Üstat Necip Fazıl’ın “Gençliğe Hitabe”sinde, muhteşem bir şekilde tarif ettiği gençliği özlüyoruz; “Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik… Zaman bendedir ve mekân bana emanettir şuurunda bir gençlik!”
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı dolayısıyla Beştepe’de gençlerle buluştu ve gençlikle ilgili düşünce ve duygularını paylaştı. “Biz siyasetçiler gençlere ufuk açmalıyız” diyen Cumhurbaşkanı; “Bu pazar günü yapacağımız partimizin büyük kongresinden itibaren kendi inisiyatif alanımızda gençlere hak ettikleri yerleri vermeye kararlıyız. Bu düzenlemeleri gençlerimize ihsan değil, haklarının gecikmiş teslimi olarak görüyoruz” ifadesiyle AK Partide esaslı bir gençleştirme sürecinin işaretini verdi. Gençlerle bir araya gelmekten her daim mutlu olduğunu ve gençlerin kendisi için motivasyon kaynağı olduğunu belirten Cumhurbaşkanı; “Bazılarının yeni nesille ilgili olarak karamsar olduğunu görüyorum. Ben yeni nesilden çok ümitliyim” değerlendirmesini yaptıktan sonra, şöyle bir vizyon çizdi: “Bir sonraki Kızılelmamız olan 2053 sizlere emanettir…”
Evet, bu büyük emaneti omuzlayacak bilgi, beceri, şuur ve inanca sahip bir gençlik yetiştirmemiz gerekiyor. Nüfusumuzun en enerjik, en dinamik kesimi olan gençlerimizi, istikbalimiz olan gençlerimizi, ileride kaçınılmaz olarak yüklenecekleri görevlerle mütenasip bir donanıma sahip olacak şekilde yetiştirebiliyor muyuz? Bu soruya iç rahatlığıyla olumlu cevap vermek isterdim şahsen… Şunu hemen belirteyim ki, ben de genç nesille ilgili olarak iyimserim. Hele hele 15 Temmuz ihanet kalkışması sırasında gençliğin ortaya koyduğu tavrı gördükten sonra bu iyimserliğim daha da arttı diyebilirim. Ancak endişe ettiğim husus, dünyayla rekabet noktasında, gençliğimize verdiğimiz eğitimin kalitesi, onların manevi gelişmesine gösterdiğimiz dikkat ve özen, onlara telkin ettiğimiz hayat gayesi ve yüksek hedefler noktasında, acaba ne kadar başarılıyız? Bu soruların cevabını titiz biçimde aramalıyız. Sadece kabiliyet ve çeşitli alanlardaki başarılarıyla temayüz etmiş, bazı gençlerin üzerine "ramp ışıkları"nı çevirerek bütün gençlik için değerlendirme yapmamız yanlış olur. Başarılı, başarısız; mükemmel veya nakıs kıyaslamasında, belli istatistik kalıplarla değerlendirme yapmak mümkün şüphesiz. Ama bizim için tek bir gencin dahi asla vazgeçilemez olduğunu hep hatırda tutmak durumundayız. Mademki geleceğimizi mutlak surette onlara teslim edeceğiz, o hâlde gençliğe de o derece sahip çıkmalıyız.
Peki, nasıl bir gençlik? Üstat Necip Fazıl beklenen ve özlenen gençliği şöyle tarif ediyor: “Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, öcünün davacısı bir gençlik… Can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nisbette strateji ve taktik sahibi bir gençlik…” Şüphesiz bu, meselenin en ideal seviyesi… Maharet de bu istikamette ilerleme derecesidir. Şayet gençliğe dair tabloyu tozpembe görüyorsak, bilelim ki yanılgı içindeyiz. Bardağın dolu tarafını göreceğiz elbet. Ama boş kısmını da asla unutmayacağız. Gerçekçi olan bu yaklaşımdır. Cumhurbaşkanı gençlerle olan buluşmasında tarihe de çeşitli göndermelerde bulundu. Ve tarihimizle bağımızın koparıldığına dikkat çekti: “Bizim tarihimizle bağımızı kopardılar. Bizim okuduğumuz tarih kitaplarında garip garip şeylerle geçmişi olan bir tarih okuduk. Anlı şanlı tarihimizi bize okutmadılar. Osman Bey Boy Beyi olduğunda 23 yaşındaydı. Fatih ilk tahta oturduğunda 13 yaşındaydı. Böylesine şanlı bir ecdadı bize öğretmediler. Fetih ruhuyla yetişseydik geleceğe başka türlü bakacaktık…” Cumhurbaşkanı bu vesileyle müfredatı değiştireceklerini bir kere daha tekrarladı. Umarız bu defa bizi dünya ile yarışta yaya bırakmayacak ve özümüze uygun bir eğitim müfredatı ve sistemi tesis edilir. Ki, dünya sıralamasında hiç de hak etmediğimiz alt basamaklardan kurtulalım artık!
Necip Fazıl gençliğin tarih şuurunu irdelerken, son yedi asırlık tarihimizi dört devreye ayırır. İlk iki buçuk asrının aşk, vecd, fetih ve hâkimiyetle süsleyici; sonraki üç asrın kaba softa ve ham yobaz elinde kenetleyici, devamındaki bir asrın taklitçi ve onu takip eden yarım asrın; “Türk’ü ruh planında helak edici” nitelikte olduğunu ve bunun farkında olmak gerektiğini bilhassa hatırlatır… Ve beşince devrenin önünde dimdik duran gençliği işaret eder. Evet, tarihle ilgili söylenecek çok şey var. Ben de naçizane şunu ifade edeyim; 1808 ile 1908 ve 1908 ile 2008 arasındaki son iki asrı, mutlaka ama mutlaka iyi inceleyip öğrenmeliyiz. Geleceğimiz için!..
İsmail Kapan
Türkiye Gazetesi
20.05.2017
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"