Resûlullah efendimize îmân etmekle şereflenen ilk sahâbîlerden. İsmi Habbâb, künyesi Ebû Abdullah’tır. 586 senesinde Mekke’de doğdu. 657 (H.37)de Kûfe’de vefât etti.
Resûlullah efendimiz, Zeyd bin Erkâm’ın evinde bulunduğu bir sırada Müslüman oldu. İlk Müslüman olan erkeklerin altıncısıydı. İslâmın ilk günlerinde, inanmayanların kin ve intikamla baktığı bir zamanda Müslüman olmak, hattâ Müslüman olduğunu açıklamak çok zordu. Buna cesâret etmek; can, mal, îtibâr, kısaca her şeyini göze almak demekti. Müslüman olduğu için, müşrikler, inanmayanlar tarafından çok işkence yapıldı. Başı sıcak demirle dağlandı. Ümmü Enmâr isimli bir kadının âzâdlı kölesi olan hazret-i Habbâb, bir gün Resûlullah’ın huzûruna çıktı. Ümmü Enmâr’ın zulmünü ve başının dağlandığını arz edip, sırtındaki yaraları gösterince, Peygamber efendimiz; “Yâ Rabbî! Habbâb’a yardım et!” diye duâ etti. Bunun üzerine Ümmü Enmâr, şiddetli bir baş ağrısına yakalandı. Baş ağrısından inleyip durdu. Netîcede, bu ağrıdan kurtulması için başının ateşle dağlanması tavsiye edildi. Adâlet-i ilâhî tecellî etmişti. Bu sefer, hazret-i Habbâb, onun isteği üzerine Ümmü Enmâr’ın başını dağlıyordu.
Her geçen gün Müslümanların sayılarının daha da arttığını gören müşrikler, Habbâb bin Eret’e daha çok işkence yaptılar. Bu sıkıntılar karşısında yılmayan, hattâ îmânı daha da kuvvetlenen Habbâb bin Eret, hâlini Resûlullah efendimize arz edip, duâ isteyince Resûlullah efendimiz hazret-i Habbâb’ın sırtını okşadı ve duâ buyurdular:
“Sizden önceki ümmetler içinde öyle kimseler vardı ki, demir tarakla derileri, etleri soyulup, kazınırdı da, bu işkence yine onları dîninden döndüremezdi. Testere ile tepesinden ikiye bölünürdü de, yine bu işkenceler onları dinlerinden geri çeviremezdi. Allahü teâlâ elbette bu işi (İslâmiyeti) tamamlayacaktır. Bütün dinlerden üstün kılacaktır. Öyle ki, hayvanına binip, San’a şehrinden Hadramût’a kadar tek başına giden bir kimse, Allahü teâlâdan başkasından korkmayacak, koyunları hakkında da kurt saldırmasından başka hiç bir endişe duymayacaktır. Fakat siz acele ediyorsunuz.” Efendimizin rûhlara gıdâ ve şifâ olan bu latîf (güzel) sözleri hazret-i Habbâb’daki acıları dindiriverdi.
Peygamber efendimiz tarafından yeni Müslüman olan kimselere Kur’ân-ı kerîmi okumayı öğretmekle vazîfelendirilen Habbâb bin Eret, Hicret esnâsında Mekke’den Medîne’ye hicret etti.
Hazret-i Habbâb, Resûlullah’ın bütün gazâlarına iştirâk etti. Küçük seriyyelerden bâzılarında da bulundu. Hazret-i Ebû Bekr devrinde, yalancı peygamberlerle yapılan savaşlarda ve Suriye taraflarına yapılan seferelere de katıldı. Hazret-i Ömer zamânında, İran savaşlarında kahramanca savaştı.
Hazret-i Ömer, zaman zaman yaptığı konuşmalarda Habbâb bin Eret’ten bahseder, onun İslâmın ilk yıllarında çektiği eziyet ve sıkıntıları ibret olarak anlatırdı. Habbâb bin Eret, hazret-i Osman zamânında da muhârebelere katıldı, cihâddan aslâ geri kalmadı. 657 (H.37)de Kûfe’de vefât etti.
Kaynak: Yeni Rehber Ansiklopedisi Cilt 8, s. 182-183
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"