Evliyânın büyüklerindendir. Künyesi Ebû Muhammed’dir. 815 (H.200)te doğdu. 896 (H.283)da Basra’da vefât etti.
Daha küçük yaşlarda iken Kur’ân-ı kerîm öğrenimiyle çeşitli ilimleri öğrenmeye başladı. Basra ve Abadan’a gitti. Sonra Tüster’e geldi. Dayısı Muhammed bin Süvâr’ın sohbetlerinde yetişti. Hacda iken Zünnûn-i Mısrî ile görüşüp, talebesi oldu. Tasavvuf ehlinin büyüklerinden ve müctehidlerindendi. Zamânın sultânı, hakîkatın delîliydi. Az yemek, az uyumak, çok ibâdet yapmak, riyâzet ve kerâmette eşi yoktu.
Ömrünün sonunda, el ve ayakları hareket etmez olmuştu. Namaz vakti gelince, el ve ayakları açılır, namaz bitince, eskisi gibi hareketsiz olurdu. Birgün zikirden bahsederken; “Allahü teâlâyı hakkıyla zikr eden, ölüyü diriltmeği kasd ederse, dirilir.” dedi ve elini, önünde duran bir sakata sürdü, sakat iyileşip, ayağa kalktı.
Ölüm döşeğindeyken Sehl bin Abdullah’a bir zât:
“Efendim, sizden sonra minbere kim çıksın?” diye sorunca, Sehl-i Tüsterî "rahmetullahi aleyh", gözlerini açıp, Şâdıdil adındaki bir kâfirin adını verdi.
Etrâfındakiler:
“Şeyhin aklı gitmiş, bu kadar Müslüman âlim varken yerine bir kâfiri geçirdi!” diye söyleştiler. Sehl-i Tüsterî:
“Başımda kavga gürültü etmeyiniz. Vaktim azdır. Gidin bana Şâdıdil’i çağırın, gelsin!” dedi. Şâdıdil gelince; “Yâ Şâdıdil! İyi dinle, üç gün sonra minbere çık ve Müslümanlara vâz et! Bu sana vasiyetimdir.” dedi. Sehl-i Tüsterî’nin vefâtından üç gün geçince, ikindi namazından sonra, başında kâfir nişânesi, belinde zünnâr olmak üzere, Şâdıdil minbere çıktı:
“Ey Müslümanlar!Ey Sehl-i Tüsterî’nin talebeleri! Bana bir vakit şeyhiniz; «Ey Şâdıdil! Zünnârı çıkarıp atma zamânı gelmedi mi?» demişti. İşte bugün emrini yerine getiriyorum.” dedi. Sonra sorgucu ve zünnârı çıkarıp attı. Kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldu. Cemâat bunu görünce ve o sözleri duyunca ağladılar.
Sehl-i Tüsterî hazretleri vefât edince, insanlar cenâze namazı için toplandı. O şehirde bir yahûdî vardı. Yaşı yetmişi aşmıştı. Sesleri duyunca, ne oluyor, diye dışarı çıktı. Cenâzeye doğru bakınca yanındakilere; “Benim gördüğümü siz de görüyor musunuz?” dedi. Ne görüyorsun dediklerinde; “Gökten inip, cenâze ile giden kimseler görüyorum.” dedi ve Kelime-i şehâdet getirip Müslüman oldu.
Bir yolculuğunda abdest almak ihtiyâcını duydu. Suyu yoktu. Üzüldü. O anda bir ayı, içi su dolu yeşil bir ibrik getirdi. Önüne koydu ve gitti.
Cumâ namazından önce evine bir kimse geldi. İçeride büyük bir yılan gördü. Durakladı. Sehl hazretleri; “İçeri gir, kişi, yeryüzündeki bir şeyden korktuğu müddetçe îmânın hakîkatine kavuşamaz.” buyurdu. Sonra; “Cumâ namazı kılar mısın?” buyurdu. Gelen zât; “Câmi ile aramız bir günlük mesâfedir.” dedi. Sehl hazretleri onun elini tutup, hemen câmiye getirdi. O kimseyle berâber Cumâ namazını kıldılar.
Buyurdu ki:
“Bütün âfetlerin başı, doyuncaya kadar yemektir.”
“Haram yiyenin yedi uzvu günâha girer. Helâl yiyenin uzuvları da ibâdette olur.”
“Hakîkî îmâna kavuşmak için dört şey lâzımdır. Bütün farzları edeple yapmak, helâl yemek, görünen ve görünmeyen bütün haramlardan sakınmak ve bu üçüne, ölünceye kadar devâm etmeğe sabretmek.”
“İşin esâsı üç şeydir. Helâl yemek, ahlâk ve amelde Resûl aleyhisselâma tâbi olmak, her işi yalnız Allah için yapmak.”
“İnsanların müptelâ olduğu belâ ve musîbetlerin en büyüğü, âhiret ve dünyâ işleriyle meşgul olmayıp, boş oturmaktır.”
“Kulun Allahü teâlâya şükretmesi, O’nun kuluna verdiği nîmetlerle, O’na isyân etmemesidir. Çünkü kulun bütün uzuvları Allahü teâlânın ona olan lütuf ve nîmetleridir.”
“İnsanoğlunu şu iki şey mahvetmiştir: İzzet arzûsu, fakîrlik korkusu.”
“Makamların en üstünü; kötü bir huyu, iyi bir huya çevirmektir.”
“Ticârette ihsân altı türlüdür:
1) Müşteri, fazla ihtiyâcı olduğu için çok para vermeye râzı olsa bile, çok kâr istememelidir.
2) Fakirlerin malını fazla para ile almalı, onları sevindirmelidir.
3) Müşteriden para almakta iki türlü ihsân olur; fiyatta ikrâm edilmeli, peşin verdiği fiyatla, veresiye de vermelidir.
4) Borç ödemekte ihsân, istemeye vakit bırakmadan vermektir.
5) Alış-veriş ettiği kimse pişmân olursa, yapılan satışı geri çevirmektir.
6) Fakirlere veresiye vermek. Ödeyemeyeceği hâle gelirse, alacağını istememeyi niyet etmektir. Borçlusu ölünce, helâl etmektir.”
“Son peygamber Muhammed Mustafâ "sallallahü aleyhi ve sellem" gönderildiği zaman, dünyâda şu yedi sınıf insan vardı: Krallar, zirâatle uğraşanlar, hayvancılıkla uğraşanlar, ticâretle meşgul olanlar, sanatla meşgul olanlar, işçiler, yoksullar. Allahü teâlânın elçisi sevgili Peygamberimiz bu sınıflardan hiçbirini başka bir sınıfa geçmeye zorlamadı. Onları Allahü teâlâya itâata, takvâya, ilme çağırdı. İnsanlara şöyle buyurdu:
Allah, bütün bu varlığı insan için, insanı da Allahü teâlâyı bilmek için yaratmıştır. Dünyâ nîmetlerini Allahü teâlâya itâat için kullanan, hem dünyâyı, hem de âhireti kazanır. Bunun tersini yapan kimse de hem âhireti, hem de dünyâyı kaybedecektir.
Kaynak: Yeni Rehber Ansiklopedisi Cilt 17 s. 295-296
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"