Peygamber efendimizin "aleyhisselâm", müşriklerle hicretin 5. (M. 627) yılında yaptığı müdâfaa savaşı.
Bu savaşta düşman ordusu, Mekke’de bulunan putperest müşriklerden, bâzı yahûdî ve diğer kabîlelerden meydana geldiği için hizipler, kabîleler topluluğu mânâsında “Ahzâb Gazâsı” denildiği gibi, Medîne’nin kuşatılması sebebiyle “Medîne Muhâsarası”, Medîne’nin etrâfına kazılan hendekten dolayı da “Hendek Gazâsı” denilmiştir.
Hicretten sonra Mekkeli müşriklerle Medîne’de bulunan Müslümanlar arasında Bedr ve Uhud savaşlarından sonra üçüncü olarak Hendek Savaşı yapıldı.
Medîne’de bulunan Nâdiroğulları (Benî Nâdir) adındaki Yahûdî kabîlesi, Müslümanlarla yaptıkları anlaşmayı bozdu. Peygamber efendimize sûikast tertiplediler. Bu sebeple Benî Nâdir Kabîlesi Medîne’den çıkarıldı. Bu kabîlenin reisi, diğer bâzı kabîlelerin reisleriyle birleşerek Mekke’ye gidip, müşriklerle anlaştı. Bu anlaşmanın netîcesinde berâberce Medîne’de bulunan Müslümanların üzerine saldırmaya karar verdiler. Böylece 10.000 kişilik bir müttefik düşman ordusu toplandı. Ordunun idâresi Ebû Süfyân’a verildi. (Ebû Süfyân daha sonra Mekke’nin fethinde Müslüman oldu.)
Düşmanın bu hazırlığını Peygamber efendimiz öğrenince, hemen Eshâb-ı kirâmı topladı, durumu görüştü, istişâre yaptı. Medîne’nin savunulmasında nasıl bir yol tâkib edileceği görüşüldü. Eshâb-ı kirâmdan Selmân-ı Fârisî; “Yâ Resûlallah! Bizim İran diyârında bir şehre düşman hücûm ettiği zaman, müdâfa için şehrin etrâfına hendek kazmak âdettir. Medîne’nin müdâfası için biz de hendek kazalım.” dedi. Selmân-ı Fârisî’nin bu teklifi beğenilip kabul edildi. Hendeğin kazılacağı yer tesbit edildi ve gerekli malzeme toplatıldı.
Ön tarafı açık olan Medîne’nin bir tarafı yalçın kayalı dağlarla çevrili, diğer tarafı da düşmanın geçmesine elverişli değildi. Düşmanın ön taraftan saldırma ihtimâli olduğu için hendeğin buraya kazılması kararlaştırıldı ve iş bölümü yapıldı. Sel Dağının eteği ordu merkezi olarak seçildi. Peygamber efedimiz de hendeğin kazılmasında çalıştı. Günlerce aç kaldıkları oldu. Bizzat Resûlullah efendimizin, açlığını bastırmak için mübârek karınlarına üç taş bağladıkları görüldü. Eshâb-ı kirâm hendek kazma esnâsında pekçok mûcizeye şâhid oldular. Bir avuç hurma, Resûlullah’ın "sallallahü aleyhi ve sellem" duâsıyla o kadar arttı ki, hendek kazma işinde çalışan bütün Eshâbı doyurdu. Eshâb-ı kirâmdan Câbir, bir koyun kesip Resûlullah efendimizi yemeğe dâvet etmişti. Sevgili Peygamberimiz hendekte çalışan Eshâb-ı kirâmın hepsini yemeğe götürdü. O yemek Peygamberimizin mûcizesi olarak o kadar bereketli oldu ki, onar kişilik gruplar hâlinde yüzlerce kişi yediği hâlde bitmedi.
Hendek kazıldığı sırada hava soğuktu, sert bir şimal (kuzey) rüzgârı esiyordu. Kazma işi zorlaşıyordu. Hendekte çıkan büyük bir kayayı Resûlullah üç vuruşta parçaladı. İlk vuruşunda bir ışık yayıldı. Tekbir getirerek; “Şam’ın kırmızı köşklerini görüyorum!” buyurdu. İkinci vuruşta; “Kisrânın (İran’ın) köşklerini görüyorum!” buyurdu. Üçüncü vuruşta da yine etrâfa parlak bir ışık yayıldı ve tekbir getirerek; “San’a’nın kapılarını görüyorum, bana Yemen’in anahtarları verildi!” buyurdu. Böylece Eshâbın ilerde buraları fethedeceğini müjdeledi. Netîcede buyurduğu gibi oldu. İki hafta içinde hendek tamamlandı. Bir atın atlayamayacağı kadar geniş ve derindi. Eshâb-ı kirâm üç bin kişilik bir ordu hâlinde düşmanın geçme ihtimâli olan yerleri tuttular.
Ebû Süfyân idâresindeki düşman ordusu, birkaç kol hâlinde Medîne üzerine yürüdü. Medîne önüne geldiklerinde, karşılarında hendeği gördüler. Hendek, İslâm ordusuyla müttefik düşman ordusu arasında boydan boya uzanıyordu. Geçecek yer bulamayınca, karşı taraftan ok atarak harbe başladılar. İslâm ordusunda muhâcirlerin sancağı Zeyd bin Hârise’nin, Ensârın sancağı da Sa’d bin Ubâde’nin elindeydi. Hava oldukça soğuktu. Hendeği geçemeyeceğini anlayan düşman çeşitli yollar aradı. O sırada Müslümanlarla anlaşma hâlinde bulunan Medîne’deki Benî Kureyzâ Yahûdîleri, müşriklerin teklifi üzerine onlarla işbirliği yaparak Müslümanları arkadan vurmaya kalkıştılar. Savaşın en nâzik anları yaşanıyordu. Resûlullah efendimiz bu durumu öğrenince, Sa’d bin Muaz başkanlığında bir hey’eti Benî Kureyzâ Yahûdîlerine gönderdi. Bu işten vazgeçmedikleri takdirde, daha önce ihânet eden Benî Nâdir Yahûdîlerinin durumuna düşecekleri bildirildi ise de kabul etmediler. İslâm ordusu, bir taraftan hendek hattını koruyor, bir taraftan da Medîne içinde bulunan ve anlaşmayı bozan Benî Kureyzâ Yahûdîlerinin yapabileceği baskını devriyelerle önlemeye çalışıyordu.
Medîne kuşatması bu şekilde bir ay devâm etti. Eshâb-ı kirâm bütün güçlüklere rağmen çok büyük bir kahramanlık gösteriyordu. Bir aydan beri bekleyen düşman ordusu, bütün gücüyle şiddetli bir saldırıya geçti. Fakat hendeği ancak birkaç kişi geçebildi. Bunlardan birisi de şöhreti Arabistan’ı tutmuş olan Amr isimli azgın, kuvvetli bir düşman askeriydi. Müslümanlardan karşısına çıkacak birini istedi. Resûlullah efendimiz, hazret-i Ali’yi gönderdi, kendi zırhını giydirdi ve duâ etti. Bu vuruşma pek cetin oldu. İki taraf netîceyi heyecanla bekliyordu. Amr’ın ilk hamlesini hazret-i Ali atlattı, kalkanı parçalandı, başından da hafif yaralandı. Hazret-i Ali “Harb hîledir.” hadîs-i şerîfine uyarak, karşısındaki düşmana; “Hem kuvvetli bir pehlivan olduğunu söylüyor, karşında teke tek dövüşecek er istiyorsun hem de meydana birçok yardımcın ile geliyorsun. Bu ne korkaklık?” diye seslendi. Onun arkasına bakmasını fırsat bilip vurduğu bir kılıç darbesiyle Amr’ı öldürdü. İslâm askerlerinin tekbir sesleri yeri göğü inletti. Kâfirler üzüntülerinden ne yapacaklarını şaşırdılar. Döğüşmek için sırada bekleyen diğer düşman askerleri Amr’ın öldüğünü görünce kaçtılar.
Bu olaydan bir gün sonra savaş, daha da şiddetlendi. Bir taraftan müşrikler bir tarfatan da Medîne’de bulunan Benî Kureyzâ Yahûdîleri hücûma geçti. İslâm ordusunu akşama kadar ok yağmuruna tuttular. O gün Eshâb-ı kirâm hiç namaz kılamadılar, geceleyin hepsini cemâatle kazâ ettiler. Harp uzadıkça düşmanın durumu ağırlaşıyordu.
Bir ara, düşman ordusunda bulunan Gatafan kabîlesinden Nuaym ibni Mes’ûd adında biri karşıya geçerek Müslüman olduğunu, harbin bu nâzik durumunda Peygamberimize hizmet etmek istediğini bildirdi. Resûlullah efendimizin emriyle Benî Kureyzâ Yahûdîlerine gitti ve onlara; “Siz Medîne’de bulunduğunuz hâlde, anlaşmayı bozup müşriklere yardım ediyorsunuz. Müşrikler yenilip geri dönünce sizin hâliniz ne olacak? Hiç olmazsa müşrik ordusuna gidin içlerinde ileri gelen bir kısım kimseyi rehin olarak yanınıza alın ki, böyle bir durumda müşrik ordusu size yardımcı olsun.” dedi. Oradan ayrılıp hemen düşman ordusuna giden Nuaym, Ebû Süfyân’ın yanına varıp; “Benî Kureyzâ Yahûdîleri Müslümanlarla tekrar anlaşmışlar size yardım etmekten vazgeçmişler. Burada ise durum iyice güçleşti. Erzak bitti, asker zor durumda! Hattâ Benî Kureyzâ Yahûdîleri sizden bir kısım kimseyi rehin isteyip Müslümanlara teslim edeceklerini söylemişler. Eğer böyle bir şey teklif ederlerse kabul etmeyin. Size yazık olur.” dedi. Benî Kureyzâ Yahûdîleri rehîne isteyince Nuaym’ın dediklerinin doğruluğuna inanan Ebû Süfyân, Yahûdîlerin isteklerini kabul etmedi. Benî Kureyzâ Yahûdîleri de; “Nuaym’ın dediği doğru imiş.” diyerek müşriklere cephe aldılar. Hattâ Ebû Süfyân’ın birleşerek hücum yapmak isteğini de Kabul etmediler. Araları açıldı.
Kuşatma uzadıkça müşriklerle müttefikleri, harb etmekten usandılar. İslâm ordusunun yılmadan yaptığı müdâfaa karşısında çâresiz kalıp perişan oldular. O sırada birden bire soğuk ve şiddetli bir fırtına çıktı. Düşmanın ordu merkezi alt üst oldu. Gece karanlığı basınca, rüzgârın şiddetiyle her şeyin darmadağın olduğunu gören düşman, dehşete kapıldı. Müşrik ordusunun başı Ebû Süfyân, daha fazla dayanamayıp çekilmeye karar verdi. “Ben geri dönüyorum.” diyerek Mekke’nin yolunu tuttu. Paniğe kapılan ordusu da her şeyini bırakarak savaş meydanını terk etti. Bütün güçleriyle her türlü zorluğa katlanarak Allah yolunda cihâd eden Eshâb-ı kirâma, Allahü teâlânın yardımı ulaştı ve düşmanları perişan oldu. Bu hâdise, Kur’ân-ı kerîm’de meâlen şöyle bildirilmektedir: “Ey îmân edenler! Allahü teâlânın üzerinizdeki nîmetlerini hatırlayınız. Hani size (Hendek Savaşında) ordular saldırmıştı da, biz onların üzerine bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz (meleklerden) ordular göndermiştik...” (Ahzâb sûresi: 9)
Peygamber efendimiz de bu zafer karşısında Allahü teâlâya hamd ve şükür ederek, Eshâbına; “Artık nöbet sizindir. Bundan sonra Kureyş sizin üzerinize gelemez.” buyurdu.
Hendek Gazâsında müşriklerden dört kişi öldü. Müslümanlardan beş kişi şehîd verildi. Peygamber efendimiz harp sâhasından Medîne’ye dönünce, silâhlarını çıkarmadan hemen savaşın en nâzik ânında ihânet eden Benî Kureyzâ Yahûdîlerinin üzerine hareket emri verdi.
Kaynak: Yeni Rehber Ansiklopedisici Cilt 9, s. 54-56
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"