Dört mezheb imâmları, islâm dîninin temel direkleridir. Her birinin hâl tercemelerini ve üstünlüklerini bildirmek için, islâm âlimleri çeşidli kitâblar yazdılar. İstanbulda da neşr edilmiş olan arabî (El-minhat-ül-vehbiyye fî redd-il-vehhâbiyye) kitâbının (Eşedd-ül cihâd fî-ibtâl-i da’vel-ictihâd) kısmında ve (Hidâyet-ül-muvaffıkîn) ve (Sebil-ün-necât) kitâblarında da yazılıdır. Gençlere yâdigâr olmak için (Eşedd-ül cihâd) kitâbından bir mikdârı terceme ediyoruz:
1- İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe Nu’mân bin Sâbit
Ehl-i sünnetin dört mezheb imâmından birincisi, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe Nu’mân bin Sâbitdir “rahmetullahi aleyh”. 80 [m. 699] senesinde tevellüd ve 150 [m. 767] de Bağdâdda vefât etmişdir. Hanefî mezhebinin reîsidir. Osmânlılar, Hindistân müslimânları, Siberya ve Türkistân müslimânları, Hanefî mezhebine göre ibâdet etmekdedirler. Hadîs-i şerîfde, (Ebû Hanîfe, ümmetimin ışığıdır) buyuruldu. İbâdetlerinin çokluğu, vera’ı, zühdü, cömerdliği, keskin görüşü, ince düşünüşü meşhûr olduğundan, ayrıca bildirmeğe lüzûm yokdur. Fıkh bilgilerinin dörtde üçü onundur. Dörtde birinde de, diğer mezheblerle ortakdır. İmâm-ı Şâfi’î “rahmetullahi teâlâ aleyh” buyurdu ki, (Müslimânların fıkh bilgilerinin kaynağı, Ebû Hanîfe ve talebeleridir. Fıkh öğrenmek istiyen, Ebû Hanîfeye ve Onun talebelerine gitsin! İmâm-ı Mâlike, Ebû Hanîfeyi gördün mü dediğimde: Evet Ebû Hanîfeyi öyle gördüm ki, şu direk altındandır dese, sözünü isbât eder. Kimse karşılık veremez dedi). İnsanlar, fıkh bilgisine karşı uykuda idi. Hepsini Ebû Hanîfe uyandırdı. Zemânın âbidlerinden, zâhidlerinden olan Îsâ bin Mûsâ, Emîr-ül-mü’minîn Ebû Ca’fer Mensûrun yanında idi. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe içeri geldi. Îsâ, Mensûra, bu zât, dünyâ çapında büyük âlimdir dedi. Mensûr, İmâma, ilmi nereden edindin dedi. Hazret-i Ömerin talebelerinden buyurdu. Mensûr da, doğrusu çok sağlam senedin var dedi.
İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “rahmetullahi aleyh”, her gece nemâz kılardı. Kâ’bede uyurken, (Yâ Ebâ Hanîfe! Bana hizmetin hâlisdir. Beni iyi tanıdın. Bu ihlâsından ve ma’rifetinden dolayı seni ve kıyâmete kadar sana tâbi’ olanları mağfiret eyledim) sesini işiterek uyandı. Ebû Hanîfe için ve Onun mezhebinde olanlar için, bu ne büyük bir müjdedir! Onun güzel ahlâkı ve temiz sıfatları, ancak ârif olanda ve müctehid imâmlarda bulunabilir. Yetişdirdiği müctehid imâmlardan ve râsih âlimlerden Abdüllah ibni Mubârek ve imâm-ı Mâlik ve imâm-ı Mis’ar ve Ebû Yûsüf ve Muhammed Şeybânî ve imâm-ı Züfer, onun yüksek mertebesinin vesîkalarıdır. Tevâdu’ ve hayâsının çokluğundan, halkdan uzaklaşmak, bir köşeye çekilmek istediği hâlde, mezhebini yaymasını, rü’yâda Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” emr edince, fetvâ vermeğe başladı. Mezhebi her yere yayıldı. Tâbi’leri çoğaldı. Çekemiyenleri türedi ise de, hepsi rezîl ve perişân oldular. Âlimler, mezhebinin usûlünü, fürû’unu öğrenip, kitâblar meydâna getirdiler. Naklî ve aklî delîllerini inceleyenler ve anlıyabilenler, onun üstünlüğünü yazdılar. Ebülferec ibni Cevzî, kitâbında, İmâm-ı a’zamı küçültücü haberler nakl ediyor ise de, bunları İmâm-ı a’zamı küçültmek için değil, hasedcilerinin bulunduğunu bildirmek için yazmışdır. Aynı kitâbında, İmâm-ı a’zamı herkesden dahâ çok övmekdedir. İmâm-ı a’zam’ın babası Sâbit, hazret-i Alînin yanına gelmişdi. İmâm hazretleri, ona ve çocuklarına hayr ve bereket ile düâ eylemişdi. Bu düâ, İmâm-ı a’zamda zâhir oldu. Eshâb-ı kirâmdan Enes bin Mâlik hazretlerinin ve başka Sahâbîlerin sohbetlerine kavuşarak, Tâbi’înden olmakla da şereflendi.
[İstanbulda neşr edilen arabî (Ulemâ-ül-müslimîn ve vehhâbiyyûn) kitâbının altmışikinci sahîfesinde, (Mîzân-ül kübrâ) kitâbının müellifi Abdülvehhâb-i Şa’rânî buyuruyor ki, (Edillet-il mezâhib) ismindeki kitâbımı yazacağım zemân, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfenin ve talebelerinin ictihâdlarını çok inceledim. Herbirinin bir âyet-i kerîmeye, hadîs-i şerîfe veyâ Eshâb-ı kirâmdan gelen habere dayandığını gördüm. İmâm-ı Mâlik ve imâm-ı Ahmed ve imâm-ı Şâfi’î gibi büyük müctehidler, İmâm-ı a’zamı çok övdüler. Başkalarının lehde ve aleyhde konuşmalarının hiç kıymeti yokdur. Çünki, Mâlikî ve Hanbelî ve Şâfi’î mezhebinde olanların, mezheblerinin İmâmının medh etdiklerini sevmeleri ve övmeleri lâzımdır. Sevmezlerse, kendi mezheblerine uymamış olurlar. Mezheb taklîd edenin, mezhebinin imâmına uyarak, İmâm-ı a’zamı medh etmesi vâcibdir. Birgün, İmâm-ı a’zamın hayâtını yazıyordum. Yanıma bir adam geldi. Bir yazı gösterdi. İmâm-ı a’zama dil uzatmakda idi. Bunu, İmâmın ictihâdlarını anlıyamıyan biri yazmış dedim. Bunları Fahreddîn-i Râzînin kitâbından aldığını söyledi. Fahreddîn-i Râzî, (vefâtı 606 [m. 1209]), imâm-ı a’zam Ebû Hanîfenin yanında bir talebe gibidir. Yâhud, bir sultân yanındaki köylü gibidir. Yâhud, güneşli havadaki, görünmiyen yıldız gibidir. Köylünün, delîlsiz olarak sultânı kötülemesi harâm olduğu gibi, bizim gibi mukallidlerin, te’vîl istemiyen açık bir nass olmaksızın, mezheb imâmının ictihâdına karşı çıkması, imâm için, derme çatma şeyler söylemesi de harâmdır dedim. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfenin ictihâd ederek söylediği ahkâmdan birini anlıyamıyan bir mukallidin, bunun hilâfı zâhir olmadıkça bununla amel etmesi vâcibdir.
Ebû Mutî’ diyor ki, Küfe câmi’inde İmâm-ı a’zamın yanında idim. Süfyân-ı Sevrî ve imâm-ı Mükâtil ve Hammâd bin Seleme ve imâm-ı Ca’fer Sâdık ve başka âlimler “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în“ geldiler. Din işlerinde çok kıyâs yapdığını işitdik. Bu, senin için pek zararlı olur. Çünki, ilk kıyâs yapan İblîs idi dediler. İmâm-ı Ebû Hanîfe, sabâhdan Cum’a nemâzına kadar bunlara cevâb verdi. Mezhebini açıkladı. Önce Kur’ân-ı kerîmde arıyorum. Bulamazsam, hadîs-i şerîflerde arıyorum. Yine bulamazsam, Eshâb-ı kirâmın icmâ’larına bakıyorum. Burada da bulamazsam, ihtilâf etdiklerinden birini tercîh ediyorum. Bunu da bulamazsam, kıyâs yapıyorum dedi. Misâller gösterdi. Hepsi kalkıp, İmâmın elini öpdü. Sen âlimlerin efendisisin. Bizi afv et! Bilmeden seni üzdük dediler. Allahü teâlâ, beni de, sizi de afv buyursun dedi.
Ey kardeşim! İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfeye ve Onun mezhebini taklîd eden fıkh âlimlerine “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” dil uzatmakdan kendini koru! Câhillerin sözlerine ve yazılarına aldanma! O yüce imâmın ahvâlini, zühdünü, vera’ını ve ibâdetlerdeki ihtiyâtını, titizliğini bilmiyen dinde reformculara uyarak, onun delîlleri za’îfdir dersen, kıyâmetde onlar gibi felâkete sürüklenirsin. Sen de, benim gibi, Hanefî mezhebinin delîllerini incelersen, dört mezhebin de sahîh olduğunu anlarsın! Mezheblerin doğru olduğunu öğle güneşini görür gibi, açık olarak anlamak istersen, Ehlullah yoluna sarıl! Tesavvuf yolunda ilerliyerek, ilminin ve amelinin ihlâslı olmasına çalış! O zemân, islâmiyyet bilgilerinin kaynağını görürsün. Dört mezhebin de, fıkh bilgilerini bu kaynakdan alıp yaydıklarını, bu mezheblerin hiçbirinde, islâmiyyet dışında hiçbir hükm bulunmadığını anlarsın. Mezheb imâmlarına ve onları taklîd eden âlimlere karşı edebli, terbiyeli davrananlara müjdeler olsun! Allahü teâlâ, onları kullarına se’âdet yolunu göstermek için rehber, imâm eyledi. Onlar insanlara Allahü teâlânın büyük ihsânıdır. Cennete giden yolun öncüleridirler. Abdülvehhâb-ı Şa’rânînin (Mîzân-ül kübrâ) kitâbının önsözünden terceme temâm oldu.
TENBÎH: Abdülvehhâb-i Şa’rânî “rahmetullahi teâlâ aleyh” Şâfi’îdir. Fahreddîn-i Râzî de Şâfi’î mezhebindedir. İmâm-ı a’zama dil uzatdığı için kendi mezhebindeki Râzîyi nasıl aybladığı yukarı da görülmekdedir. Hanefîlerle Şâfi’îler döğüşerek islâmiyyetin gerilemesine sebeb oldular sözü ile müslimânları aldatmağa çalışan dinde reformcuların, yukarıdaki satırları iyi okuyarak, gafletden uyanmalarını dileriz.]
494 [m. 1101] de vefât etmiş olan Ebû Sa’d Muhammed Hârezmî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfenin kabri üzerine bir türbe ile yanında bir medrese yapdırdı. Kendisi, Sultân Melikşâh-i Selçûkînin vezîrlerinden olup, Merv şehrinde de büyük bir medrese yapdırmışdır.
2 — İmâm-ı Mâlik bin Enes bin Mâlik bin Ebî Âmir Esbahî
90 [m. 708] senesinde, Medînede tevellüd ve 179 [m. 795] da, orada vefât etdi. Yetmiş imâm şehâdet etmedikçe fetvâ vermeğe başlamadım buyurdu. Hocalarımdan pek az kimse vardır ki, benden fetvâ almamış olsun derdi. İmâm-ı Yâfi’î buyuruyor ki, imâmın bu sözü öğünmek için değildir. Allahü teâlânın ni’metini bildirmek içindir. Zerkânî (Muvattâ) kitâbını şerh ederken diyor ki, (İmâm-ı Mâlik, meşhûr mezheb imâmıdır. Yükseklerin yükseğidir. Aklı kâmil, fadlı âşikârdır. Resûlullahın hadîs-i şerîflerinin vârisidir. Allahın kullarına, Onun dînini yaydı. Dokuzyüz âlimle sohbet ve istifâde etdi. Kendisi yüzbin hadîs yazdı. Onyedi yaşında ders vermeğe başladı. Dersinde bulunanlar, hocalarının derslerinde bulunanlardan çok idi. Hadîs ve fıkh öğrenmek için, kapısına toplanırlardı. Kapıcı tutmak zorunda kaldı. Önce talebesine, sonra halkdan herkese izn verilir, içeri girerlerdi. Halâya üç günde bir giderdi. Halâda çok bulunmakdan hayâ ediyorum derdi. (Muvattâ) kitâbını yazınca, kendi ihlâsından şübhe etdi. Kitâbı suya koydu. Eğer ıslanırsa, bu kitâb bana lâzım değildir dedi. Hiçbir yeri ıslanmadı). Abdürrahmân bin Enes, hadîs ilminde, şimdi yeryüzünde Mâlikden dahâ emîn kimse yokdur. Ondan dahâ akllı bir şahs görmedim. Süfyân-ı Sevrî, hadîsde imâmdır. Fekat, sünnetde imâm değildir. Evzâ’î, sünnetde imâmdır. Fekat, hadîsde imâm değildir. İmâm-ı Mâlik, hadîsde de, sünnetde de imâmdır derdi. Yahyâ bin Sa’îd, imâm-ı Mâlik, Allahü teâlânın kullarına yeryüzünde huccetidir, derdi “rahime-hümallahü teâlâ”. İmâm-ı Şâfi’î, (hadîs okunan yerde, Mâlik, gökdeki yıldız gibidir. İlmi ezberlemekde, anlamakda ve korumakda, hiç kimse, Mâlik gibi olamadı. Allah ilminde bana Mâlik kadar kimse emîn değildir. Allahü teâlâ ile aramda huccet, imâm-ı Mâlikdir. Mâlik ile Süfyân bin Uyeyne olmasalardı, Hicâzda ilm kalmazdı) derdi. Abdüllah, babası Ahmed bin Hanbele sordu: Zehrînin talebeleri arasında en kuvvetli hangisidir? Mâlik, her ilmde dahâ kuvvetlidir buyurdu. İbni Veheb diyor ki, Mâlik ve Leys olmasalardı, hepimiz sapıtırdık. Evzâ’î, imâm-ı Mâlikin ismini işitince, o, âlimlerin âlimi, Medînenin en büyük âlimi ve Haremeynin müftîsidir derdi. Süfyân bin Uyeyne imâm-ı Mâlikin vefâtını işitince, yeryüzünde bir benzeri kalmadı. Dünyânın imâmı idi. Hicâzın âlimi idi. Zemânının hucceti idi. Ümmet-i Muhammedin güneşi idi. Onun yolunda bulunalım dedi. Ahmed ibni Hanbel, imâm-ı Mâlikin, Süfyân-ı Sevrîden, Leysden, Hammâddan ve Evzâ’îden üstün olduğunu söylerdi. Süfyân bin Uyeyne diyor ki, (İnsanlar sıkışacak, Medinedeki alimden ustun birini bulamıyacaklar) hadîs-i şerîfi, imâm-ı Mâliki haber veriyor. İmâm-ı Mâlik diyor ki, her gece Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” görüyorum. Mus’ab diyor ki, babamdan işitdim: Mâlik ile Mescid-i Nebevîde idik. Biri gelip, Ebû Abdüllah Mâlik hanginizdir dedi. Gösterdik. Yanına gidip selâm verdi. Boynuna sarılıp, alnından öpdü. Rü’yâda Resûlullahı “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” gördüm. Mâliki çağır buyurdu. Sen geldin. Titriyordun. Râhat ol yâ Ebâ Abdüllah! Otur, göğsünü aç buyurdu. Açınca her yere güzel kokular yayıldı dedi. İmâm-ı Mâlik ağladı ve rü’yânın ta’bîri ilmdir dedi.
3 — İmâm-ı Şâfi’î “rahmetullahi aleyh”
İsmi Muhammed bin İdrîs bin Abbâs bin Osmân bin Şâfi’ olup, sekizinci babası Hâşim bin Muttalib bin Abd-i Menâfdır. Resûlullahın dedelerinden olan Hâşim, bu Hâşimin amcasıdır. Beşinci babası Sâib, Bedr gazâsında düşman ordusunda idi. Sonra oğlu Şâfi’ ile Sahâbî oldular. Bunun için Şâfi’î denildi. Annesi, Hazret-i Hasen soyundan olup şerîfedir. İmâm-ı Şâfi’î, 150 [m. 767] senesinde Gazzede tevellüd ve 204 [m. 820] de Mısrda vefât etdi. İki yaşında iken Mekke-i Mükerremeye götürülerek orada küçük iken Kur’ân-ı kerîmi ve on yaşında iken, imâm-ı Mâlikin (Muvattâ) hadîs kitâbını ezberledi. Onbeş yaşında, fetvâ vermeğe başladı. O sene, Medîne-i Münevvereye giderek, imâm-ı Mâlikden ilm ve feyz aldı. 185 senesinde Bağdâda geldi. İki sene sonra, hac için Mekkeye ve 198 de Bağdâda, 199 da Mısra gelip yerleşdi. Vefâtından uzun zemân sonra Bağdâda götürülmek istendi. Kabri kazılırken misk kokusu yayıldı. Bulunanlar serhoş oldular. Kazmakdan vaz geçdiler. İlm, amel, zühd, ma’rifet, zekâ, hâfıza ve neseb bakımlarından zemânındaki imâmların en üstünü idi. Önce olanların çoğunun da üstünde idi. Mezhebi her yere yayıldı. Haremeyn ve Erd-ı Mukaddes [ya’nî Filistin] temâmen Şâfi’î oldu. (Kureyş alimi yeryüzünü ilm ile doldurur) hadîs-i şerîfi, imâm-ı Şâfi’îde zuhûr eyledi. Abdüllah, babası Ahmed bin Hanbelin imâm-ı Şafi’îye çok düâ etdiğini görüp sebebini sordukda: Oğlum! İmâm-ı Şâfi’înin insanlar arasındaki yeri, gökdeki güneş gibidir. O, rûhların şifâsıdır dedi. O zemânki (Muvattâ) kitâbında önce dokuzbinbeşyüz hadîs vardı. Sonra kısaltıp şimdi elde bulunan yapıldı. Bunda binyediyüz kadar hadîs vardır. (Nasır-üs-sünne) [dînin yardımcısı] lakabını aldı. Dört sene gibi kısa bir zemânda yeni bir mezheb getirmesi, bir hârika oldu. Hâl tercemesini ve üstünlüğünü bildiren kırkdan fazla kitâb yazılmışdır.
4 — İmâm-ı Ahmed bin Hanbel Şeybânî Merûzî
164 [m. 780] senesinde Bağdâdda tevellüd ve 241 [m. 855] de orada vefât etdi. Hadîs ve fıkh ilmlerinde imâm idi. Sünnetin inceliklerinde ve hakîkatinde de mâhir idi. Zühd ve vera’ ile meşhûr idi. Hadîs-i şerîf toplamak için, Kûfeye, Basraya, Mekke-i mükerremeye, Medîne-i münevvereye, Yemene, Şâma ve Elcezîreye gitdi. İmâm-ı Şâfi’îden fıkh öğrendi. O da, bundan hadîs aldı. İbrâhîm-i Harbî diyor ki, Ahmed ibni Hanbeli gördüm. Allahü teâlâ her ilmi ona vermişdi. Kuteybe bin Sa’îd diyor ki, imâm-ı Ahmed; Sevrî ve Evzâ’î ve Mâlik ve Leys bin Sa’d zemânlarında bulunsaydı, hepsinden ileride olurdu. Bir milyon hadîs-i şerîf ezberledi. İmâm-ı Şâfi’î Mısrdan mektûb gönderdi. Okuyunca ağladı. Sebebi sorulunca rü’yâda Resûlullahı görmüş. Ebû Abdüllah Ahmed bin Hanbele mektûb ile benden selâm yaz ve de ki, Kur’ân-ı kerîmin mahlûk olduğu kendisinden sorulacak. Cevâb vermesin buyurmuş, dedi. Cenâzesinde sekizyüzbin erkek ve altmışbin kadın bulundu. Vefât etdiği gün, yirmibin yehûdî ve nasrânî ve mecûsî müslimân oldu.
Ehl-i sünnetin bu dört imâmı, hadîs-i şerîf ile medh olunan, ikinci asrın en iyileridir. Dördü de, (İhsanda onlara (ya’nî Eshâb-ı kirâma) tabi’ olanlardan Allahu teala razıdır) âyet-i kerîmesine dâhildir. Bir kimse, bu büyüklere tâbi’ olmayıp, zemânların en kötüsünde, câhil ve alçak insanlar arasında bulunan birisine uyarsa, bunun aklı olmadığı anlaşılır. Allahü teâlâ, (Ulul-emre ita’at ediniz!) buyurdu. Ülül-emr, âlimlerdir. Yâhud âlimlerin fetvâlarını icrâ eden hükûmetlerdir. Her iki tefsîre göre, mezheb imâmlarına uymak vâcib olmakdadır. Fahreddîn-i Râzî kıyâsın delîl olduğunu ve mukallidin, âlimleri taklîd etmesinin vâcib olduğunu, bu âyet-i kerîmeden çıkarmışdır. Mutlak müctehid olmıyan âlimlerin de, âmî ve mukallid olduklarını, üsûl âlimleri sözbirliği ile bildirdiler. Müctehidlerin sözbirliği ile bildirdiklerinden ayrılmanın harâm olduğu, Nisâ sûresinin yüzondördüncü âyetinden anlaşılmakdadır. (Eşedd-ul-cihad)dan terceme temâm oldu.
(İcma’) ve (Kıyas) hakkında (Husami)de geniş bilgi vardır. Hüsâmînin (El-muntehab fi-usul-il-mezheb) ismindeki bu kitâbı, (Hami) denilen ta’lîki ile birlikde, Pâkistânda yeniden basılmışdır. Üsûl âlimlerinden Muhammed bin Muhammed Hüsâmüddîn 644 [m. 1246] senesinde Fergânede vefât etmişdir.
Bu nakaleyi kaydetmek için |
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"