Peygamber efendimizin Medine'ye hicret ettiği yıllarda Medine'de bulunan üç Yahudi kabilesinden biri. Bunlar; Beni Baynuka, Beni Kureyza ve Beni Nadir kabileleri idi. İslamiyete ve Peygamber efendimize aşırı ve sinsi düşman idiler. Peygamber olduğunu bildikleri halde, bizim kavmimizden değildir diye hasedleri yüzünden, bir türlü iman etmiyorlardı. Peygamber efendimiz bu kabilelerle vatandaşlık anlaşması yaptı. Ancak zamanla hepsi anlaşmayı bozdular ve ihanet ettiler. Bu sebeble Medine'den çıkarıldılar.
Bu kabilelerden Beni Nadir kabilesi hicretin 4. senesinde Peygamber efendimize bir suikast teşebbüsünde bulunarak anlaşmayı bozdu.
Beni Nadir kabilesi Müslüman olacağız diyerek Peygamber efendimizi Nadiroğulları Kalesine davet ettiler. Peygamber efendimiz bu davet üzerine onların yanına gitti. Bir evin gölgesinde oturduğu sırada evin damından üzerine taş bırakmak üzere harekete geçtiler. Vahiy meleği Cebrail aleyhisselam durumu Peygamber efendimize bildirdi. Peygamberimiz derhal oradan uzaklaşıp Medine'ye döndü.
Suikastçı Yahudiler donakalmışlardı. İçlerinden Kinane ismindeki Yahudi; "Yemin ederim ki, yapacağımız suikast Muhammed'e vahy ile bildirilmiştir. Kendimizi aldatmayalım! Yeminle söylüyorum ki, O, Allah'ın resulüdür. Hem de kitabımızda bildirilen son peygamber, Hatem-ül-enbiyadır. Biz, O'nun kendi soyumuzdan geleceğini umuyorduk. Halbuki Allah, dilediğini gönderir. Tevrat'ta geleceği bildirilen peygamberin sıfatları, O'na tamamiyle uyuyor. Doğum yerinin Mekke, hicret yerinin Medine olduğunu hepimiz biliyoruz.Sizin büyük bir üzüntü içinde Medine'den sürüldüğünüzü görür gibiyim. Şimdi size iki yol göstereceğim. Birincisi, Muhammed aleyhisselama iman edip Eshabından olmaktır. Böylece saadete ermektir. İkincisi de; İslamiyeti kabul etmediğimiz takdirde, Muhammed aleyhisselam bize; Medine'den çıkın, diyecektir. O zaman, yanımıza alabildiğimiz kadar malı hazırlayıp gitmekten başka yapacağımız bir şey yoktur. Fakat, eğer beni kınamanızdan korkmasaydım, Müslüman olmakla şereflenirdim!.." dedi. Yahudiler ise; "Biz, kitabımızdan ve peygamberimizden asla ayrılmayız. Ancak yurdumuzdan çıkıp gidebiliriz." dediler.
Hadiseye şahid olan Eshab-ı kiram, Mescid-i şerife gelip, Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimize; "Canımız sana feda olsun ya Resulallah! Birden kalkıp gitmenizin sebebini anlayamadık!" dediler. Efendimiz; "Yahudiler beni öldürmeyi tasarlamışlardı. Allahü teala, bana, bunu haber verince kalktım." buyurarak, onlarla çarpışmak üzere hazırlık yapmalarını, ve Muhammed bin Mesleme'nin (radıyallahü anh) huzuruna gelmesini emir buyurdular. Gelince ona; "Nadiroğulları Yahudilerine git! Onlara: Resulullah beni size, yurdumdan çıkıp gidiniz, burada benimle birlikte oturmayınız! Siz, bana bir suikast planı kurdunuz. Size on gün süre tanıyorum. Bu müddetten sonra buralarda sizden kim görülürse boynu vurulacak, emrini bildirmek üzere gönderdi." de, buyurdu. Muhammed bin Mesleme hazretleri bu emri bildirince, korkularından yol hazırlığına başladılar. Fakat münafıkların başı Abdullah bin Übeyy; "Sakın kalenizden çıkmayınız. Mallarınızı ve yurdunuzu terk edip gitmeyiniz. Adamlarımdan iki bin kişi ile size yardıma geliyoruz." diyerek, haber gönderdi ve onları savaşa kışkırttı. Buna aldanan Yahudiler, Peygamber efendimize haber gönderip; "Biz, yurdumuzu terk edip gitmiyoruz. Elinizden bir şey geliyorsa, yapmakta serbestsiniz. Bizimle çarpışırsanız, biz de sizinle çarpışırız!" diyerek meydan okudular.
Bunun üzerine kainatın sultanı Efendimiz, Eshab-ı kiramıyla, Medine'ye dört kilometre uzaklıkta bulunan Nadiroğulları kalesine yürüdüler. Sancağı hazret-i Ali taşıyordu. Kale kuşatılıp, muhasara başladı. Daha önce meydan okuyan Yahudiler, kaleden çıkmaya cesaret edemediler. Münafıkların yardımı da ulaşmadı. Eshab-ı kiram, kaleyi kontrol altına alıp, kuş uçurtmuyordu. Yirmi günden fazla süren muhasara sonunda, Beni Nadir kabilesi teslim bayrağını çekti. Bütün silahlarını ve mallarını bırakarak kaleden çıktılar. Bir kısmı Şam'a, bir kısmı da Hayber'e sürüldü.
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"