Eshâbına nasîhatdan sonra, Hilye-i pâkimi, görse biri, Gördükde, hubbu hâsıl olsa, Beni görmeği etse arzû, Cehennem olur, ona harâm, Dahî, haşretmez çıplak, ânı Hak, Denildi ki, hilye-i Resûli, Eder Hak, onu korkudan emîn, Hastalık görmez, dünyâda teni, Günâh etmiş ise de, bu adam, Âhiretde azâbdan kurtulur, Haşreyler, ânı hem, Rabb-i celle, Hilye-i Nebîyi, güç iken beyân, Sığınarak Zülcelâle, İttifak etti, bu sözde ümem, Mübârek yüzü, hâlis ak idi, İnci gibi, yüzündeki teri, Terleyince , O menba'ı sürûr, Görünürdü gözü, dâim sürmeli, Akı, beyâz idi gâyetle, Siyâhı ânın, değildi ufak, Geniş, güzel ve latîfdi gözü, Kuvve-i bâsıra-i Mustafavî, Bakmak arzû etseydi, bir yere, Başa tâbi' ederdi cesedi, Hem, cism idi, Resûl-i ekrem, Güzel, hem sevimli idi Resûl, Mâlikle Ebû Hâle, söyledi, İki kaşı arası, her zemân, Mübârek yüzü, az yuvarlakdı, Siyâh kaşları mihrâbı, ânın, Ortası yüksekce görünürdü, Çok güzel idi, çekme ve latîf, Seyrek idi, dişlerinin arası, Ön dişleri, etdikçe zuhûr, Gülse idi, iki cihânın serveri, Görünürdü, ön dişleri, pek afîf, İbni Abbâs der, Habîb-i Hudâ, Hem hayâsından O, dînin senedi, Nâzik, mahcûb idi, Resûl-i cenâb, Yüzü benzerdi, yuvarlak aya, Nûrlu idi hep, o vech-i hasen, Gönüller aldı, o güzel Nebî, Bir kerrecik görenler, rü’yâda, Hem güzel yanakları, bileler, Ânın etmişdi, cenâb-ı Hâlık, Boynunun nûru, ederdi her ân, Mübârek sakalından, iyi bil, Ne kıvırcıkdır, ne de uzun, Gerden-i pâk-i Resûl-i âfak, Eshâb içinden, çok ehl-i edeb, Açılsaydı, mübârek sînesi, Aşka olunca, mahall-i teşrîf, Mübârek sînesi, geniş idi, Ak ve berrakdı, o sadr-ı kebîr, Ateş-i aşk-ı zât-ı ezelî, Bilir elbet bunu, pîr-ü civân, Sırtı ortası hem, etli idi, Gümüş teninde, letâfet vardı, Sırtında idi, mühr-i nübüvvet, Bildirdi bize, edenler ta’rîf, Rengi, sarıya yakın, karaydı. Etrâfını çevirmiş, sanki hatlar, Anlatanlar, O âlî nesebi, Her kemik iri, merdâne idi, Mübârek a’zâsının her biri, Çok hoş idi, her uzvu ânın, Elleri ayası, O sultânın, Geniş ve pâk idi, nâzik mergûb, Çok mevzûn idi, der ehl-i nazar, Selâm verseydi, birine eğer, Bir iki gün, geçseydi aradan, Belli olurdu, hoş kokusundan, Billûr gibiydi, ten-i bîmûyu, Dostu seyr etmek için, O şerîf, Kemâl üzereydi, nâzik teni, Yokdu, göğsünde, karnında aslâ, Göğsü ortasından aşağı yalnız, Bu siyâh hat, mübârek bedeninde, Bütün ömründe kalmışdı, kezâ, İlerledikçe, sinn-i Nebevî, Hem dahî, kâinatın Sultânı, Ne za’îf, ne de pek etli idi, Lâhmı, şahmı, dediler ehl-i derûn, Etmiş, ol beden serâyın üstâd, İ’tidâl üzere idi, pâk teni, Orta boylu idi, o Sidre mekân, Seyreden, mu’cize-i kâmetini, Görmedik böyle, gül yüzlü güzel, Orta boylu iken, Nebî, Ne kadar, uzun olsa idi, o er, uzun boylu olandan o cevher, Bir yol gitseydi, izzetle, Deriz, vasf-ı şerîfinde yine, Ya’nî, bir yokuşdan iner gibi, Şanlı, şerefli idi, o Celîl, Bir zâtı ki, murâd ede Hudâ, Yolda giderken, eğer bir kimse, Korku düşerdi, kalbine ânın, Hem de biri, Nebî ile, müdâm, Sözlerindeki lezzet ile, ol, Etmişdi Onu, Hallâk-ı ezel, Yâ Resûlallah! gücüm yok medhine, Hâsılı, ey Şâh-ı iklîm-i vefâ, |
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"