On iki imâmın yedincisidir.
Mekke ile Medîne arasında Ebvâ denilen yerde 745 (H. 128) senesi Safer ayında doğdu.
802 (H. 186) senesinde Bağdat’ta hapishânede vefât etti.
Eshâb-ı kirâmın sohbetinde bulunmakla şereflenen Tâbiîn devrinin yüksek âlimlerinden ve evliyânın büyüklerindendir.
Câfer-i Sâdık’ın oğlu, İmâm-ı Ali Rızâ’nın babasıdır. Annesinin ismi Humeyde-i Berberiyye’dir. Resûlullah efendimizin "aleyhisselam" torunu olup, hazret-i Ali ile hazret-i Fâtıma’nın neslindendir. Hazret-i Hüseyin’in çocuklarından olduğu için seyyiddir. Asıl adı, Mûsâ bin Câfer-i Sâdık bin Muhammed Bâkır bin Ali Zeynelâbidîn bin Hüseyin bin Ali bin Ebî Tâlib’dir. Künyesi, “Ebü’l-Hasan” ve “Ebû İbrâhim”dir. Kâzım, Sâbır, Sâlih, Emîn gibi lakapları da vardır. En meşhuru Kâzım’dır. Hilminin (yumuşaklığının) çokluğundan, kötülük yapanlara kızmayıp bağışladığından ve gazabına hâkim olduğundan kendisine bu lakap verilmiştir. Mûsâ Kâzım, Mekke ile Medîne arasında Ebvâ denilen yerde 745 (H. 128) senesi Safer ayında doğdu. 802 (H. 186) senesinde Bağdat’ta hapishânede vefât etti. Bağdat’ın 10 km kuzey batısında Dicle Nehrinden 5 km içerde olan Kâzımiyye mahallesine defnolundu. Büyük ve çok süslü bir türbesiyle yanında büyük bir câmi vardır. Müslümanların en çok ziyâret ettiği türbelerden biridir. İmâm-ı A’zam hazretlerinin türbesi de Dicle kenarındadır.
İmâmlığı yirmi beş sene üç ay süren Mûsâ Kâzım hazretleri, derin bir âlim ve büyük bir velîdir. Din bilgilerinde ictihâd derecesine yükselmişti. Her ilimde imâm, üstâd, büyük bir rehberdi. Çok ibâdet ederdi. Gecelerini hep namazla geçirirdi. Bu hâllerinden dolayı, kendisine Sâlih kul adını vermişlerdir. Tasavvuf ilminde, Ehl-i sünnetin gözbebeğidir.
Mûsâ Kâzım hazretleri, hadîs-i şerîf ilminde sikâ yâni güvenilir bir râvîdir. Büyük bir hadis imâmıdır. Oğulları Ali Rızâ ve İbrâhim, İsmâil, Hüseyin ile kardeşleri Ali ve Muhammed, ondan hadîs-i şerîf rivâyet etmişlerdir. Resûlullah’a kadar varan bir rivâyet ile bildirdiği bir hadîs-i şerîfte buyruldu ki: “Yemekten önce el yıkamak, fakirliği yok eder. Yemekten sonra yıkamak da, üzüntüyü giderir...”
Mûsâ Kâzım hazretlerinin yaşadığı devirde, Ehl-i beytten olanlara maalesef pekçok haksızlık yapılmıştır. Zamânın sultanları tarafından birkaç defâ hapse atılmış ve hapiste iken vefât etmiştir.
Mûsâ Kâzım’ın "rahmetullahi aleyh" hayâtı, fazîletler ve üstünlüklerle doludur. Sevdiklerine ibret veren ve yol gösteren kerâmet ve menkıbeleri ile rûhlara gıdâ olan sözleri çoktur. Menkıbeleri meşhurdur. Bâzı söz ve kerâmetleri kitaplarda yazılmış, bâzıları da şifâhî olarak dilden dile, gönülden gönüle akıp gelmiştir.
Mûsâ Kâzım hazretleri çok cömertti. Birisi ona devâmlı içinde dînâr bulunan keseler gönderiyordu. Bu keselerin içinde; bâzan üç yüz, bâzan dört yüz, bâzan da iki yüz dînâr bulunuyordu. Mûsâ Kâzım hazretleri, eline geçen bu dînâr keselerini yanında biriktirmez, onları Medîne-i münevvere fakirlerine dağıtırdı.
Hikmetli sözlerinden birinde buyurdular ki:
Arkadaşlık ettiğin biri, önceleri hâli hâline uyar, sonraları kalbine sıkıntı verirse, hemen kendine bak! Kendi eğriliğini anlarsan, hemen tövbe et. Doğru olduğunu anlarsan, bilesin ki, o arkadaşın yoldan sapmıştır. Bu durumda dur, biraz düşün. Hemen ondan ayrılma! Onu yalnız başına bırakma. Cenâb-ı Hak tarafından bir düzelme gelinceye kadar bekle.
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"