On yedinci yüzyılda Hindistan’da yetişen evliyânın büyüklerinden. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin torunu ve Urvetü’l-Vüskâ Muhammed Ma’sûm-ı Fârûkî’nin büyük oğludur. İsmi, Muhammed Sıbgatullah’tır. Kayyûm-ı Zamân veya Kayyûm-ı Cihan isimleriyle de bilinir. 1624 (H.1033) senesi Rebiül-âhir ayında Serhend’de doğdu. 1710 (H.1122) senesinin Rebîül-âhir ayının dokuzuncu Cumâ günü Serhend’de vefât etti. Kabri babası Muhammed Ma’sûm-ı Fârûkî’nin türbesindedir.
Muhammed Sıbgatullah’ın doğduğu sırada dedesi İmâm-ı Rabbânî hazretleri vaktin sultanı ile birlikte Hindistan’ın büyük şehirlerinden Ecmir’de bulunuyordu. Babası Muhammed Ma’sûm-ı Fârûkî de babasını ziyâret için Ecmir’e gitmişti. İmâm-ı Rabbânî ve oğlu Muhammed Ma’sûm Ecmir’den dönerken oğullarının doğum haberini aldılar. Serhend’e gelince onun ismini Muhammed Sıbgatullah koydular. İmâm-ı Rabbânî hazretleri Muhammed Ma’sûm’a; “Senin bu oğlunda asâletten bir sıfat buldum.” diyerek büyük bir evliyâ olacağını müjdeledi.
Muhammed Ma’sûm-i Fârûkî hazretleri oğlu Muhammed Sıbgatullah’ın terbiye ve tahsiline özel önem verdi. Babasının huzûrunda yetişen Muhammed Sıbgatullah zâhirî ve bâtınî ilimlerin ve kalbe âit ince mârifetlerin hepsini ondan öğrendi. Diğer talebeleri, hatta diğer oğulları arasında Muhammed Sıbgatullah’a husûsî iltifatlarda bulunan Muhammed Ma’sûm-i Fârûkî hazretleri birgün oğluna şöyle buyurdu: “Siz benim oğullarım arasında Eshâb-ı kirâma benzersiniz. Yâni siz babam Müceddîd-i elf-i sânîyi gördünüz ve onun zamânında bulundunuz. Diğerleri böyle değildir. Bu farkı az görme.”
Muhammed Sıbgatullah hazretleri zâhirî ve bâtınî ilimlerdeki tahsilini ve tasavvuf yolundaki derecelerini tamamlayarak yetiştikten sonra babasının emriyle talebe yetiştirmeye başladı. Urvet-ül-Vüskâ Muhammed Ma’sûm-i Fârûkî hazretlerinin talebelerinin ve halîfelerinin en büyüğü olan Muhammed Sıbgatullah hazretleri insanlara İslâm dîninin emir ve yasaklarını anlatıp pekçok talebe yetiştirdi.
Evliyâlığın en yüksek derecelerine ve üstün makamlara kavuşmuş olan Muhammed Sıbgatullah hazretleri hallerini çok gizlerdi, açıklamayı istemezdi. Hallerini o kadar gizler ve bu hususta o kadar titiz davranırdı ki, yüksek hallere kavuştuğunu kendisine müjdeleyen babasının mektuplarını kimseye göstermezdi. Hallerini bu kadar gizlediği halde kerâmetleri ve menkıbeleri anlatılagelmiştir.
Kayyûm-ı Zaman Muhammed Sıbgatullah hazretlerinin bütün hareketleri sünnet-i seniyyeye yâni dînimizin her emrine uygun idi. Bir sünneti yerine getirememek endişesi, gözünde ve gönlünde dağ gibi büyük görünürdü. Yemekte, içmekte, oturmakta, giyinmede, yolculuk hâlinde, her zaman okunması îcâb eden duâlarda ve diğer duâlarda, dil ile ve kalple yapılan zikirlerde, namaz, oruç, zekât, hac, güzel ahlâk, ihsân, tevekkül, hilm (yumuşaklık) ilim, cömertlik, iyilik yapmak, sabır, tahammül ve diğer güzel huylarda pek ileride idi. Bu güzel huyların îcâblarını yerine getirmekte o kadar dikkatli idi ki, kıl ucu kadar gevşeklik ve ayrılık görülmezdi. Buna rağmen niyetlerini ve amellerini kâmil olmaktan uzak, ayıp ve kusurlu görürdü. Ömrünün sonlarına doğru Kur’ân-ı kerîmi çok yavaş sesle okurdu. Sebebini sorduklarında; “Okurken bütün varlıklar berâber okuyorlar ve bu fakîri yüksek sesle okumaya bırakmıyorlar.” buyurdu.
Muhammed Sıbgatullah hazretlerinin ömrünün sonlarına doğru Serhendlilerle kâfirler arasında bir harp olmuştu. Kayyûm-ı Zaman Muhammed Sıbgatullah da cihâda gitmek istediyse de yaşı çok ilerlemiş olduğundan gelmemesini ricâ ettiler. Muhârebenin her iki tarafta da şiddetlendiği bir gece idi. Muhammed Sıbgatullah hazretleri muhârebenin yapıldığı yere doğru gitti. Bunu gören hizmetçileri tâkip ettiler. Bir ara ayakları kayıp yere düştü. Yetişip, kendisini kaldırdıkları zaman vücudunda kılıç yarasına benzer bir yara gördüler. Anladılar ki, mâneviyat dünyâsında harp eden Müslümanlar arasına gitmiş ve orada yaralanmıştı. Daha sonra, kendine sorulmuş ise de ses çıkarmadı. Bu yarayı muhârebe meydanında almış olduğu anlaşıldı. Kâfirlerin pek kalabalık oldukları bu harpte, Müslümanların imdâdına yetişmiş ve onların zafer kazanmasında yardımcı olmuştu. Muhammed Sıbgatullah hazretleri bu yara ile altı ay kadar yattı. Acı ve ızdıraplar çekti. Sonra şehitlik mertebesiyle Allahü teâlâya kavuştu.
Muhammed Sıbgatullah’ın Şeyh Ebü’l-Kâsım, Muhammed İsmâil, Şeyhullah, Rahmetullah isimlerinde dört oğlu vardı. Oğullarının her biri babalarından icâzet ve hilâfet almış, olgun ve yüksek velî zâtlardı. Muhammed Sıbgatullah hazretlerinin oğullarından başka birçok halîfeleri de vardı. Bunlardan bâzıları; “Meyân Sefer, Ahmed, Şeyh Zeynel-Âbidîn (Meyân Fakirullah Burhângûrî ismiyle meşhûrdur), Mîr Azîz, Mîr Muhammed Ganî, Ebû Nasr Sultanpûrî, Muhammed Refî’ Kâbilî, Abdüllatîf-i Kâbilî, Şeyh Fakirullah, Hâfız Muhammed Nizâm Kâbilî, Sûfî Elif-i Belhî, Sûfi Muhammed Kâbilî’dir.
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"