Bir şeyin şuurunda olmak, onu idrak edebilmektir. Farkında olmak, bilmek, tanımak, derinlemesine kavramak ve yaşamaktır. Hayatımızın olmazsa olmaz idrak mecburiyetleri vardır. Bunların şuurla kavranması gerekir. Din şuuru, dil şuuru, tarih şuuru ve gelecek şuuru.
Bir millet, bu dört sütun üstünde yükselir. Ne yazık ki son bir asırda millet varlığındaki bu dört unsurun dördüyle de oynandı. Din ötelendi, lüzumsuz sayıldı, geri kalmışlığın sebebi gösterildi ve daha bir sürü ithamla karalandı. Nice milyon nesil, İslamiyeti tanımaz ve yaşamaz oldular. Dini hayat içten ve dıştan tahribata uğradı.
Dil şuuru, en büyük darbeyi harf inkılabıyla yaşadı. Milyonlar bir gecede "kara cahil" durumuna düştüler. Harfle oynanmakla kalınmadı kelimelerle de oynandı. Çok katı bir şekilde dil ırkçılığı yapıldı. Masa başında, uydurulan kelimeler, bin yıldır kullandığımız, binlerce eser verdiğimiz kelimelere musallat edildi.
Tarihle, tarihî hadise ve simalarla da irtibat koparıldı. Belli bir ideoloji ve o ideolojinin başındaki insana yaramayan zafer bile olsa unutturuldu, görmezden gelindi. Binlerce senelik tarih, üç beş zaferle geçiştirildi. Kahramanlıklar sadece bir kaç isme mal edildi. Bir kaç isme mal edilemeyen savaşlar ve zaferler yok sayıldı. Bütün bunlar ağır yaralar alınca hâliyle yeni nesillerde hayal edebilme, tefekkür edebilme ve istikbali kucaklama gayreti dumura uğradı.
Bunlar olurken bir taraftan da sürekli biçimde batının üstün olduğu propagandası yapıldı. Netice olarak nesiller ya batı özentili ve kökünden kopanlar, ya yabancı ideolojilere kapılanmışlar şeklinde ziyan oldu. Ailelerin gayretleri ve hamiyetperver bazı insanların çalışmalarıyla yeni nesillerden pek azı yerli ve millî şuurla yetişebildi. Yakın zamanlara kadar manzara böyledir.
Bundan dolayıdır ki din, dil, tarih ve gelecek şuurumuzun yeniden sorgulanması, eksiklerin tesbiti gerekir. Bu bir hesaplaşmadır, yüzleşmedir ve doğruyu arama çalışmasıdır. Maddi kalkınma yetmez, mânevi kalkınma da şarttır. İslamiyet, edebiyat, tarih ve diğer sosyal ilimlerde ciddi mânâda ilim adamı boşluğu var. Şimdilerde gençler arasında tarihe merak dönemi başlamış bulunuyor. Bu merak sahiplerinin yanlışa yönlendirilmemesi gerekir. Bu da ancak imzasının haysiyetine düşkün tarihçilerin varlığıyla mümkün. Tarih, sırf hamaset olamaz.
Bütün tarihimiz olmasa bile şimdilik III. Selim'den bu yana tarihimizin yeniden kaleme alınması gerekir. Her şey yerli yerine oturmalı. Mağlubiyeti de zaferi de hakkıyla bilmeliyiz. Bu dönem tarihi yazılırken tabii ki bütün sosyal ve siyasi hadiseler tahlil edilmelidir. Bugün Çanakkale Zaferi bile layıkıyla bilinmemekte. On yıllar boyu tarafgirâne verilmiş, bir müdafaa harbi son zafer tarzında sunulmuştur. Halbuki bunun öncesinde 1897 Teselya Zaferi ve sonrasında 1916 Kut Zaferi vardır.
Dünya çapında söz sahibi din, tarih, edebiyat ve diğer dallarda sosyal ilim adamlarımızın, fütürologlarımızın yetişmesi lazım. Hiç bir mevzu yanlış öğretilmemeli, kimsenin ne hakkı yenmeli, ne haksız biçimde övülmelidir.
Bedir Harbinden bu yana bütün şehit ve gaziler başımızın tâcıdır. Onlara olan hürmetimizle sorumlu davranılmalı. Doğrular çoğalınca husumetler azalır. Bütün ecdadı, bütün şehitlerimizi rahmet ve dualarla yâd ediyoruz.
Rahim Er
Türkiye Gazetesi
18.03.2016
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"