Hindistan’da yetişen evliyânın büyüklerinden. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin ikinci oğludur. 1596 (H. 1005) senesinde Serhend’de doğdu.
Küçük yaşta ilim öğrenmeye başlayıp, önce babasından sonra da ağabeyi Muhammed Sâdık’tan ve Molla Tâhir-i Lâhorî’den ilim tahsil etti. Genç yaşta tahsilini tamamladı. Fen ve din ilimlerinde mütehassıs oldu. Babasının gayretli çalışmaları ve yardımları sâyesinde tasavvufta yetişip, yüksek derecelere kavuştu. Birçok kıymetli kitaba açıklamalar yazdı. Din ve fen ilimlerinde yetişip talebe yetiştirmek için babasından icâzet (diploma) aldı. Talebe yetiştirmekle meşgul oldu. İmâm-ı Rabbânî hazretleri fıkıhla ilgili bir meseleyi araştırmak isteyince, Muhammed Saîd’e sorar, verdiği doğru ve sağlam cevaplardan çok memnun olurdu. İlim, fazîlet sâhibi ve kerâmetler hazînesi olan Muhammed Saîd-i Fârûkî, 1660 (H.1070) senesinin Cemâz-il-âhir ayının yirmi yedinci günü vefât etti.
Eserleri:
1. Mişkât-ül-Mesâbih Hâşiyesi: Hanefî mezhebi imâmlarının delîl olarak kullandıkları sahîh hadîsleri açık delillerle en kıymetli kitaplardan alıp bu kitaba yazmıştır.
2. Mektûbât-ı Saîdiyye: İçerisinde yüz mektup bulunan bu eser, bir cilttir.
3. Namazda otururken parmak kaldırmamak gerektiğini anlatan, Hanefî mezhebine göre bir risâle. Bu eserinde parmak kaldırmamanın daha iyi olduğunu isbat etmiştir.
Muhammed Saîd, babası İmâm-ı Rabbânî hazretleri gibi takva sâhibi, ilmiyle âmil, sünnete tam uyar, azîmetle amel ederdi. Tatlı sözlü, güler yüzlü olup, dünyâya düşkün değildi. Hadis, fıkıh ve tasavvuf ilminde yüksek derece sâhibiydi.
Muhammed Hâşim-i Keşmî, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin şöyle buyurduğunu nakleder: “Oğlum Muhammed Sâdık vefât edince, kendi kendime zâhir ilimlerde bu kadar fazîletli, kalp hâllerinde bu kadar yüksek oğlu nerede bulurum dedim. Allahü teâlâ ihsân ederek bu mübârek kardeşini (Muhammed Saîd’i) yüksek ağabeyinin vekîli eyledi. Bu ihsânından dolayı, Allahü teâlâya hamd ü senâlar olsun.”
Yine babası İmâm-ı Rabbânî hazretleri onun hakkında şöyle buyurmuştur: “Muhammed Saîd, Ulemâ-i Râsihînden ve sâbikûndandır. Allahü teâlânın halîlidir (dostudur). O’nun rahmet hazînesidir. Yarın kıyâmet günü rahmet hazînelerinin taksimi ona verilir. Şefâat makâmından büyük payı vardır.” (Bkz. İmâm-ı Rabbânî)
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"