Vefatından sadece 15 dakika evvel, Şah-ı Nakşibend Hazretlerinin talebelerinden Danişmend Hazretlerini ziyaret ediyor.. Kıbrıslı Mustafa çok gezer, her gittiği yerde sıcak dostluklar kurar. Gençle genç olur, çocukla çocuk, hem öğretir hem güldürür, etrafına neşe saçardı... Radyocu, gazeteci, sunucu, şair, hatip, muallim, müellif, vakıf gönüllüsü, seyyah, direnişçi, savaş gazisi.. Üstelik hem aşçıydı, hem gurme idi rahmetli...
Taner Kervancıoğlu... 1944 Lefkoşe doğumlu... Kıbrıs'ı fetheden ordunun müftüsü Seyyid Mehmed Efendinin torunu. Tedrisata tarihî Haydarpaşa mektebinde başlıyor. Okuma yazmayı sökünce dedelerinin vakfettiği medresenin müdavimi oluyor. Bu ilim yuvasının kütüphanesi zengin mi zengin... Artık vakti sayfalar arasında geçiyor. Asrı saadet yıllarını okudukça yüzü suyu hürmetine kâinatın yaratıldığı Servere "Sallallahü aleyhi ve sellem" olan muhabbeti artıyor. Babasının adı Mustafa, dedesinin adı da Mustafa... 'Bundan böyle benim adım da Mustafa olsun' diyor. Kayıtlar değişmiyor ama dostlar arasında adı Kıbrıslı Mustafa kalıyor. Orta tahsilini konsolosluk bursu ile Antalya'da yapıyor. O yıllarda iki kişinin tesirinde kalıyor. Bunlardan biri edebiyat muallimi Arif Nihat Asya... Ki sanırım şairliği oradan geliyor. Diğeri ise Mustafa Orhan isimli bir Türk subayı. Mustafa yüzbaşı aydınlık simalı, güleç yüzlü, çakı gibi bir zabit. Salih bir Müslüman. Kıbrıs gibi bir sayfiye muhitinde sünneti seniyye üzere yaşamaya gayret ediyor. Sözü sık sık Kuleli yıllarına getiriyor, kimya hocası Hüseyin Hilmi Bey'den bahsederken gözleri doluyor.
MÜCAHİT
Mustafa Ağabey Liseyi Kıbrıs'ta bitiriyor ve İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesine giriyor. Ancak yavru vatandan da kopmuyor. Devir Papaz Makarios devri, o yıllarda Rum tedhiş örgütleri Yahudilerin Gazze'de yaptıklarını yapıyor. Kıbrıslı Mustafa TMT (Türk Mukavemet Teşkilatı) içinde yer alıyor. Erenköy bölgesindeki direnişi örgütlüyor. Peki Mustafa Orhan? O, Larnaka'da Hala Sultan türbesini müdafaa ederken şehit oluyor. Saadete bakın ki son nefesini Ümm-ü Hiram Hatun'un (radıyallahu anha) eşiğinde veriyor. Ortalık durulunca Kıbrıslı Mustafa tekrar İstanbul'a dönüyor. Bu kez hekimlik değil öğretmenlik hevesi ağır basıyor ve Fen Fakültesinden mezun oluyor. Kıbrıslı Mustafa Ağabeyi 60'lı yıllardan hatırlarım, Üsküdar'dan... Sağ olsun kapımızı sıkça çalar, evimize neşe saçardı. Sonra tayin olduk yollar ve yıllar girdi araya. Dilerseniz onu yakından tanıyanlara bırakalım sözü.
Mesela Lütfü Kasranoğlu'na: Delikanlılık yıllarımızda bir arkadaş gurubuyla takılıyor, lak lak edip duruyoruz. Babam o gün Hakikat Kitabevi'nden Mustafa ağabeyi almış getirmiş. Tanıştırdı. Bir teşehhüt miktarı oturmadan kanımız kaynadı. "Toplantılarımıza katılır mısınız?" dedik kırmadı. Dile kolay tam 25 yıl nazımızı çekti, sıkıntılarımıza katlandı. Mustafa Abi kendini setr ederdi. Büyüklüğü de oradan geliyor zaten. Dışarıdan baksan ona buna yemek tarifleri yapan şişman bir adam. Neşelidir, güler, güldürür, şen şakrak kahkahalar atar, ancak manevi değerlere ufaktan dokunuldu mu tanıyamazsınız. Bir celallenir, binayı inletir adeta. Onca insan gelir gider, istişare eder, kimsenin sırrı sızmaz dışarıya. Baktı söz dedikoduya akacak, mevzuyu değiştiriverir başka bir laf atar ortaya.
ÇORBASIZ OLMAZ
Kırkını geçenlerle uğraşmaz, bütün mesaisini gençlere harcar. İnsana çok ehemmiyet verir. "Biri yakalayın" der, "Allahü teâlâ bir, Resulullah bir. Bir insan az değil!" Sabırlıdır, kimseyle takışmaz; sapıklar, sahtekârlar hakkında da atıp tutmaz. Uzun uzun İslam alimlerinin büyüklüğünü anlatır. Muhatapları farkı fark eder, mesajı alırlar. Veliyullaha karşı hudutsuz bir muhabbet besler, onlara toz kondurmaz. Hanımın dayısı kanserdi. Ağırlaştı.. Birlikte gittik başına. Uzun uzun okudu, sonra Allahü tealanın izni ve keremi ile Abdülkadir Geylani hazretlerini çağırdı imdada. Nasıl bir ruhaniyet şaşarsın, sanki yanımızdalar. O ıstıraplı adamın yüzü gülmeye başladı. Gözünü huzur içinde kapadı ayan beyan. İmam-ı Rabbani hazretlerinin Mektubat'ını biz de okuruz ama o başka okur. Sanki Serhend meltemleri eser mekânda. Adamına çok sahip çıkar. Dostuna sataşanın gözünü oyar. Karadenizliyim ya! Zaman zaman "saat 12'yi geçti, kafan çalışmaz" diye takılırlar. Ben güler geçerim ama o bir mim koyar. O lafı sahibine mutlaka yedirir, mızrağı sallar sallar 12'den çakar. Bir keresinde Mustafa Örnek ağabeyin evindeyiz. Sağolsun hanımı hazırlık yapmış gitmiş komşuya . Evde elli kişi varız belki. Sordu "Çorba da var mı?" "Börek var, çörek var, meyve, çay hepsi tamam... Ama çorba ııh? Hem kimin aklına gelir ki?"
- Kalk Lütfü çorba yap! Geçtim ocak başına. Yok şöyle çevir, su kat, tuz at, salça sal... Bir taraftan sohbet devam ediyor. Sırrı, Mehmet Polat abi çözdü geçenlerde, "O gün üzerimde nasıl kırgınlık vardı anlatamam" dedi, "Ah şöyle sıcak bir çorba olacak ki diye diye çaldım kapıyı, baktım senin elinde kepçe, tencere tıkırdamakta... Tadına vara vara içtim damarlarım açıldı adeta!" Durduk yerde helva yaptırası tutar. Bir taraftan tarif verir, sen fıstık ara, sen şerbet hazırla... Bayram değil seyran değil. İçimizden birinin canı çekti mutlaka...
SÖZ USTASI
Yalnız Anadolu'da değil Orta Asya ve Balkanlarda gitmediği görmediği köşe yoktur. Bir vilayetin örfü, ananesi, el sanatları, mutfak kültürü, tarihi ve mimarisi üzerinde konuşmaya başladı mı doyamazsın, ağzından bal damlar. Bir gün çevre yolunda ilerliyoruz adım adım ama. Patavatsız bir trafik polisi laf attı "ver ver o kiloları!" "Maşallah kabiliyetinize hayranım beyefendi" dedi, "Hem trafiği idare ediyorsunuz, hem telsiz dinliyorsunuz hem de araçların içindeki insanların sıhhatini düşünüyorsunuz. Maşallah!" Kendisi öyledir halbuki. Üç işi birden idare eder, dikkati dağılmaz. Pastacı Kazım Seki, "Bana bir pasta tarifi yaptı, inan utandım" demişti, "O ne dikkat, o ne püf noktalar?" Bak ben Karadenizliyim Karadeniz'i onun kadar tanımam. Zekiydi, gayretliydi, neşeliydi.. "En"lerin insanıydı rahmetli... Parayı necaset gibi tutar, anında hayra harcar. Garipler gözetir kollar, baş köşeleri ayırır onlara. Bazen sohbet düzenlenir, bakarsın 3 - 4 kişi gelmiş ancak. Belli ki bir problem var. Belki de evin hanımı hoşlanmıyor. Kimseye yük olmak istemez, öyle ya hizmet gönül işi, zorlamakla olmaz.
HAZA DOST
Arkadaşlarını arkada taşımaz! Daima önde tutar, beraber yürür ve alır ortaya atar. Soru soranı sever lakin "sualiniz değerli olsun" der, "laf olsun diye parmak kaldırma!" Serte sert davranır, halime halim. Kime nasıl gerekiyorsa. Vefalıdır da. Bir lokmanızı yedi, 40 yıl geçse unutmaz. Arkadaşlarla firma kurduk, Mustafa Abi bizden fazla heyecanlandı. Gıyabımızda hatimler indiriyor, adaklar adıyor. Davet ettik geldi, göz yaşı ile açtı ellerini "Malınız kadar zekatınız olsun inşallah!" Olur mu olur. Allahın hazinesinde çoook. Silahtan çıkan mermiyi çevirir dua. Bana iki kutu yaptır diye nasihat etmişti. Birini evin kapısına koy, birini işyerine as. Evden çıkarken sadaka vermeyi unuttun mu? Gel iş yerinde at. Bir gün biri bir şey istedi, git kutuyu aç. Mustafa Abi kibrit gibi parlayanlardan hoşlanmaz. Az yap, sürekli yap. İslamiyeti anlatmak herkesin harcı değil ama herkes bir kitap hediye edebilir pekala... Bir gün kucak kucak dağıttın, git beş sene yat. Yok öyle, arabanda çantanda devamlı bulunsun, ehlini buldukça uzat. Her şeyden önce kendi evladınla uğraş, al onları karşına, bir şeyler anlat. Gençleri eylemesi zordur, nasihat dinlemek dünyanın en zor işi, kızmak yasak, önce sevdirmeye bak.
ECELİ Mİ ÇEKTİ?
Türk dünyası böyle bir abi görmedi. Ne kadar seveni varmış meğer. Gidince anladım, bir efsaneymiş Orta Asya'da. Türkmen, Kazak, Özbek, Çerkez, Kürt, Boşnak, Arnavut, Gürcü, Laz.... Çocukla çocuk olur, hepsine ağabeylik yapar. Son Türkmenistan ziyaretini çok arzulamıştı, vize işi sarpa sarınca vazgeçer sandık ama tam 2.5 ay uğraştı, evrakı tamamladı. Onca yıl sonra gitti fakülteden diploma suretlerini çıkardı. Halbuki 63 yaşındaydı... Hoşlandığı işler de değil, bir şeyler olacak ama... Türkmenistan dediğin bildiğin çöl. Çok keyifli yerler değil, hani görülecek daha cazip yerler var. O gün Yusuf-i Hemadani hazretlerinin kabri başında muhteşem bir sohbet yapıyor. Halk bazı şeyleri yeni yeni öğreniyor. Bölgede İran ve Suudilerin ciddi propagandaları var, Türkler ortada görünmüyorlar. Kafalarda sorular, insanlar danışacak "aksakal" arıyor. Oradan karayolu ile İran'a geçiyor. Vefatından onbeş dakika evvel Kümbet-i Kavus denilen yerde Şah-ı Nakşibend'in (Kuddise sirruh) talebesi Danışmend hazretlerini ziyaret ediyor. Bistam ve Harkan'a gitmek üzere yola çıkıyor.... Bir trafik kazası... Ve son nefesini veriyor. Cenazeyi almaya gittik. İran'da bayağı fark edilmiş. Kim bu adam? Nasıl böyle kalabalık topluyor? Bizi de hayli sorguladılar. Telefonu bana yadigar kaldı, masamın üstünde tutuyorum. Sanki gelip kullanacakmış gibi şarj ediyorum. Bazen arayanlar oluyor, 'öldü' demeye dilim varmıyor. Kıbrıslı Mustafa Ağabeyin gazetemizin dağıttığı Rehber Ansiklopedisi'nin hazırlanmasında hayli emekleri vardı...
HİZMET EDENE HİZMET EDİLİR...
1967'de tanışmıştık... İlim Yayma Cemiyeti, Çarşıkapı Yurdunda. Karakaşlı karagözlü bir genç. Anlatıyor da anlatıyor. Zaman zaman kulak kabartıyorum, hoşuma da gidiyor. O sıralar çözemediğim bir sürü mesele var kafamda, bir gün önünü kestim, sualleri sıraladım ard arda. O kadar rahat cevapladı ki anlatamam, sanki kapılar araladı bana. Bir Berat gecesiydi hiç unutmam, "yürü" dedi "gidiyoruz!" Ertesi gün imtihanım var ama ondan öğrenmişim "bir mümin gel dedi mi gidilir, nereye diye sorulmaz!" İyi ki usule uymuşum. O akşam Mekki Efendiyi ziyaret ettik, Aman Ya Rabbi o ne nurlu insan? Nasıl da bilgili, müşfik, mütebessim sonra... Sağolsun Kıbrıslı beni sadece Mekki efendiye götürmekle kalmadı Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin sohbetlerine kavuşmuş kim varsa tanıştırdı. Habil Bey Amca, Berber Enver Amca... Bunların kendilerine has hususiyetleri vardı. Hasip Bey Amcayı gören ehil olmasa da bir Allah dostu ile karşılaştığını anlardı. Ama bana en çok tesir eden Hüseyin Amca oldu. Derin bir insan! Sormadan müşkülünüzü çözer, kalbinizi okur adeta.
MEN HADİME HUDİME...
Eyyûb Camii yakınlarında bir dergah eskisinde meskundu, yaşlı ama çok heybetli. Hüseyin Efendi, Vahdeddin Hanın sultan olduğu yıllarda Kadiri şeyhi imiş, binlerce mürid ağzına bakıyor. Efendi Hazretleri Kaşgari Dergâhına yerleştirilince hoş geldinize gidiyor. Başında ulemaya mahsus kavuk, üzerinde kürklü hırka. Efendi hazretleri onu muhabbetle karşılıyor, yanına oturtuyor. Gelenlere yer gösterildikçe halka kayıyor... Hüseyin Efendi bir anda kendini kapının eşiğinde buluyor. Sanırım bir burukluk yaşıyor. Derken sohbet başlıyor. Ama ne sohbet, hiç duymadığı şeyleri duyuyor. Kalbinde anlatılmaz bir ferahlık, muhabbeti, gayreti katlana katlana artıyor. "Eğer şeyh bunlar ise ben neyim?" diyor ve ani bir kararla evine dönüyor. Kavuğu hırkayı çıkarıp sade kıyafetlere bürünüyor. Gelip Efendi hazretlerinin önünde diz kırıyor. Bilahare talebelerini de kenara çekiyor beni dinlerseniz Abdülhakim Efendi'ye bağlanın diyor, bağlanın ki ahiretiniz de dünyanız da aydınlansın... Hüseyin amca Efendi hazretlerine çok hizmet etmiş, Kıbrıslı Mustafa da Hüseyin amcaya. Ömrünün son yıllarında gerçekten muhtaçtı, her işini Mustafa abi takip etti, evladı gibi baktı ona... Hani "hizmet edene hizmet edilir" derler ya... (Suphi Birpınar)
İrfan Özfatura
Türkiye Gazetesi
22.02.2009
Kaynak
http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/irfan-ozfatura/401626.aspx
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"