İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendî hazretlerinin torunlarından ve mîlâdî 18-19. asırlarda yetişen âlim ve velîlerin büyüklerinden. Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin önde gelen talebelerindendi. 1781 (H.1196)de Zilkâde ayının ikinci günü Rampur’da doğdu. 1834 (H. 1250) senesinde Delhi’de vefât etti.
Şâh Ebû Saîd daha çocukken, çocukların çok düşkün oldukları oyun ve eğlencelerle hiç meşgul olmamıştı. On bir yaşında Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Tecvidi öğrendi. Kur’ân-ı kerîmi okuması o kadar mükemmeldi ki, dinleyenler hayrette kalıp âşık oluyorlardı.
Çoğu ilimleri Müfti Şerefeddîn’den ve diğer bâzı ilimleri de Mevlânâ Refiüddîn’den okumuştu. Hadis ilmindeki icâzeti (diplomayı) Abdullah-ı Dehlevî’den ve Mevlânâ Sirâc Ahmed bin Şeyh Abdülazîz bin Veliyullah Dehlevî’den aldı. On dokuz yaşında ilim tahsilini tamamladı. Din ilimleriyle zamânın fen ilimlerinde tam bir üstat oldu. Tasavvufu, büyüklerin yolunu babasından almıştı. Sonra Şeyh Dergâhî’nin derslerine kavuştu. Tam on iki sene bu mübârek zâtın hizmet ve derslerinde bulundu. Şeyh Dergâhî hazretlerinden çok istifâde edip, icâzet (diploma) aldı. 1810 senesinde, Muharrem ayının yedinci günü Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin sohbetine kavuştu. Fevkalâde izzet ve ikrâm gördü. Abdullah-ı Dehlevî hazretleri, kendilerine talebe yetiştirmelerini söyleyince; “Efendim ben buraya bunun için değil, belki istifâde etmek için geldim.” cevâbını verdi. Bunun üzerine daha ziyâde iltifat ve teveccühe mazhar oldu. Birkaç ay sohbetlerinde bulunduktan sonra, Müceddidiyye, Çeştiyye, Kâdiriyye yollarından mezun oldu. Hocaları, bâzı talebelerini yetiştirmesi için ona gönderdi. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî ve Seyyid İsmâil Medenî gibi âlim zâtlar, ondan istifâde ettiler.
Mevlânâ Şah Ebû Saîd-i Fârûkî hazretleri tam on beş sene de Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin sohbetleriyle şereflendi. Vefâtlarından sonra hocasının yerine geçerek talebe yetiştirmeye başladı. Hak âşıklarının, susamışların kalplerini Allahü teâlânın mârifetiyle doldurdu. Bütün ecdâdı gibi İslâm dînini yaymaya çalıştı. Bâzı talebelerinin ricâsı üzerine Farsça yazdığı Hidâyetü’t-Tâlibîn kitâbı pek kıymetlidir. Ebû Saîd-i Fârûkî hazretleri, tam büyüklerin yaşayış ve ahlâkı ile ahlâklanmıştı.
1833 senesinde hac farîzasını edâ etmek için Haremeyn’e (Mekke ve Medîne) doğru yola çıkmışlardı. Hicâz topraklarına girdikleri sırada, mübârek hocasının talebelerinden Muhammed Cân-ı Bâcurî tarafından Cidde’de karşılandı. Ebû Saîd hazretleri hacdan sonra birkaç ay daha kaldı. Sonra, sıtma ve ishal hastalıklarına tutuldu. Ancak mahlûkâtın efendisini ziyâret maksadıyla mevlid gecesinde, Medîne-i münevvereye geldiler. Ravza-i mutahherayı ziyâretleri esnâsında, Resûlullah efendimizin mânevî ihsânlarına kavuştular. Çok istifâde ettiler. Sonra memleketine doğru yola çıktı. Hindistan şehirlerinden Leveng şehrine geldiklerinde hastalıkları arttı. Ölüm halleri görülmeye başladı. Kendileri ile berâber olan ortanca oğlu Abdülganî’ye İslâmiyete uymayı ve dünyâya düşkünlükten sakınmayı vasiyet etti. Sonra “Yâsîn” sûre-i şerîfesini okumasını emretti. Üç defâ okuduktan sonra kelime-i şehâdet getirerek rûhunu teslim etti (1834). Hocası Abdullah-ı Dehlevî’nin kabr-i şerîfleri yanına defnedildi.
Şah Ebû Saîd hazretlerinin üç oğlu vardı. Birincisi Ahmed Saîd’dir. İkincisi, Abdülgânî Müceddidî, üçüncüsü de Abdülmuğnî’dir.
Şah Ebû Saîd-i Fârûkî buyurdu ki: “Allahü teâlânın sonsuz ihsânı kullarından birine eriştiği zaman, o kulunu kendi dostlarından birinin hizmetine ulaştırır. O da ona nefsinin isteklerine uymamak ve ona ağır gelen şeyleri yapmayı, yâni İslâmiyete uymayı emir buyurur. Böylece onun bâtınını, yâni içini, kalbini ve nefsini temizler. Bu zamanda talebenin hizmetleri kusurlu ve dağınık olduğu için, bu yolun büyükleri önce talebeye zikretmeyi, yâni Allahü teâlâyı kalbi ile anmayı emrederler. Amel ve ibâdetlerde ve her işte orta yolda olmayı emredip, nice kırk günlük çilelere bedel olan teveccühlerini dâimâ talebeleri üzerinde bulundururlar. Talebelerine, Ehl-i sünnet îtikâdına göre inanmayı, sünnet-i seniyyeye uymayı, bütün bid’atlerden sakınmayı emrederler. Mümkün oldukça azîmetle amel edip, ruhsatlara kapılmamalarını tenbih ederler.”
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"