Resûlullah’ın "aleyhisselam" torunu, hazret-i Ali’nin "radıyallahü anh" ikinci oğlu.
On iki imâmın üçüncüsü.
627 (H.6) senesinde Medîne’de doğdu.
680 (H.61) senesinde Kerbelâ’da şehid edildi.
Hüseyin adını, Resûlullah efendimiz vermiştir. Künyesi, Ebû Abdullah’tır. Lakabı Seyyid ve Şehîd’dir. Soyundan gelenlere “seyyid” denir.
Bir gün sabah namazından sonra, Resûlullah efendimiz mübârek yüzünü Eshâb-ı kirâma çevirmeden hazret-i Ali’yi çağırdılar. Berâber mescidden çıktılar. Eshâb-ı kirâm nereye ve niçin gittiklerini anlayamadılar. Tekrar döner, diye oturdular. Birlikte hazret-i Fâtımâ’nın evine gittiler. Hazret-i Ali’ye, kapıda durup, kimseyi içeri sokmamasını emir buyurdu. Zîrâ hazret-i Hüseyin dünyâya gelmişti.
Resûlullah efendimiz, hazret-i Hüseyin doğduğu zaman, kulağına; “O, Cennet çocuklarının efendisi (seyyidi)dir.” diye seslenmişti. Üsâme bin Zeyd, bir gece Peygamber aleyhisselâmı gördüğünü ve onun; “Bunlar benim oğullarımdır, kızımın oğullarıdır; Allah’ım, ben onları seviyorum, sen de onları sev ve onları sevenleri de sev.” dediğini rivâyet etmektedir. Bir defâsında da; “Hüseyin benden, ben Hüseyin’denim. Allahü teâlâ Hüseyin’i seveni sever.” buyurmuştu.Hazret-i Hüseyin, daha birçok hadîs-i şerîflerle methedildi.
Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde Ehl-i beyte yânî İmâm-ı Alî, Fâtımatüzzehrâ ve İmâm-ı Hasan ve İmâm-ı Hüseyin’e buyuruyor ki: “Allahü teâlâ sizlerden ricsi, yâni her kusur ve kirleri gidermek istiyor ve sizi tam bir tahâret ile temizlemek irâde ediyor.” Eshâb-ı kirâm sordular. Yâ Resûlallah! Ehl-i Beyt kimlerdir? O esnâda, İmâm-ı Ali geldi. Mübârek paltosunun altına aldılar. Fâtıma-tüz-Zehrâ da geldi. Onu da yanına aldılar. İmâm-ı Hasan geldi, onu da bir yanına; İmâm-ı Hüseyin geldi, onu da öbür tarafına alarak; “İşte bunlar, benim Ehl-i Beytim.” buyurdular. Bu âyet-i kerîme ile ilgili hadîs-i şerîfler, Resûlullah’ın iki mübârek torununu sevmenin şart olduğunu belirtir.
Hazret-i Hüseyin’in ilk çocukluğu Resûlullah efendimizin derin sevgi ve şefkati içinde geçti. Ancak bu hâl, çok sürmedi. Hazret-i Hüseyin, bundan sonra ilmini ve edebini babasının yanında tamamladı.
Nakledildi ki: Bir gün hazret-i Hüseyin, Resûlullah efendimizin yanındaydı. Annesine gitmek istiyordu. Hava yağmurluydu. Resûlullah duâ buyurdu. Hazret-i Hüseyin eve gidinceye kadar yağmur ara verdi. Bir gün de Resûlullah efendimiz, hazret-i Hüseyin’i sağ dizine oğlu İbrâhim’i sol dizine aldı. Cebrâil aleyhisselâm gelip, Hak teâlâ, bu ikisinden birini alacaktır. Sen birini seç, dedi. Eğer Hüseyin vefât ederse, benim canım yandığı gibi, Ali’nin ve Fâtıma’nın da canları yanar. Eğer İbrâhim giderse, en çok ben üzülürüm. Benim üzüntümü, onların üzüntüsüne tercih ediyorum buyurdular. Üç gün sonra oğulları İbrâhim vefât etti.
Hazret-i Hüseyin, Resûlullah’ın yanına her gelişinde onu öper ve; “Selâmet ve saâdet o kimseye ki, oğlum İbrâhim’i ona fedâ ettim.” buyurdu.
Hazret-i Hüseyin’in yüzü, karanlık gecede etrâfını aydınlatırdı. Yaya olarak yirmi beş defâ hacca gitti. Yanındakiler bineklere binse de, kendisi binmezdi.
Buyurdular ki: “Cömerd efendi olur, cimri hor olur. Bu âlemde bir mümin kardeşinin iyiliğini, kendinden önce düşünen, öbür âlemde daha iyisini bulur.”
Hazret-i Hüseyin, hep babasının yanındaydı. Babası şehid olunca, Medîne’ye geldi. Hazret-i Muâviye’nin vefâtında Yezîd’e bîat etmedi. Kûfeliler kendisini çağırıp, halîfe yapmak istedi. Kardeşi Muhammed bin Hanefiyye, İbn-i Ömer, İbn-i Abbâs ve dahâ nice Eshâb-ı Resûl mâni oldular. Fakat, nasîhatlerini dinlemeyip, yetmiş iki kişi ile Mekke’den, Irak’a yola çıktı. Yezîd, Şam’dan bunu haber alınca, Irak vâlisi, Übeydüllah bin Ziyâd’a emir gönderip, Kûfe’ye sokma, dedi. Bu da, Sa’d ibni Ebî Vakkâs’ın oğlu Ömer’in kumandasında bir ordu gönderdi. İbn-i Ömer, geri dönmesini bildirdi ise de, İmâm kabul etmeyip harb etti. Yanında bulunanlara da tekrar tekrar teslim olun denildi. Ancak 72’si de şehid oluncaya kadar savaşa devâm ettiler.
Hazret-i Hüseyin 680 (H.61) senesi Muharrem ayının onuncu günü, Sinan bin Enes Nehâî tarafından Kerbelâda şehid edildi. Mübârek oğlu Zeynelâbidîn küçük olduğu için öldürülmedi. Kadınlar ve hazret-i Hüseyin’in mübârek başı Şam’a gönderildi. Mübârek başı, Mısır’da Karâfe Kabristanında medfûndur. Peygamberimizden bizzât işiterek rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bâzıları:
Kişinin İslâmının güzelliği, mâlâyâniyi terk etmesidir.
Bahîl (cimri) o kimsedir ki, yanında ismim anıldığında bana salât ve selâm getirmez.
Ben bir ağaca benzerim. Fâtımâ bunun kökü, Ali gövdesi, Hasan ve Hüseyin meyvesidir.
Hüseyin benden ben de Hüseyin’denim. Hüseyin’i seveni Allahü teâlâ sever. Hüseyin, torunlarımdan bir torundur.
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"