İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe’nin talebelerinin en büyüğü. İsmi; Ya’kûb bin İbrâhim olup, Ebû Yûsuf künyesiyle meşhur oldu. 731 (H. 113) senesinde Kufe’de doğdu. 798 (H.182)de Bağdat’ta vefât etti. Hanefî mezhebinde yetişen müctehit imâmlardandır. Eshâb-ı kirâmdan Sa’d bin Hâtem el-Ensârî’nin soyundandır.
Fakir bir âilenin evlâdı olan Ebû Yûsuf rahmetullahi aleyh, çocukluğundan îtibâren ilim tahsîline yöneldi. Önceleri bir müddet Ebû İshak Şeybânî, Süleymân Temîmî, Yahyâ bin Sa’d el-Ensârî, Süleymân bin Mihrân el-A’meş ve Hişâm bin Urve gibi büyük fakîh ve muhaddislerin derslerine devâm etti. Muhammed bin Abdurrahmân bin Ebû Leylâ’dan da ilim tahsil etti. Onun bâzı müşkil meselelerde İmâm-ı A’zam’a başvurduğu ve onun talebelerinin ilimde daha üstün yetişmekte olduğunu gördü. İmâm-ı A’zam’ın büyüklüğünü anlayıp, ona talebe oldu. Onun kâbiliyetini ve keskin zekâsını gören İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe, derslerinden geri kalmaması için fakir olan âilesinin geçimini de üzerine aldı. Âilesini rahatlıkla geçindirip ilme yönelmesi için ona devamlı yardımda bulundu. Yetim olan, Ebû Yûsuf, kısa zamanda İmâm-ı A’zam’ın talebeleri arasında ilerleyip, hocasının iltifâtına kavuştu. İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe bir defâsında; “Bu genç hayattayken ona muhâlefet eden olmaz.” buyurarak onu medh etti. Ebû Hanîfe’den ve birçok âlimden hadîs-i şerîf dinleyip, rivâyet eden Ebû Yûsuf, bir derste elli-altmış hadîs-i şerîf ezberler ve dersten çıkınca yazdırırdı.
Yahyâ bin Âdem, Ebû Yûsuf’un şöyle dediğini nakleder:
Ben hadis ve fıkıh öğrenmek isterdim. Çok fakir olup hiç param yoktu. Babam da vefât etmişti. Bir gün İmâm-ı A’zâm’ın yanındayken, annem çıktı geldi ve; “Ey oğlum, sen onunla bir değilsin, onun ekmeği pişmiş, yemeği hazırdır, ama sen yiyecek şeylere muhtaçsın.” dedi. Ben de annem için çalışmak, anneme hizmet etmek yolunu seçip ilim öğrenmekten vaz geçmeyi düşündüm ve buna karar verdim. Ertesi gün hocam İmâm-ı A’zâm, talebeleri arasında göremeyince beni çağırttı ve; “Seni bizden ayıran sebep nedir?” buyurdu. Ben de; “Geçim sıkıntısı efendim.” dedim. Meclis dağılıp yanındakiler gidince, bana ihtiyacım olan birçok şeyi ihsan etti. Verdiği şeyler arasında bol miktarda gümüş para da vardı. Sonra buyurdu ki: “Bunları harca, bitince bana bildir, fakat ders halkamızdan ayrılma.” Verdiği para bittiği gün, daha kendisine durumu arz etmeden tekrar verirdi. Her zaman devâm eden bu hâlini görerek, benim paramın bittiğini ona Allahü teâlâ bildiriyor, kerâmetiyle anlıyor diye düşündüm. Hocamın bu ihsan ve ikrâmına kavuşmak sebebiyle huzûrunda ilimden de maksadıma kavuştum. Allahü teâlâ ona en iyi mükâfat, mağfiret ve karşılıklar versin.
Şuca Muhammed, Ebû Yûsuf’un şöyle dediğini nakleder: “Babam öldüğü zaman cenâzesinde bulunamadım. Akrabâ ve komşularımın cenâze ve defn işleriyle uğraşmalarını temin ettim. Zîrâ İmâm-ı A’zam’ın bir dersinde bulunamayacaktım. Eğer o dersi kaçırsaydım, ondaki faydalı bilgilere kavuşamamanın hasreti ölünceye kadar devâm ederdi.” Yine demiştir ki: “Ferâiz (miras) ve hayza âit bilgileri İmâm-ı A’zam’ın bir meclisinde, nahiv ilmini de âlim bir kimsenin huzûrunda bir defâda öğrendim.”
İmâm-ı A’zâm Ebû Hanîfe’nin derslerine aralıksız on altı yıl devâm eden Ebû Yûsuf ilimde pek yüksek dereceye ulaştı. Onun mezhebini ve fıkhını yayan en ileri talebesi oldu ve İmâm-ı A’zam’ın ictihatlarını içine alan ilk kitabı yazdı. Fıkıh âlimlerinin en yüksek derecesi olan mutlak müctehit derecesinden sonra müctehit fil-mezheb (mezhepte müctehit) derecesine ulaştı. İmâm-ı A’zam’ın ortaya koyduğu usûl ve kâidelere uyarak delîllerden hüküm çıkarmaya başladı.
Hadis, tefsir ve fıkıh ilimlerinde yüksek dereceye sâhib olan ve üç yüz bin hadîs-i şerîfi ezbere bilen İmâm-ı Ebû Yûsuf, İmâm-ı A’zam’ın vefâtından sonra hocasının bâzı talebelerine ders vererek onları yetiştirdi. Ayrıca İmâm-ı A’zam’ın fıkhını, yâni Hanefî mezhebini nakledip, bu hususta kitaplar yazdı. Abbâsî Halîfesi Mehdî, muâsırları arasında onun yüksek derecesini görüp, kâdılığa tâyin etti. Abbâsî halîfelerinden Hâdî ve Hârûn Reşîd zamanlarında da kâdılık yapan Ebû Yûsuf, ilk olarak kâdılkudât ünvânını aldı. On altı yıl kâdılık yaptı ve bu vazîfesi sırasında halkın suâllerine cevap verip, müşkillerini halletti. Zamânındaki devlet adamlarına nasîhatler ederek adâletten ayrılmamalarını ve halka iyi muâmelede bulunmalarını tavsiye etti. 798 (H.182)de Bağdat’ta vefât etti.
İmâm-ı Ebû Yûsuf, hakkında nass (âyet-i kerîme, hadîs-i şerîf) bulunmayan bir meseleyi hükme bağlarken, önce hocası İmâm-ı A’zam’ın ictihâdına bakar, bulursa ona göre hüküm verirdi. Bulamazsa kıyâs ve kendi reyi ile hareket ederdi. Bu hususta da hocasının koyduğu usûl ve kâidelere göre meseleyi hükme bağlardı. Verdiği hükümlerde örfe önem verirdi.
İmâm-ı Ebû Yûsuf, halîfenin hâtırı ve onu memnun etmek için aslâ hüküm vermezdi. Çok âdil idi. Hükümlerini, Allahü teâlânın ve Resûlünün rızâsına uygun verirdi. Hârûn Reşîd, İmâm-ı Ebû Yûsuf’a çok kıymet verirdi.
İmâm-ı Ebû Yûsuf, bir dâvâda Hârûn Reşîd’in kumandanlarından birinin şâhitliğini kabul etmemişti. Bunun üzerine kumandan, İmâmı, halîfeye şikâyet etti. Halîfe sebebini sorduğunda, Ebû Yûsuf şöyle cevâb verdi: “Onun; “Ben halîfenin kölesiyim.” dediğini duydum. Eğer söylediği doğru ise, köle şâhitlik yapamaz. Yalan ise, yalancının şâhitliği kabul edilmez.”
Halîfe bunları dinledikten sonra; “Peki ben bir kimse hakkında şâhitlik yaparsam kabul eder misin?” diye sorunca, İmâm-ı Ebû Yûsuf; “Hayır!” dedi. Halîfe sebebini sordu. O da; “Çünkü sen halka karşı kibirleniyorsun. Müminlerle berâber namaz kılmak için cemâate gelmiyorsun.” dedi. Halîfe bundan sonra Ebû Yûsuf’un nasîhatlerine göre hareket etti.
Vefât edeceği gün buyurduğu; “Allah’ım! Hiç kimse hakkında kasıtlı hüküm vermedim. Kur’ân-ı kerîm ve Resûlünün sünnetine uygun hüküm vermek için gayret ettim.” sözleri de onun ne kadar âdil olduğunu gösterir.
Menkıbeleri çoktur. Bunlardan bâzıları şunlardır:
Adamın biri; “Eğer Allahü teâlâ bana bir erkek evlât ihsân ederse dört karış boynuzlu bir koç kurban edeceğim.” diye bir adakta bulundu.
Günün birinde bu adamın bir oğlu oldu. Adam, adağını yerine getirmek için dört karış boynuzlu koç arattı, fakat bulamadı. Sağa sola, civar memleketlere adamlar gönderdiyse de istenen vasıfta koç bulmak mümkün değildi. Adam zamânın din âlimlerine mürâcaat etti. Durumu anlattı. Fakat çâre bulamadılar. Adamı bir telâş aldı. Dostlarından birisi ona Ebû Yûsuf hazretlerine gidip derdini anlatırsa bir çâre bulabileceğini söyledi. Adam Ebû Yûsuf hazretlerine gidip durumu anlattı. Derdine çâre bulmasını ricâ etti. Bu adam zengin, fakat cimri biriydi. Bunu bilen hazret-i İmam; “Ben buna bir çâre bulurum. Fakat bir şartla.” dedi. Adam Ebû Yûsuf hazretlerinin ellerine sarıldı; “Söyle şartın nedir?” dedi. Ebû Yûsuf; “Sen zengin bir adamsın. Memleketin fakir çocukları için dört mektep, bunların masrafını karşılamak için yanına dört de dükkan yaptırırsan müşkülün hallolur.” dedi. Adam râzı oldu: “Kabul. Fakat bu inşaat bir hayli uzun sürer. Ben inşaatın bitmesini bekleyemeyeceğim. Sabrım tükendi, adağımı hemen yerine getirmek istiyorum.” Ebû Yûsuf hazretleri; “Peki o hâlde keşfettirelim. İnşaat için ne kadar para sarfolunacaksa o kadar parayı devlet hazînesine teslim edersin. Ben de fetvâyı veririm.” dedi. İnşaata gidecek para bilirkişiye keşfettirildi. Adam belirlenen miktar kadar parayı devlet hazînesine yatırdı. Ebû Yûsuf hazretleri talebelerinden birini gönderdi: “Bana uzun boynuzlu bir koç bulup getir!” dedi. Talebe uzun boynuzlu bir koç bulup getirdi. Ebû Yûsuf beş yaşında bir çocuk çağırdı. Çocuğa koçun boynuzlarını karışlattırdı. Dört karış geldi. Ebû Yûsuf hazretleri buyurdu ki: “İşte senin adadığın koç bu, bunu kurban eder, adağını yerine getirirsin. Zîrâ sen sâdece dört karış boynuzlu koç adadın ve karışın büyük veya küçük olduğu husûsunda bir şey belirtmedin. Ben de bu husûsa istinâden fetvâyı verdim.”
Herkes, hazret-i İmâm’ın üstün zekâsına hayran kaldı.
Zamânın hükümdârı hanımına bir münâkaşa sonucunda; “Bu geceyi benim hüküm sürdüğüm topraklarda geçirirsen seni boşayacağım.” dedi. Fakat sonradan sinirlilik hâli geçince bundan vazgeçti. Çok sevdiği hanımından ayrılmak istemiyordu. Zamânın âlimlerine bunu sordu, bir çâre bulunmasını istedi. Fakat işin içinden çıkamadılar. Başka bir devletin sınırları içinde geceyi geçirmesi de mümkün değildi. Dediler ki, filan yerde İmâm-ı A’zam hazretlerinin genç bir talebesi var. Senin meseleni ancak o halleder.
Hemen, Ebû Yûsuf hazretlerini dâvet etti. Hâdiseyi ona anlattı. Hazret-i İmâm buyurdu ki: “Hanımınız bu geceyi mescidde geçirsin. Çünkü, mescidde kimsenin sâhipliği ve mâlikliği yoktur. Nitekim Allahü teâlâ; «Mescitler Allah içindir.» buyuruyor.” dedi.
Bunun üzerine, hükümdâr hazret-i İmâm’ın zekâsına ve ilmine hayran kaldı, onu kâdılkudatlığa tâyin etti.
Bir gün adamın biri İmâm-ı Ebû Yûsuf hazretlerine sual sordu. “Bilmiyorum!” cevâbını alınca sinirlendi. “Nasıl olur da bilmezsiniz. Hazîneden şu kadar para alırsınız!” dedi. İmâm-ı Ebû Yûsuf hazretleri sâkince cevap verdi: “Kardeşim, bize bildiğimiz kadar para veriyorlar. Yok, eğer bilmediklerimize göre para alsaydık, hazîne yetmezdi.”
Buyurdu ki: “Ar bilmeyen, utanması olmayanla arkadaşlık, kıyâmette insanı utandırır.” “Sen her şeyini ilme vermedikçe ilim sana bir kısmını vermez.”
İmâm-ı Ebû Yûsuf, İmâm-ı A’zâm hazretlerine anne ve babasından önce duâ ederdi. İmâm-ı A’zâm hazretleri de hocası Hammâd’a anne ve babasından önce duâ ederdi.
İmâm-ı Ebû Yûsuf bir defâsında hacda hastalandı. Hastalığı ağırlaştı. Zayıf ve dermansızdı. Fakat hiç durmadan sorulan suallere cevap veriyordu. “Hastasınız, yorulmayınız yoksa hastalığınız artar.” dendiğinde, buyurdu ki: “Faydalı ilim okutmak, hastalığın şiddetini hissettirmez.”
Eserleri:
1. Fıkh ve usûle dâir olanlar:
Kitâb-us-Salât, Kitâb-üz-Zekât, Kitâb-üsSıyâm, Kitâb-ül-Farâiz, Kitâb-ül-Büyu, Kitâb-ül-Hudûd, Kitâb-ül-Vekâle, Kitâb-ül-Vesâyâ, Kitâb-üs-Sayd ve’z-Zebâyıh, Kitâb-ül-Gasb ve İstibrâ, Kitâbü İhtilâf-il-Emsâr.
2. Kitâb-ül-Harâc: Halîfe Hârûn Reşîd’in isteği üzerine yazdığı bu kitapta: Devletin mâlî kaynaklarını ve gelir yollarını geniş bir şekilde ele almıştır. Bu hususta Kur’ân-ı kerîme, Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellemden rivâyet olunanlara ve Sahâbe fetvâlarına dayanmaktadır. Bu eser Fransızca, İngilizce ve başka dillere de tercüme edilmiştir. Er-Ritâc adlı şerhi Bağdat’ta 1980 yılında yayınlanmıştır.
3. Kitâb-ül-Âsâr: İmâm-ı A’zâm’dan rivâyet ettiklerini topladığı bir kitaptır. Kitap, fıkıh bâblarına göre tertib edilmiştir.
4. İhtilâfu Ebû Hanîfe ve İbn-i Ebî Leylâ: Bu kitapta Ebû Hanîfe ve İbn-i Ebî Leylâ’nın ihtilâf ettikleri meseleleri toplamıştır. Bu kitabı ondan İmâm-ı Muhammed nakletmiştir. Bâzı ilâveler yapmış ve bölümlere ayırıp bir tertibe tâbi tutmuştur.
5. Kitâb-ur-Red alâ Siyeri Evzâî: İmâm-ı Evzâî ile İmâm-ı A’zâm’ın farklı ictihatlarını anlatmıştır.
6. Kitâbu İhtilâf-ül-Emsâr, Kitâb-ül-Cevâmî, El-Emâlî, El-İmlâ, En-Nevâdir diğer eserlerindendir.
Ebû Yûsuf’un yazdığı kitapları ve bunlardaki meseleleri İmâm-ı Muhammed Şeybânî, Ebû Ya’lâ, Muallâ bin Mensûr er-Râzî ve kendi oğlu Yûsuf ve diğer Hanefî âlimleri nakletmişlerdir.
Kaynak: Yeni Rehber Ansiklopedisi Cilt: 6
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"