Dağıstanlı meşhur İslâm kahramanı, Ruslara karşı Kafkasya’yı ayağa kaldıran mücâhit, âlim, velî. 1797 senesinde Dağıstan’ın Gimri köyünde dünyâya geldi. Denge âilesi reisi Muhammed’in oğludur. Doğunca, verilen Ali adına, geçirdiği bir hastalıktan sonra Şâmil ismi de eklendi. İlmi ve mücâdelelerde önderliği sebebiyle İmâm-ı Şâmil ve Şeyh Şâmil namlarıyla meşhûr oldu.
Şeyh Şâmil, otuz yaşına kadar tefsir, hadis, fıkıh, edebiyât, târih, sarf, nahv ve fen bilgilerini öğrendi. Saîd Herekânî’den zâhirî, Cemâleddîn Kumukî’den bâtınî ilimleri öğrendi. İlim tahsili için gittiği Irak’ta Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleriyle görüşerek onun yüksek yoluna tâbi oldu. Memleketine dönüşünde; çocukluk arkadaşı Gâzi Muhammed’in işgalci Ruslara karşı başlattığı mücâdeleye iştirak etti. Gâzi Muhammed, 1832’de Ruslar tarafından öldürüldü. Onun yerine geçen Hamza Beyin de, 1834’te öldürülmesi üzerine Dağıstan mücâhidleri, Şeyh Şâmil’i imâm seçtiler. 39 yaşında imâm seçilen Şeyh Şâmil, mücâhidleri yeniden teşkilâtlandırdı. İki metreyi aşan boyu, atletik yapısı, metâneti, ilmî kudreti, hitâbeti ve sarsılmaz îmânıyla kendisine tâbi olanların emniyetini kazandı. Bölük-pörçük gruplar hâlinde olan bölge halkını etrâfında topladı. Ruslara karşı tam bir birlik meydana getirdi. Teşkilâtlandırdığı mücâhidler, Rus birliklerinin korkulu rüyâsı oldu. Şeyh Şâmil’in basit silâhlarla yaptığı mücâdelelere Ruslar, kalabalık birlikler ve ağır silâhlarla cevap verdiler. 1834’ten 1859 yılına kadar Kafkasya, Rus zulmüne karşı Şeyh Şâmil’in önderliğinde direndi. Kafkasya’daki şanlı direniş bütün dünyâda duyuldu. Halîfe-i müslimîn Abdülmecîd Han tarafından desteklendi. Ancak şartların müsâit olmaması sebebiyle istenilen ölçüde yardım yapılamadı. Buna rağmen, Kafkas mücâhitleri zafer üstüne zaferler kazandılar.
İmâm-ı Şâmil, kendisine tâbi olan bölgelerde naiblikler ve beş naiblikten bir vilâyet kurdu. Her vilâyetin başına da din ve dünyâ işlerini idâre eden bir kumandan tâyin etti. Naibler, vergi ve asker toplamak, kâdılık yapmak ve İslâmiyete uyulmasını temin etmekle vazîfeliydiler. Her avulda bir kâdı vazîfeliydi. Kâdı; asâyişi muhâfaza eder, olup-bitenleri naibe bildirir, naib de kumandan ve bilhassa Şeyh Şâmil’den gelen emirleri avulda îlân ederdi. Her naib üç yüz atlı savaşçı hazırlamak, iâşe ve ibâte etmekle mükellefti. Köyde on evden bir savaşçı alınır ve bunun mensup olduğu âile bütün vergilerden muaf tutulurdu. Bu savaşçıların sayısı 1843’te beş bin kişiyi buldu. Ayrıca, on beş-elli yaş arası erkeklerin hepsi ata binme ve silâh kullanmakta usta olmak zorundaydı. Çünkü bunlar, baskınlarda evlerini bizzat muhâfazayla vazîfeliydiler. Şeyh Şâmil’in etrâfında yaklaşık bin kişiden meydana gelen seçme bir muhâfız birliği vardı. Bunlar, şecâatte ileri ve dinde kuvvetli kimselerdi. Bunların bekârları evlenemez, evli olanlar, vazîfeleri süresince âileleriyle görüşemezlerdi. Bunlar, İslâmiyete uymakta ve sıkıntılara katlanmakta herkese örnek olmak durumundaydılar. Vazîfeleri İslâmiyetin yayılmasıydı. Şeyh Şâmil’in emirlerine kayıtsız şartsız itaat ederlerdi. Ganîmetten belirli bir pay alırlar, gittikleri avullar kendilerine ikrâm edebilmekle şeref duyarlardı. Bu insanlar arasından Ruslar, mücâdelenin başından sonuna kadar bir tek hâin bulamadılar. Hepsi ölümü Cennet’e ulaştıracak bir köprü olarak gördüler. Kuzu postundan yapılmış kalpaklarının ön tarafına yerleştirilen dört köşe kül rengi bir bez parçası onları tanıtmaya yeterdi. Kalpaklarının üzerine yeşil bir sarık sararlardı. Askerler sarı, subaylar siyah çerkes kıyâfeti giyerlerdi.
Şeyh Şâmil, silâhlarını Osmanlılardan ve kısmen de İran’dan temin ediyordu. Fakat kendilerinin de, Kubaçi’de kayalıklar arasına yerleştirilmiş çok eski ve büyük bir silâh îmâlâthâneleri vardı. Devletin gelirlerini ise, avullardan alınan öşür ve Ruslardan alınan ganîmetler teşkil ediyordu.
Şeyh Şâmil, bir taraftan Ruslara karşı silâhla mücâdele ederken, diğer taraftan Kafkas gençlerini din bilgilerini öğrenmeleri için teşvik etti. Din bilgisi olmayan câhillerin Ruslara aldanacağını, vatanını koruyamayacağını, böylece hem dünyâda esâret altında kalacağını, hem de âhirette acı azaplara düşeceğini anlattı. Kişide îmânın alâmeti; “Hubb-i fillah ve Buğd-i fillah (Allahü teâlânın dostuna dost, düşmanına düşman olmak)tır.” derdi.
Şeyh Şâmil, cihâd hareketinin hızını kesmeden devâmı için kânunlar koydu. Bilhassa Ruslarla anlaşma yapılmasını teklif edenlere şiddetli cezâlar verileceğini bildirdi. Durum böyleyken iki Çeçen’den Rusların Müslüman köylerine yaptığı zulüm ve işkenceleri dinleyen Şeyh Şâmil’in annesi, oğlundan Ruslarla bir anlaşma yapmasını istedi. Bu sözle beyninden vurulmuşa dönen İmâm-ı Şâmil, bir tarafta vatanın selâmeti ve bu uğurda Ruslarla kanının son damlasına kadar mücâdeleye karar vermiş insanlar, bir tarafta da incitilmesi büyük günâhlardan olan ana gibi iki müthiş ateş arasında kaldı. İmâm’ın korktuğu tek şey, Müslümanların kalplerindeki düşmanla mücâdele azminin kaybedilmesi, îmânlarının sarsılmasıydı. Halkın Ruslarla anlaşmaya meyletmeleri demek, esâreti kabul edip, İslâmın emirlerini yapamamak, yasaklarından kaçınamamak, îtikâdlarının bozulması demekti. Din ve vatan için bir değil, binlerce ana, oğul fedâ etmeye hazır olan İmâm, nâibleriyle görüştükten sonra:
“Muhterem anama yüz sopa vurulacaktır.” emrini bildirdi. Omuzları çökmüş, yaptığı hatânın üzüntüsüyle rengi solmuş bir halde oğluna bakan anne ise:
“Oğlum! Allahü teâlânın emrinden kıl ucu kadar ayrılırsan emzirdiğim sütü helâl etmem! Verilecek cezâyı şimdiden kabul ediyor, adâletten zerre kadar şaşmamanı diliyorum.” dedi.
Herkes dehşet içerisinde, gözleri yaşlı bu ananın kaç sopaya dayanabileceğini düşünürken, ünlü Rus generallerine diz çöktürmüş kahraman İmâm’ın, anasının yanına varıp diz çöktüğünü, sonra da ellerine sarılıp öptüğünü gördüler. Anasıyla helâlleşen Şeyh Şâmil, Dargalılara dönerek:
“Anamın bu meselede, merhâmetinin çokluğu sebebiyle başkalarına şefâat etmesinden başka hiçbir hatâsı yoktur. Bu yaptığı hatânın cezâsını da mânevî olarak şu âna kadar çektiği ızdıraplarla ödemiştir. Maddî cezâyı da onun her şeyine vâris olan oğlu çekecektir.” dedi. Herkes yerinde donmuş bir vaziyette beklerken sırtını açtı ve vazîfelilere dönüp:
“Emri yerine getirmekte bir an bile tereddüt edip, elleri titreyenlere yazıklar olsun. Bütün gücünüzle vurmanızı emrediyorum.” dedi.
Her sopada sırtından kanlar fışkıran şanlı mücâhid, yüz sayısı tamamlandığında, Allahü teâlânın, kendisine verdiği sabır ve metânet için şükür secdesine vardı.
Şeyh Şâmil’in Ruslara karşı kazandığı zaferlerin en meşhuru Darga Savaşıdır. Dağıstan’ı çeviren yüz elli bin kişilik Rus ordusu bütün yolları kesti. Şeyh Şâmil’in karargâhına doğru ilerleyen on sekiz bin kişilik Rus öncü birliğinin komutanı Voronzof, büyük zâyiât vererek vardığı Darga’dan 25 Temmuz 1845’te dönüşe geçti. Fakat üç general, yüz doksan beş subay ve üç bin dört yüz otuz üç askeri, yollarda Şeyh Şâmil’in mücâhidleri tarafından telef edildi. Voronzof, Şeyh Şâmil’in yardımcısı olarak gördüğü ormanları yakmaya kalktıysa da başaramadı. 1851’de Şeyh Şamil’in naiblerinden Avar hanı Hacı Murâd, Ruslara iltihak etti. Avarların pekçoğu da hanlarıyla birlikte Ruslara katıldı. Fakat buna rağmen Şeyh Şâmil on dört bin kişilik bir kuvvetle Terek Nehrini geçerek Kabartay’ı işgâl etti. Fakat tutunamadı.
Çar Birinci Nikola, hayranlık duyduğu kahramanlar kahramanı Şâmil ile bizzat görüşme sevdâsına düşerek bu iş için General Von Klugenav’ı görevlendirdi. Çarın sonsuz vaad ve parlak teklifleriyle dolu mektubu okunduktan sonra, Şâmil hızla ayağa kalkıp, “Namazım geçiyor!” diyerek yürüdü ve generale; “Eğer senin yerinde şu anda Nikola olsaydı ona son cevâbı şu kırbacım verirdi!” şeklinde kesin cevâbını verdi.
Daha sonra Kafkas ordularının başkomutanı Rus generali Fèsè ikinci bir teşebbüsle İmâm Şâmil’e başvurduğu zaman ona da:
“Ben, Kafkas Müslümanlarının hürriyete kavuşmaları için silâha sarılan gâzilerin en aşağısı Şâmil, Allahü teâlânın himâyesini Çar’ın efendiliğine fedâ etmemeye yemin eden, özü sözü doğru bir Müslümanım. Çarla görüşmek üzere beni hâlâ Tiflis’e çağırıp duruyorsunuz. Bu dâvete icâbet etmeyeceğimi bildiriyorum. Bu yüzden fâni vücûdumun parça parça kıyılacağını ve sırtımı verdiğim şu vatan topraklarında taş üstünde taş bırakılmayacağını bilsem, bu kesin kararımı aslâ değiştirmeyeceğim. Savaşacağım...Cevâbım bundan ibârettir. Nikola’ya ve kölelerine böylece mâlûm ola...” dedi.
Kırım Savaşı (1853-1856) yıllarında yapılan plâna göre Şeyh Şâmil, Tiflis üzerine yürüyecek müttefik Türk , Fransız ve İngiliz kuvvetleri Karadeniz’in batısından ve güneyinden Ermenistan üzerine taarruz edecekti. Şeyh Şâmil’e gerekli yardımın yapılamamış olması ve İngiliz ve Fransızların huyları icâbı ihânet etmeleri sebebiyle, Şeyh Şâmil’in Tiflis üzerine başlattığı yürüyüş yarım kaldı. Kırım Savaşı sonrası Rusların yeni çarı Aleksandr, Kafkasya meselesine daha çok eğilmek imkânı buldu. Rus kuvvetleri, Şeyh Şâmil’in Anadolu’dan ve İran’dan gelen silâh ikmâl yollarını kestiler. Dayanma güçleri azalmış bâzı kabîleleri satın almaya muvaffak oldular. İlk önce, iki yıl mukâvemetten sonra Çeçenistan Rusların eline geçti. Bu hâdiseden sonra, birçok küçük cemâatler ayrılarak Şeyh Şâmil’in naiblerini terk ettiler. Dağıstan tamâmen sarıldı. Çarpışa çarpışa Kuzey Dağıstan’ın hâkim mevki Gunib’e ulaştı. Âilesi ve çocukları Gâzi Muhammed ve Muhammed Şefi de kendisine iltihak etti. Dört yüz kişilik mücâhid grubuyla kaleyi müdâfaaya başladıysa da, tam teşkilâtlı on dört Rus taburunun topçu ateşiyle sayıları yüze düşüverdi. Şeyh Şâmil 6 Eylül 1859 günü imzâladığı bir antlaşma netîcesinde iki oğluyla birlikte Ruslara teslim olmak mecbûriyetinde kaldı.
Şeyh Şâmil’i teslim alan Rusların komutanı Prens Baryantinsky ile yapılan antlaşmaya göre; Şeyh Şâmil maiyetiyle birlikte İstanbul’a gidecek, Dağıstan’ın iç işlerine karışılmayacak, asker toplanmayacaktı. Fakat Prens Baryantinsky, Gâzi Şâmil ile olan anlaşmasına riâyet etmedi ve Şeyh Şâmil’i Petersburg’a götürdü. Çar, kendisine görülmemiş bir karşılama merâsimi yaparak gönlünü almaya çalıştı. Kluga’da on sene ikâmete mecbûr tutuldu (1869).
Çar İkinci Aleksandr, onun şerefine verdiği bir ziyâfette; “Sizi soframızın misâfiri görmekle büyük şeref duymaktayım.” deyince, Şeyh Şâmil; “Asıl ben sizi soframda misâfir etseydim, büyük şeref duyardım.” cevâbını verdi.
Şeyh Şâmil, daha sonra hac için İstanbul ve Mısır üzerinden Hicaz’a gitmek üzere Rusya’yı terk etti. İstanbul’da Abdülazîz Hanın misâfiri oldu. Bütün arzuları yerine getirildi. Mısır’da Hidiv İsmâil Paşanın sarayında bir ay kadar ağırlandı ve bu arada Cezâyir kahramanı Emîr Abdülkâdir’le de görüştü.
1871’de Medîne’de Hakk’ın rahmetine kavuşan Şeyh Şâmil, Cennetü’l-Bakî Kabristanına defnedildi.
Şeyh Şâmil’in oğlu Mirliva Gâzi Muhammed Şâmil Paşa, Osmanlı hizmetine girdi. Doksanüç (1877-78) Harbinde Kafkasya cephesinde süvâri tugayına kumanda etti. Şeyh Şâmil’in torunlarından Saîd Şâmil, Medîne’de yaşarken sonradan İstanbul’a geldi. 1980’lerde İstanbul’da vefât etti.
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"