Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden. Ensârdan olup, helâl ve haram ilmini en iyi bilenlerdendir. Adı, Muâz bin Cebel bin Amr bin Evs bin Âbid bin Adiy bin Ka’b el-Ensârî’dir. Künyesi, Ebû Abdullah’dır. Mîlâdî 605 senesinde Medîne’de doğdu. 640 (H. 18) yılında Kudüs ile Remle arasındaki Amvas köyünde vefât etti. İkinci Akabe bîatında, kendi canlarını ve mallarını korudukları gibi, Peygamberimize yardım ederek İslâmiyete hizmet edeceklerine söz veren ve Müslüman olan yetmiş Medineliden birisi de Muâz bin Cebel "radıyallahü anh" idi. On sekiz yaşında Müslüman oldu. Peygamberimiz ve Eshâb-ı kirâm, Mekke’den Medîne’ye hicret ettiklerinde, bütün malları ve mülkleri Mekke’de kalmıştı. Peygamberimizin emirleriyle Medîne’deki Müslümanlar, Mekke’den hicret eden Müslümanlarla kardeşlik kurarak evlerini, mallarını ve eşyâlarını paylaştılar. Muâz bin Cebel de "radıyallahü anh", Abdullah bin Mes’ûd ve Ca’fer-i Tayyâr ile kardeşlik kurmuştu. Bedr, Uhud, Hendek, Benî Kureyza savaşlarına ve Hayber’in Fethine katıldı ve Mekke’nin Fethinde bulundu. Huneyn Savaşı sırasında Peygamberimiz onu Mekke’de emîr bıraktı. Halka, Kur’ân-ı kerîm öğretmesini ve dînî esasları anlatmasını emretti. Bu vazîfesini yapıp Medîne’ye döndükten sonra, Kur’ân-ı kerîm’i ve din bilgilerini öğretmeye devâm etti.
Peygamber efendimiz Müslüman beldelerine vâli ve zekât tahsîl memurları gönderdiği sıralarda onu Yemen’e gönderdi.
Muâz bin Cebel "radıyallahü anh" Yemen’e doğru yola çıkınca, Peygamberimiz yanında bir miktar yürüdü. Vedâlaşırken; “Yâ Muâz! Sen belki bu seneden sonra beni bir daha göremezsin. Belki dönüşünde burada benim mescidime ve kabrime ziyârete gelirsin” buyurdu. Bunu işiten Muâz bin Cebel "radıyallahü anh", hüzünle gözyaşı dökmeye başlayınca, Peygamberimiz; “Ağlama, yâ Muâz!.. Bana yakın olanlar (tam bağlı olanlar), nerede olursa olsunlar, Allah’a hakkıyla kulluk edenlerdir” buyurdu ve; “Sana bir dâvâ getirilip insanlar arasında hüküm verirken ne ile hüküm vereceksin?” diye sordu. Hazret-i Muâz bin Cebel; “Allah’ın kitâbı (Kur’ân-ı kerîm) ile hüküm veririm.” dedi. “Ya O’nda açıkça bulamazsan?” buyurunca; “Peygamberin sünneti ile hükmederim” dedi. “Ya onda da açıkça bulamazsan?” buyurunca; “İctihâd ederek anladığımla hükmederim” dedi.
Peygamberimiz, bu cevâba çok memnun kalarak, mübârek elini onun göğsüne koyup; “Elhamdülillah! Allahü teâlâ, Resûlünün elçisini, Resûlullah’ın rızâsına uygun eyledi” buyurdu. Sonra hazret-i Muâz bin Cebel’e şöyle duâ etti: “Cenâb-ı hak seni her taraftan gelecek musîbetlerden muhâfaza buyursun, insanların ve cinlerin şerrini senden uzaklaştırsın” ve; “Senin sebebinle, Allahü teâlânın bir kişiyi hidâyete erdirmesi, senin için dünyâdan hayırlıdır” buyurdu.
Hazret-i Muâz bin Cebel, Yemen’de uzun müddet kaldı. Kendisine verilen vazîfeyi yerine getirdi. Peygamberimizin vefâtını da orada öğrendi. Daha sonra Yemen’deki hizmetini tamamlayıp, Medîne’ye döndü. Muâz bin Cebel "radıyallahü anh", hazret-i Ebû Bekr’in halîfeliği sırasında Medîne’de kaldığı müddetçe, onun seçtiği müşâvere (danışma) heyetinde bulundu. Bu sırada Sûriye taraflarına giderek hem oralardaki savaşlara katıldı, hem de insanlara din bilgilerini ve Kur’ân-ı kerîm’i öğretti.
Hazret-i Ömer’in halîfeliği sırasında, Kilâboğulları beldesine zekât memuru olarak, sonra da Sûriye taraflarında din bilgilerini ve Kur’ân-ı kerîm’i öğretmekle vazîfelendirildi. Filistin bölgesindeki bu vazîfe sırasında çıkan salgın tâûn (vebâ) hastalığına yakalanarak genç yaşında vefât etti.
Peygamber efendimiz "sallallahü aleyhi ve sellem"; Muâz bin Cebel "radıyallahü anh" ümmetimin âlimlerindendir ve çok yüksektir.
İnsanlar arasında, Allahü teâlânın helâl ve harâm ettiklerini en iyi bilen Muâz bin Cebel’dir.
Kur’ân-ı kerîmi şu dört kimseden alınız (öğreniniz): Muâz bin Cebel, Übey bin Kâ’b, Abdullah bin Mes’ûd ve Sâlim Mevlâ Huzeyfe "radıyallahü anhüm".
Muâz, kıyâmette ümmetimin âlimlerinin bir adım önlerinde mahşer yerine gelecektir. Buyurarak onu medh etmiştir.
Muâz bin Cebel "radıyallahü anh", Peygamberimizden pekçok hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Onun rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerin çoğu Sahîh-i Buhârî ile Sahîh-i Müslim’de, bir kısmı da diğer hadîs kitaplarında yer almıştır.
Muâz bin Cebel’in "radıyallahü anh", bizzat Peygamber efendimizden işitirek rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bâzıları şunlardır:
Bir kimse, gıdâ maddelerini alıp, pahalı olup da satmak için kırk gün saklarsa, hepsini fakirlere parasız dağıtsa, günahını ödeyemez.
İnsan, kıyâmet günü şu dört şeyden sorulmadıkça, hiçbir yere adım atamaz: Ömrünü nerede tükettiği, gençliğini nerede harcadığı, ilmiyle ne gibi amel işlediği, malını nereden kazanıp nereye harcadığı.
Muâz bin Cebel, çok ilim sâhibi olup, Eshâb-ı kirâmın sevdiği ve müşkil meselelerini sordukları kıymetli bir zâttı. Çok cömert olup, az konuşur ve hikmetli sözler söylerdi. Buyurdu ki:
“Üç şey, Allahü teâlânın gazâbına sebep olur. Bunlar; hikmetsiz gülmek, uyumadığı hâlde sabaha kadar ibâdetsiz vakit geçirmek ve karnı acıkmadığı hâlde yemek yemek.”
Hazret-i Muâz bin Cebel, oğluna şöyle vasiyet etmişti:
Ey oğlum! Bir namazını kıldığın vakit, onun kıldığın son namaz olacağını düşün! Bir daha böyle bir namaz vaktine yetişeceğini ümid etme!
Bir din kardeşini sevdiğin zaman onunla münâkaşa etme! Ona fenâ harekette bulunma ve onun hakkında, başkasına; “Bu nasıl adamdır?” diye diye sorma! Olur ki, onun bir düşmanı ile karşılaşırsın da, onda olmayan bir şeyi söyler ve aranızı açar.”
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"