Dinimizde ana-baba hakkı çok mühimdir. Anaya, babaya iyilik ve ihsân, evlât üzerine farzdır. Hiçbir zaman ve hiçbir sebeple onlara sert söylemek caiz değildir.
Allahü teâlâ İsrâ sûresinde buyuruyor ki: (Ana ve babadan biri veya ikisi ihtiyârladığında usanıp da öf deme! Ağır söz söyleme! Onlarla yumuşak ve tatlı konuş!) Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: (Üç sınıf insana Cehennem ateşi dokunmaz: Bunlar, kocasına itaat eden kadın, ana-babasına iyilik eden evlât ve insanlara merhamet eden kimsedir.) Ana-baba, zâlim de olsalar, kendisine zulmetseler de evlât, onları küstürmemelidir... Ananın, babanın, kocanın, hiç kimsenin, İslâmiyyete uymayan emri dinlenilmez, yapılmaz. Fakat, anaya, babaya, yine tatlı söylemek, onları incitmemek lâzımdır. Ana baba kâfir ise, onları kiliseden, meyhâneden, sırtta taşıyarak bile geri getirmek lâzımdır. Fakat, oralara götürmek lâzım değildir... Ana-babaya karşı alçak gönüllü olmalı, yaşadıkları müddetçe onlara hizmet etmeli ve bununla onların rızâlarını kazanmalıdır. Evlât, ana-babasına şefkat, merhamet ve sevgi ile bakınca ona, böyle bir bakışı için, kabûl edilmiş bir hac sevâbı verilir. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): (Babasına ve annesine merhamet nazarı ile bakan evlâda, hac ve umre sevâbı yazılır) buyurdu. Günde bin defa bakarsa da böyle midir? diye sorulunca: (Günde yüz bin defa baksa da...) buyurdu.
BÜYÜK GÜNAHLARDAN!..
Birisi Peygamber aleyhisselâma dedi ki:
- Yâ Resûlallah, yanımda yaşlı anam vardır. Elimle yedirip içiriyorum. Abdestini aldırıyorum. Sırtımda gezdiriyorum. Hakkını ödemiş olur muyum? Peygamber aleyhisselâm buyurdu ki:
- Hayır, yüzde birini bile ödemiş olamazsın. Ancak iyilik ediyorsun. Allahü teâlâ bu az iyiliğine karşılık çok sevâp ihsân eder. Ana-babayı ziyâret etmemek büyük günâhtır. Uzakta iseler, hiç olmazsa, selâm göndererek, tatlı mektup yazarak, telefon ederek gönüllerini almalı ve bu günâhtan kurtulmalıdır. Şunu hiç unutmayalım ki, ananın, babanın evlâdına duâsı, Peygamberin ümmetine duâsı gibidir... Ana veya baba öldükten sonra da onlar için iyilik yapılması emredilmektedir. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: (Sadaka veren kimse, sadakasını neden Müslüman olan anne ve babasının ruhu için vermez? Halbuki böyle yaparsa, verdiği sadakanın sevâbı, onların ruhuna gideceği gibi, onlardan bir şey eksilmemek şartı ile, onların sevâbı gibi bir sevâp da kendisine yazılır.) "Bu benim annemdir" Mûsâ aleyhisselâm bir gün, (Yâ Rabbî, bana Cennetteki arkadaşımı göster!) dedi. Allahü teâlâ: (Filân şehrin, filân çarşısına git. Orada bir kasap vardır. Yüzü şöyle, boyu şöyledir. Senin Cennetteki arkadaşın odur) buyurdu. Mûsâ aleyhisselâm o dükkâna gitti. Güneş batıncaya kadar orada kaldı. Akşam olunca, kasap, bir parça et alıp, zembiline (sepet) koydu. Dükkândan ayrılırken, Mûsâ aleyhisselâm; (Ey genç, misâfir için, yanında yer var mı?) buyurdu. Genç "evet" deyip, beraber gittiler... Eve gelince, genç, bu etten güzel bir çorba pişirdi. Sonra evin bir köşesinden bir zembil daha çıkardı. İçinde çok yaşlı, zayıf, güçsüz bir kadın vardı. Âdeta bir güvercin yavrusunu andırıyordu. Onu zembilden çıkardı. Bir kaşık alıp doyuncaya kadar ağzına yemek koydu. Sonra elbisesini yıkadı, kuruttu ve yine ona giydirdi. Sonra tekrar zembile yerleştirdi... Bu esnâda annesinin dudakları kımıldadı. Sonra adam zembili alıp yerine bıraktı... Bunları gören Mûsâ aleyhisselâm: (Bu yaptıkların nedir?) diye sordu. "Bu benim annemdir. Çok yaşlandı. Gücü tâkati yok. Oturacak halde de değildir. Çarşıdan gelince, onu yedirmeden, doyurmadan, ne yerim, ne de içerim" dedi. Bunun üzerine Mûsâ aleyhisselâm; (O esnâda annenizin dudaklarını kımıldattığını gördüm) buyurdu. "Yâ Rabbî, oğlumu Cennette Mûsâ aleyhisselâma arkadaş eyle, diye duâ eder" dedi. O zaman Mûsâ aleyhisselâm; (Gözün aydın olsun, Mûsâ benim ve Cennetteki arkadaşım sensin" buyurdu...
Ahmet Demirbaş
05.10.2011
Türkiye Gazetesi
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"