Resûlullah efendimizin arkadaşlarının ileri gelenlerinden. Silsile-i aliyye adıyla bilinen velîler silsilesinin ikinci halkasını teşkil eder. Aslen İranlı olup, İsfehan yakınlarında Cey köyünde doğdu. Önce mecûsî, daha sonra Hıristiyan, sonra da Müslüman oldu. Mabeh bin Buzahşah olan ismini, Resûlullah efendimiz, Selmân olarak değiştirdiler. “Fârisî (İranlı)” nisbesiyle birlikte Selman-ı Fârisî adıyla anıldı. Selmânü’l-Hayr lakabı ve Ebû Abdullah künyesiyle tanındı. 655 (H.35) senesinde vefât etti. Yaşı hakkında çeşitli rivâyetler vardır.
Selmân-ı Fârisî "radıyallahü anh", Cey köyünün en zengini olan Buzahşah bin Mursilan’ın biricik çocuğuydu. Ona çok düşkün olan babası, kendisini evden dışarı salmazdı. Oğluna, kendi mecûsî inançlarını eksiksiz öğretip, evde devamlı yanan bir ateşe secde ile ibâdetini yaptırırdı. Selmân-ı Fârisî gençlik çağına gelince, arâziyi tanıyıp, sâhip oldukları malları görmesi için babası tarafından dışarıçıkarıldı. Arâzilerinin yakınındaki kilisedeki râhiplerin ibâdeti dikkatini çekti. Onların görünmeyen bir Allah’a ibâdet etmelerinin, ateşe tapmaktan daha üstün olduğunu anladı. Tarlalara gitmeyi bırakıp orada râhipleri seyirle meşgûl oldu. Râhiplerden bu dînin aslının Şam’da olduğunu ve bir müddet sonra oraya bir kervan gideceğini öğrendi. Eve geç kalınca, babası onun Hıristiyanlığa olan meylini öğrenip elini kolunu bağlayarak eve hapsetti. Fakat o, dâvâsından vazgeçmeyip râhiplerin bahsettiği kervanın hareket gününde evden kaçarak Şam’a gitti. Orada Hıristiyanların en büyük âliminden Hıristiyanlığı öğrendi ve kilisede hizmet etmeye başladı. Fakat bu kimse insanların emniyetini istismar ediyor, fakirler için getirilen sadakaları kendisi için biriktiriyordu. Ölünce yedi küp altın ve gümüş biriktirmiş olduğu görüldü. Onun yerine ilim ve zühd sâhibi bir râhib geçti. Uzun yıllar onun hizmetinde bulunan Selmân-ı Fârisî "radıyallahü anh", onun ölüm hastalığında; “Ey benim efendim! Uzun zamandan beri yanınızdayım ve sizi çok sevdim. Çünkü siz Allahü teâlânın emirlerine itâat ediyorsunuz ve men ettiklerinden kaçıyorsunuz. Siz vefât ettiğiniz zaman ben ne yapayım. Bana ne tavsiye edersiniz?” diye sordu. “Oğlum! Şam’da insanları ıslâh edecek bir kimse yok. Kime gitsen seni ifsâd eder. Fakat Musul’da bir zât vardır. Ona gitmeni tavsiye ederim.” dedi. O zât vefât edince Şam’dan Musul’a gitti ve târif edilen zâtı buldu. Başından geçenleri anlattı. Onun hizmetine girdi. Bu âlim de diğeri gibi çok kıymetli, zâhid, âbid bir kimseydi. Vefât zamânı yaklaşınca, aynı soruları ona da sordu. Nusaybin’de bir zâtı tavsiye etti. O vefât ettikten sonra derhal Nusaybin’e gitti. Bahsedilen kimseyi bulup yanındakalmak istediğini söyledi. Bir müddet de onun hizmetinde bulundu. Bu zât da, vefât etmek üzere iken, Amuriye’de bulunan başka bir kimseyi târif etti. Vefâtından sonra Selmân-ı Fârisî oraya gitti. Uzun birzaman da onun yanında kaldı. Vefâtı yaklaşınca kendisini birine havâle etmesini ricâ etti. “Vallâhi şimdi böyle bir kimse bilmiyorum. Fakat âhir zaman Peygamberinin gelmesi yaklaştı. O, Araplar arasından çıkar, vatanından hicret edip, taşlık içinde hurması çok bir şehre yerleşir. Hediyeyi kabul eder,sadakayı kabul etmez, iki omuzu arasında nübüvvet mührü vardır.” diyerek Resûlullah efendimizin husûsiyetlerini saydı.
Selmân-ı Fârisî "radıyallahü anh", Amuriye’deki hocası vefât edince, bir iş bulup çalıştı. Arabistan’a gitmek için hazırlık yaptı. Sâhibi olduğu koyun vs. gibi hayvanları vererek bir kervanla Arabistan’a doğru yola çıktı. Fakat kervancılar, ihânet ederek onu Vadiyü’l-Kura’da bir Yahûdîye köle olarak sattılar. Hurma bahçelerinin mevcudiyetinden âhir zaman Peygamberinin geleceği yerin burası olduğunu zannettiyse de, içi ısınmadı. Bilâhare Yahûdî, onu amcasının oğluna sattı. Yeni sâhibi Yahûdîyle Medîne’ye gitti. Bu şehri sanki önceden görmüş gibiydi. Kalbi ısındı. Âhir zaman Peygamberinin gelmesini beklemeye başladı.
Bir gün kendisini satın alan Yahûdînin bahçesinde bir hurma ağacı üzerinde çalışıyordu. Sâhibi, yanında biriyle konuşuyordu. Bir ara; “Evs ve Hazrec kabîleleri helâk olsunlar. Mekke’den bir kimse geldi. Peygamber olduğunu söylüyor” dediler. Bu sözleri işitince kendinden geçip az kalsın ağaçtan yere düşüyordu. Hemen aşağı inip, o şahsa; “Ne diyorsun?” dedi. Sâhibi bir tokat vurdu ve; “Neyine lâzım ki soruyorsun, sen işine bak!” dedi. Akşam olunca bir miktar hurma alıp, hemen Kubâ’ya vardı. Resûlullah’ın yanına girip; “Sen sâlih bir kimsesin, yanında fakirler vardır. Bu hurmaları sadaka getirdim.” dedi. Resûlullah efendimiz yanında bulunan Eshâba; “Geliniz, hurmayı yiyiniz.” buyurunca, yediler. Kendisi aslâ yemedi. İçinden; “İşte birinci alâmet budur. Sadaka kabûl etmiyor” dedi. Eve dönüp, bir miktar hurma daha alıp, Resûlullah’a; “Bu, hediyedir.” diyerek takdim etti. Bu defâ yanındaki Eshâbla birlikte yediler, “İşte ikinci alâmet budur.” dedi. Götürdüğü hurma yirmi beş tâne kadardı. Hâlbuki, yenen hurma çekirdekleri bini buluyordu. Resûlullah efendimizin mûcizesiyle hurma artmıştı. Kendi kendine; “Bir alâmetini daha gördüm.” dedi. Resûlullah’ın yanına ikinci defâ varışında bir cenâze defnediyorlardı. Nübüvvet mührünü görmeyi arzu ettiği için yanına yaklaştı. Peygamber efendimiz onun murâdını anlayıp, gömleğini kaldırdı. Mübârek sırtı açılınca Nübüvvet mührünü görürgörmez varıp öptü ve ağladı. O anda Kelime-i şehâdeti söyleyerek Müslüman oldu. Sonra da Resûlullah’a uzun yıllardan beri başından geçen hâdiseleri bir bir anlattı. Hâline taaccüp edip, bunu Eshâb-ı kirâma da anlatmasını emir buyurdu. Eshâb-ı kirâm toplanınca, başından geçenleri onlara da anlattı.
Selmân-ı Fârisî, îmân ettiği zaman Arap lisânını bilmediği için tercüman istemişti. Gelen Yahûdî tercüman, Selmân-ı Fârisî’nin "radıyallahü anh" Peygamber efendimizi medh etmesini aksi şekilde söylüyordu. O esnâda Cebrâil "aleyhisselâm" gelip, hazret-i Selmân’ın sözlerini doğru olarak Resûlullah’a bildirdi. Durumu Yahûdî anlayınca, Kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldu.
Selmân-ı Fârisî "radıyallahü anh" Müslüman olduktan sonra, köleliği bir müddet daha devâm etti. Peygamberimizin; “Kendini kölelikten kurtar yâ Selmân!” buyurması üzerine, sâhibine gidip, âzâd olmak istediğini söyledi. Buna zorla râzı olan Yahûdî, üç yüz hurma fidanı dikerek, yetiştirip hurma verir hâle gelmesi ve kırk rukye altın vermesi şartıyla kabul etti. Bunu Resûlullah’a haber verdi. Resûlullah efendimiz Eshâbına; “Kardeşinize yardım ediniz.” buyurdu. Onun için üç yüz hurma fidanı topladılar. Resûlullah efendimiz; “Bunların çukurlarını hazır edip, tamam olunca, bana haberver.” buyurdu. Çukurları hazırlayıp, haber verince, Resûlullah efendimiz teşrîf edip, kendi eliyle fidanları dikti. Bir tânesini de hazret-i Ömer dikmişti. Ömer’in "radıyallahü anh" diktiği hâriç hepsi, Allahü teâlânın izniyle, o sene hurma verdi. Resûlullah efendimiz, o bir tâneyi de söküp, kendi mübârek eliyle yeniden dikti ve diktiği anda hurma verdi. Fakat kırk rukye altını bulamamışlardı. Resûlullah efendimiz gazâların birinden tavuk yumurtası kadar bir altın getirmişti. “Selmân-ı Fârisî adlı mükâtib köle (efendisiyle hürriyetine kavuşmak için belli miktarda anlaşan köle) nerededir?”diye sordu. Selmân-ı Fârisî gelince, Resûlullah efendimiz, altını verip; “Bu altını al! Borcunu öde.” buyurdu. “Yâ Resûlallah! Bu altın, yahûdînin istediği ağırlıkta değil.” diye arzedince, alıp, mübârek dilinin üzerine sürdü; “Al bunu! Allahü teâlâ bununla senin borcunu edâ eder.” buyurdu. Selmân-ı Fârisî, o altını tartınca, tam istenilen ağırlıkta geldi. Götürüp sâhibine verdi ve kölelikten kurtuldu.
Medîneli olmadığı için, Resûlullah efendimiz onu, hazret-i Ebû Derdâ ile kardeş yaptı. Hendek Savaşından îtibâren bütün gazâlara katıldı. Daha öncekilere, köle olduğu için katılamamıştı. Bedr ve Uhud Savaşından sonra, Medîne üzerine üçüncü defâ yürüyen müşriklere karşı nasıl bir savunma yapılması gerektiği istişâre ediliyordu. Bütün müşriklerin birleşerek hücûm ettiği Hendek Savaşında Selmân-ı Fârisî, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimize hendek kazmak sûretiyle, savunma yapmayı teklif etti. Onun teklifi kabul edilip, hendek kazıldığı için bu savaşa, Hendek Savaşı denildi. Selmân-ı Fârisî, içlerinde Amr bin Avf, Huzeyfe bin Yemân, Nu’mân bin Mukarrin ile Ensâr’dan altı kişinin bulunduğu bir grupla berâber bulunuyordu. Kendisi güçlü ve kuvvetli bir zâttı. Hendek kazma işinde gâyet mâhir ve becerikliydi. Yalnız başına on kişinin kazdığı yeri kazardı. Câbir bin Abdullah radıyallahü anh; “Selmân’ın kendisine ayrılan beş arşın uzunluğunda, beş arşın derinliğinde yeri, vaktinde kazıp bitirdiğini gördüm” buyurmuştur. Hazret-i Selmân’ın çalışmasına Kays bin Sa’sâ’nın gözü değmiş ve Selmân radıyallahü anh birden bire yere yıkılmıştı. Eshâb-ı kirâm hemen Resûlullah’a koşmuş ve ne yapmaları lâzım geldiğini sormuşlardı. Peygamber efendimiz; “Kays bin Sa’sâ’ya gidin. Selmân için bir kabta abdest alsın. Abdest suyu ile Selmân yıkansın. Su kabı, Selmân’ın arkasından baş aşağı çevrilsin” buyurmuştur. Eshâb-ı kirâm, Peygamberimizin buyurduğu gibi yapınca, Selmân-ı Fârisî radıyallahü anh bulunduğu hâlden kurtulmuş, kendine gelmiş ve açılmıştı. Peygamberimiz, Hendek Savaşındaki gayret ve hizmetinden dolayı, Selmân-ı Fârisî’ye, Selmân-ül-Hayr, “Hayırlı Selmân” buyurdu.
Selmân-ı Fârisî Müslüman olup, kölelikten kurtulduktan sonra, geçimini sağlamak için, ince hurma dallarından sepet örüp satardı. Kazancının bir kısmını da fakirlere sadaka verirdi. Resûlullah efendimizin yakınlarından olup, bâzı geceler huzûrunda bulunarak başbaşa saatlerce sohbetinde kalırdı. Kalbinde Allah ve Resûlullah aşkından başka zerre kadar bir şey bulunmayan Selmân-ı Fârisî radıyallahü anh, dünyâ malı olarak kendisine gelen her şeyi Allah rızâsı için dağıtırdı. Elinde mal bulundurmazdı. Resûlullah efendimize en yakın olanlardandı. Hazret-i Âişe buyuruyor ki: “Selmân-ı Fârisî geceleri uzun zaman Resûlullahla berâber kalır ve sohbetinde bulunurdu. Neredeyse Resûlullah’ın yanında bizden fazla kalırdı. Peygamberimiz; “Allahü teâlâ bana dört kişiyi sevdiğini bildirdi ve bu dört kişiyi sevmemi emretti. Bunlar; Ali, Ebû Zerr-i Gıfârî, Mikdâd ve Selmân-ı Fârisî” buyurdular.
Hazret-i Ebû Bekr devrinde, Medîne’den ve hazret-i Ebû Bekr’in sohbetlerinden bir an ayrılmayan Selmân radıyallahü anh, hazret-i Ömer zamânında İran fethine katıldı. İslâm ordusunun büyük zaferlere kavuştuğu bu seferlerde Selmân-ı Fârisî’nin çok büyük hizmetleri oldu. İranlı olduğundan, onlar hakkında pek çok mâlûmât sâhibiydi. İranlıları kendi lisanlarıyla dîne dâvet ediyor, onlara İslâmiyeti anlatıyordu. İranlılar savaşlarda fil kullanıyorlardı. Müslümanlar o zamâna kadar fil görmedikleri için çok şaşırdılar. Hazret-i Selmân, fillerle nasıl çarpışılacağını ve nasıl öldürüleceğini İslâm askerlerine gösterdi. İran’ın Medâyin şehri alınınca, hazret-i Ömer onu şehre vâli tâyin etti. İlmi, basîreti, vazifesindeki adâleti ve nezâketiyle Medâyin halkı tarafından çok sevilip sayıldı. Böylece İslâmiyet orada sür’atle yayıldı.
Çok sâde bir hayât süren Selmân-ı Fârisî, hazret-i Osman devrinde hastalandı. Kendisini ziyârete gelen Sa’d bin Ebî Vakkâs’a artık dünyâdan ayrılacağını ve bütün servetinin bir kâse (tas), bir leğen, bir kilim ve bir hasırdan ibâret olduğunu söyledi. Eshâb-ı kirâmdan ziyârete gelenler nasîhat isteyince, onlara hasta olduğu hâlde devamlı nasîhatte bulundu. 655 (H. 35)te Medâyin’de vefât etti. Kabri Medâyin yakınlarında, Selmân-ı Pâk denilen yerdedir. Türbe ve câmisi, Osmanlı sultânı ve Bağdat fâtihi, Dördüncü Murâd Hân tarafından yeniden inşâ edilmiştir.
Selmân-ı Fârisî, Peygamber efendimizden altmış civârında hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Bunlardan otuz kadarında, Buhârî ve Müslim ittifâk edip, kitaplarına almışlardır.
İlim öğrenmeyi çok seven Selmân-ı Fârisî, Resûlullah efendimizden sonra hazret-i Ebû Bekr’in sohbetlerini hiç kaçırmadı. Onun feyz ve bereketlerine ziyâdesiyle kavuştu. Onun ilminin durumunu çok iyi bilen hazret-i Ali; “Ona öncekilerin ve sonrakilerin ilmi verilmiştir. Ondaki ilme erişilmez” ve “O, dibi bulunmaz bir deryâdır” buyurmuştur.
Öğrendiklerini öğretmek için, büyük gayret sarfeden Selmân-ı Fârisî "radıyallahü anh" çok âlim yetiştirdi. Ebû Saîd el-Hudrî, İbn-i Abbâs, Evs bin Mâlik onun talebeleri arasındaydı. Ebû Hüreyre ondan hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Tâbiînin büyüklerinden ve o zaman Medîne’de Fukahâ-i seb’a denilen, yedi büyük âlimden biri olan, Kâsım bin Muhammed bin Ebî Bekr de, Selmân-ı Fârisî’nin talebelerinden olup, ders ve sohbetlerinde kemâle gelmiş ve Silsile-i aliyye büyüklerinin dördüncü halkasını teşkil etmiştir.
Hadîs-i şerîflerde buyruldu ki:
Ey Selmân, hastanın duâsı kabûl olunur. Duâ et ve anlıyarak duâ yap! Sen duâ et, ben de âmindiyeyim.
Ey Selmân! Kur’ân-ı kerîmi çok oku!
Cennet üç kişiye müştaktır (aşırı istekle onları beklemektedir). Aliyyü’l-Mürtezâ, Ammâr bin Yâsir ve Selmân-ı Fârisî.
Selmân-ı Fârisî "radıyallahü anh" bir gün yanında misâfiri olduğu halde, Medâyin’den çıktı. Yolda karınları acıktı. Yiyecek bir şeyleri de yoktu. Orada geyikler ve kuşlar vardı. Selmân-ı Fârisî "radıyallahü anh", bir geyikle bir kuşu yanına çağırınca, ikisi de geldi. Onlara; “Bu kimse benim misâfirimdir. Sizi ona ikrâm etmek istiyorum.” buyurdu. Geyik ve kuş hiç îtirâz etmediler. Onları kesip yediler. O zât bu işe çok şaştı ve; “Ey efendim! Geyik ve kuşu çağırdığınızda hiç kaçmadan yanınıza geldiler, ben buna hayret ettim.” dedi. Selmân "radıyallahü anh" o zaman; “Bunda hayret edilecek bir şey yok. Bir kimse Allahü teâlâya tâat eder ve hiç günâh işlemezse, her şey ona itâat eder.” buyurdu.
Kaynak: Yeni Rehber Ansiklopedisi Cilt 17
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"