç ve ibâdet hürriyeti mücâdeleleri ve bu sebepten uğradıkları zulümler meşhurdur. Hıristiyanlığın doğru şeklinin çabuk ve çok yere yayılamamasında ve kısa zamanda insan eliyle bozularak bugünkü hâline gelmesinde ilk ve doğru hıristiyanların o günkü Roma ve Yunan toplumları tarafından kendilerine inanç ve ibâdet hürriyeti tanınmayarak zulüm ve işkenceler yapılması neticesinde mağaralara ve insanlardan uzak yerlere çekilmelerin çok büyük rolü olmuştur.

İslâmiyet, hürriyete bütün dinlerden çok daha fazla önem vermiş ve başka dinlerden olan birçok aydınlar tarafından “hürriyet dîni” olarak vasıflandırılmıştır. Hür olmak İslâm dîninde Cumâ ve Bayram namazlarının ve Haccın vücup şartlarından bir tânesidir. Hür kadının hak ve mes’uliyetleri câriyelerden çok farklı ve daha asildir. Kur’ân-ı kerîmde hazret-i Muhammed,“İnsanların sırtlarında olan zincirleri indiren kimse.” (A’râf sûresi: 157) olarak târif ve medh edilmektedir. Hazret-i Ömer, zulüm idârelerini ve zâlimleri tenkit ederken, onlara; “Anaları hür doğurdukları hâlde, siz, insanları köle yaptınız.” Diye hitâb etmektedir. Dört büyük imamdan İmâm-ı Şâfiî , rahmetullahi aleyh; “Allah seni hür yarattı, o halde hür yaşa” buyurmuştur.

İslâmiyetin bildirdiği hürriyete hâkim güç (otorite) yalnız Allahü teâlâdır. Allah’tan gayri olan bütün mahluklar O’na boyun bükmekle vazifelidirler. Mutlak ve hakîkî hâkim ancak O’dur. Kur’ân-ı kerîmde meâlen; “Allah, hâkimlerin hâkimi değil midir?” (Tîn Sûresi: 8) buyurmaktadır. Hazret-i Muhammed insanları O’na inanmaya çağırarak insanların gönüllerindeki sahte ve yalancı mâbûtlara olan bağlılıklarını kırmış ve yok etmiştir. Mahlûklara (yâni yokken sonradan yaratılmış olanlara) duyulan bu bağlılığı kaldırarak insanları Allah’tan başka şeylere esâretten ve kölelikten kurtarmıştır.“Allah’tan başka ilâh yoktur (lâilâhe illallah)” buyurarak insanları putların, kendilerini tanrılaştırmaya kalkan zâlimlerin, diktatörlerin veher çeşit kaba kuvvetin tahakkümünden kurtarmış, hakîkî hürriyet yolunu açmıştır.İslâmiyette hürriyet; “Allahtan başka ilâh tanımamak” ve yalnız O’nun otoritesine (kudretine) teslim olmak demektir. Bu teslimiyete dinde Müslüman olmak, denir. Bütün Müslümanlar, meslek ve meşrepleri, bedenleri, renkleri, güç ve kuvvetleri ne olursa olsun,Allah’ın kuludurlar. Kullukta ve insanlık hak ve hürriyetlerinde hepsi ortaktır. Hepsi aynı emir ve yasaklara tâbi ve hepsi kulluk yapmakla vazifelidirler. Kavim ve ırk bakımından Arabın Aceme üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvâdadır, yâni haramdan kaçmadadır.

Allah katında üstün ve şerefli olmanın yolu, her Müslümana açıktır. Bu ise Allah’ın emir ve yasaklarına herkesten daha çok sarılmak ve riâyet etmekle sağlanır. İslâm âleminde yetişmiş en büyük âlimler ve velîler hakîkî hürriyetin Allah’tan gayri olan şeylere gönül bağlamaktan kurtulmak ve hakîkî sultanlığın da Allahü teâlâya lâyıkıyla kulluk yapmak olduğunu söylemişlerdir. Müslüman toplumların hâkim olduğu yerlerde yaşayan başka din ve inançtaki insanların, insanlık, sanat, ticâret, din ve ibâdet hürriyetleri de teminât altına alınmıştır. İslâmiyet, insanların hürriyetini esas kabul etmiştir. Başka dinden olanlara İslâmiyeti zorla kabul ettirmek yasaklanmıştır. İslâmiyet tebliğ edilmiş, duyurulmuş, açıklanmış, insanlar dilediklerini seçmekte hür ve serbest bırakılmışlardır.

İslâmiyetin yayılmaya başlamasından îtibâren fethedilen memleket ve şehirlerde yaşayan insanlar, dinleri, dilleri, ırkları, renkleri ne olursa olsun bütün bu hak ve hürriyetlerden istifâde etmiştir. Dünyânın diğer memleketlerine ticâret ve istilâ sebepleriyle gidip yerleşen Hıristiyan Avrupalılar ise buralardaki yerli halkı köle olarak kullanmış, birçoğunu başka yerlerdeki esir pazarlarında satarak çiftliklerde, mâdenlerde, tarlalarda ve yer altında olmak üzere, en ağır işlerde boğaz tokluğuna çalıştırmışlardır. Bu insanlar ırk, renk, dil ve dinlerinden dolayı her türlü hakârete ve zulme müstehak görülmüşler, çok defa canları pahasına cezâlandırılmışlardır.

Dünyânın en büyük sömürgeci imparatorluklarından birini kuran İngiltere’ye karşı, Amerika’da verilen ve uzun yıllar devam eden hürriyet mücâdeleleri zaferle neticelenince, İngiliz sömürgesi olan diğer ülkelerde de başlayan isyanlar yirminci yüzyıl ortalarına kadar sürerek herbiri zaman içinde siyâsî istiklallerine ve hürriyetlerine kavuşmuşlardır. Târihin en büyük devletlerinden biri olan Osmanlılarda ise uzun asırlar boyunca hiçbir kavmin hürriyet mücâdelesi yaptığı görülmemiştir. Osmanlı devlet anlayışı ve idâresinin esaslarının çeşitli din, dil, ırk ve milliyetten insanları bir arada, huzur içinde yaşatabilecek mükemmellikte olması, böyle şeylere itiyaç bırakmamış, fırsat vermemiştir. Ancak 19. Yüzyıl ortalarından îtibâren İngiliz, Fransız, ve Ruslar tarafından devamlı ve zorakî yapılan kışkırtmalarla devletin çeşitli bölgelerinde tertib edilen çeteler ve komitacılar eliyle siyâsî İstiklâl mücâdeleleri başlatılmak istenmiştir. Ancak bunlar hiçbir zaman toplu bir halk hareketi hüviyetine bürünemeyen, küçük, isyânkâr parti, komite ve çete olarak kalmışlardır. Fakat bu grupların isyanlarına sonradan bâzı siyâsî sebeplerle hürriyet mücâdeleleri ismi verilmiştir.

1980’li yılların sonuna kadar insanlara temel hak ve hürriyetlerin devamlı tanındığı ülkelere “hür dünyâ”, bunun tanınmadığı ülkelere de “demirperde ülkeleri” denilmekteydi. Rusya’nın liderliğini yaptığı ve komünizm ile idâre edilen demirperde ülkelerinde yaşayan insanlar, başta olmak üzere pek çok temel hak ve hürriyetlerden mahrum bırakılmışlardı. 1991’den sonra, Çin ve Küba hâriç bütün demirperde ülkeleri komünizmi bırakarak hürriyeti seçmişlerdir.

Kaynak: Yeni Rehber Ansiklopedisi Cilt 9