Ecdadımızı sevdiren adam: İSMET MİROĞLU
MİRAT-I HAKİKAT
İsmet Hoca'nın kalemi velüd, dili sade, üslubu akıcıydı. Günün hadiselerini tarihçi gözüyle yorumlardı. Türkiye Gazetesindeki "Gerçeklerin Aynasında" (Mirat-ı Hakikat) köşesi unutulmadı.
MÜCADELE ADAMI
Üniversite koridorları, amfiler, kütüphaneler, arşivler, gazeteler, dergiler, radyo tv programları, sohbet turları, Anadolu konferansları... Bir tarihçiden ne isteniyorsa fazlasıyla yaptı... Sık sık soruyorlar "ya sen bu konuları nereden buluyorsun?" Ne bileyim bir anma günü oluyor, ya da elinize bir hatırat geçiyor... Mesela geçen takvime bakıyorum. Bir cümle gözüme çarpıyor: "22 Ekim 97 Prof. İsmet Miroğlu'nun vefatı" Al sana iz bırakan bir isim. Haydi gel de yazma! Karar verdin mi kolay. Akranlarına ahbaplarına bulup, teyp uzatıyorsun oluyor. Prof Dr. Ahmet Şimşirgil'den başlıyorum mesela...
SON OSMANLI
Dostları akranları ona "Son Osmanlı" derlerdi, sanırım bunda uzun boyunun, davudi sesinin ve başına giydiği kalpağın da payı vardı. İsmet Bey mazisi ile barışık insanlar yetiştirmeyi çok arzulardı. Türkiye Gazetesindeki yazılarında hep o çaba vardı. İhlas Holding, Tarih Medeniyet Dergisini de emrine açtı. Bilirsiniz böyle dergilerin tirajı birkaç bini aşmaz ve çabucak kapanırlar. Lâkin Tarih Medeniyet on binlerce aboneye ulaştı. Hocanın vefatından sonra da yıllarca yayında kaldı. Cağaloğlu'ndaki dergi binası tarihçilerin ikinci adresi olmuştu. Fakültelere yakındı, ayak altıydı. Hem çaylar hem sohbetler demleniyordu. İstişareler ediliyor, münazaralar yapılıyordu. Genci yaşlısı mekâna sokuluyor, feyz alıp feyz veriyorlardı. İsmet Hoca'nın keyfi yerindeydi, şu Anadolu çocukları ecdadı anlayacak, kavrayacak, medeniyetimizi yeniden inşaya çalışacaklardı. Hoca tarih dergiciliğinde de ufuklar açtı. Farklı ideolojilerdeki insanlara hitap etmeyi başardı.
BELGE BİLGİ
Osmanlı tarihini "doğru" yazmak isteyenin yolu mutlaka arşive uğramalıydı. Oysa arşiv belgelerinin ancak yüzde 5'i tasnif edilebilmişti, milyonlarca evrak çürüyor göz göre göre heba oluyorlardı. İsmet Hoca'nın içi gidiyordu, bu hazineye sahip çıkalım diye yırtınmaktaydı. Başbakanlık Devlet Arşivlerinde Genel Müdür olunca kolları sıvadı... Yatırımı önce insana yaptı. Edebiyat ve ilahiyat fakültelerinden Osmanlıcaya vakıf çocukları topladı. Yetmedi, İstanbul ve Marmara Üniversitesinden hocalar getirtti, ilave dersler aldırdı. 500 civarında arşiv uzmanı yetiştirdi ki bunlar ülkemize çok şey kazandırdı. Bir kısmı daha sonra akademik çalışmalara katılacak Doktor, Doçent, Profesör olacaklardı... O yıllar memlekette kardeş kavgaları vardı, İsmet Hoca "bana ne" demedi, çarıkları çekip dolaşmaya başladı. Konferansların konusu tarihti ama mevzuyu bir şekilde birliğe beraberliğe kardeşliğe getiriyor, her kesin, her kesimin gönül teline dokunuyordu. Amasya'da "Yavuz Selim" konulu bir panele birlikte katılmıştık. (Ahmet Yılmaz Boyunağa Bey de vardı) Talebeleri gelip etrafını sarınca çok duygulandı "Ya Ahmetciğim" dedi, "hocalığın en güzel tarafı da budur işte. Yetiştirdiğin fidanın meyve verdiğini görürsün. Böyle bir haz var mı?" Bir ara aynı apartmanda oturduk, komşu olduk. Merdivenden inip çıkarken dahi tarihle ilgili bir şeyler anlatır, kapı önlerinde derin mevzulara dalardı. Şunlar şunlar noksan, bunlar bunlar yapılmalı... Dolup dolup taşardı, safi heyecandı... "Ahmetciğim" derdi, "aşksız canı ölü bilmek gerek. Adamda sevda yoksa, at gitsin hiç uğraşma!" Onu üç kelimeyle anlat deseler. Evvela "yiğit" kelimesi geliyor aklıma. Fedakârdı, Anadolu kokardı!
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
KARADENİZLİ
Dergideyiz... Ali Bodur'a sordu "Sen nereliydin evlad?" -Zonguldak! -İyi idare eder, Karadenizli sayılırsın. Masanın üzerinde bir çelik sesi "trak!" Bir baktık tabanca... "Tamam bundan sonra emaneti sen temizleyeceksin. Yağı fırçayı getireyim de, çekmecene at!" Bir gün hoca geldi. "Ne çektik bu sigaradan ya! İliğimizi kurutacak! Eğer, bi daa ağzıma koyarsam..." Aaa ne iyi hoca sigarayı bırakıyor derken, çantasından pipo takımları çıkarmasın mı? Renk renk, çeşit çeşit, değişik çap ve ebadlarda...
ZARAFET DERSLERİ
Lise mezunu bir tıfıldım, hayatı onunla tanıdım... Beni zaten işe o almıştı. Sekreterliğini de yapıyordum ama santralimiz yok daha. Paralel hattan idare ediyoruz, hani ne kadar olursa...
- Enes bana meclisten filanca mebusu bağlar mısın? Arar bulurum "Efendim İsmet Bey görüşmek istiyor."
- Olur, hay hay. Bağırırdım "hocam alabilirsiniz, telefonda!" "Ooolum öyle olmaz" derdi "yavaşça kapa, bir işaret çak tamam!" Bizi evladı gibi sever, nasihat verirdi: Koçum iyi giyinin, hafif kokular sürün, kibar saatler takın, bu devirde itibar libasa... Biliyor musunuz iki amirime dua ederim hâlâ... Biri rahmetli İsmet Hoca, diğeri (Allah uzun ömürler versin)
Murat Başaran... Enes Demiray
ÜSTÜNÜZE AFİYET
İsmet Hoca çok cömertti, yedirmeye içirmeye bayılırdı. Misafirlerini kebap lahmacun söylemeden göndermezdi asla. Tabii git gel işleri içimizde en tıfıla (adı bende kalsın) düşerdi o sıralar. Halbuki delikanlı büyük gazeteci olmaya niyetliydi, önemli haberler yapacak, hükümetleri bile sarsacaktı. Sarsacak ama İsmet Bey kırık dökük işler buyurmasa... Gel de bozulma... Hoca o gün yine dostlarına kıymalı pide ısmarladı, delikanlının canı sıkkın, vitesten attı, atacak. Neler oldu anlayamadık, Hoca ansızın "eve gidiyorum" deyip ayrıldı. Üç gün sonra gelebildi, rengi sapsarı! "Çocuklar üstünüze afiyet ben biraz şey olmuşum da..." Delikanlı ortaya çıktı: "Size bir şey olduğu yok hocam" dedi, "pidenizin üzerine müshil ufaladım!" Donduk kaldık. Mertliğin bu kadarı da fazlaydı... Hoca bi güldü bi güldü, gözlerinden yaş aktı... "Hay Allah senin iyiliğini versin emi!"
Ahmet Koç
TARİH TEKKESİ
Hocanın büyük projeleri vardı. Beykoz'da bir arsa aldı, inşaata başladı. Görünüşte yazlık ama derdi keyif değil, bir nevi tarih tekkesi kuracak. Ünlü tarihçilerle gençleri bir araya getirecek, semaver sohbetleri yaptıracak. En nadide eserleri toplayacak, talebelerine sunacak. Kitaplarını şömineli bir odada hazırlayacak. Eline kalemi aldı mı odunlar çatırdayacak, alevler tavanda oynayacak. Beni de bilirkişi olarak kullanırdı "şurasını nasıl yapsak hocam, burasını nasıl çaksak?" Ev bitti, ömrü de bitti. Oturmak nasip olmadı.
YAVUZ YÜREKLİ
Resmi tarihçilerin anlattıkları çok ağırına gider, padişahlara toz kondurmazdı. Onu dinlerken şaşardım, bilmediğimiz ne de çok şey vardı. Muhabbet azıcık baygınlaştı mı Yavuz'la ilgili bir soru sorardım. Anında gözleri parlar, duvarları yumruklamaya başlardı Yavuz'a ölümüne hayrandı. Öyle ki Yavuzselim semtinde oturacak kadar! Samimi bir Türk milliyetçisi idi ama ırkla kanla işi olmazdı. Kendisi Karadeniz asıllıydı. Bir gün sordum "Lazlar kimdir hocam?" Uzun uzun anlatacağını sandım "Bir Kafkas ırkı" dedi üç kelimeyle kapattı. Onun için asıl unsur İslam'dı.
EHL-İ DUHAN
Sigara içiyorduk, "gel İsmet" dedim "şundan kurtulalım!"
- Nasıl yapacaz hocam?
- Birer pipo alalım. Yolda, belde içemeyiz, o da bir fayda... Ben beceremedim ama o başladı, eline de yakışırdı. Bir eda ile yakar, tadını çıkarırdı.
HAYAT HAYAL
O gün hastaneye birlikte gitmiştik, gripsin dediler, rahatladı. Neden sonra akciğer kanseri olduğu anlaşıldı. Kitle tam da nefes borusunun çatallandığı noktada, alamıyorlar da. Almanya'ya yolladık. Orada da boş durmamış, hasta haliyle Türkleri dolanmış, bir çok dost kazanmış. Pizzacısından mimarına... Rahmetli çocuklarına çok düşkündü, iyi bir babaydı, huzurlu bir evi vardı.
Doç. Dr. Osman Özer
İÇİNE DOĞMUŞ
Ansiklopedileri hazırlarken bize hayli yardımı olmuştu, TGRT FM kurulunca radyo programlarına çıktı. Bana gelir gider "İlhan Abi radyoya müdür olsana" diye sıkıştırırdı. Bizim kültürümüzde "şu işi ben yapayım" yok. Makam istenmez, verilirse de kaçılmaz. Yıllar sonra "sen radyoya" demesinler mi? Gözümün önünde İsmet Miroğlu beliriverdi o an. İsmet Hoca, sultanları "yaşadıkları devir" ile değerlendirirdi. Kanuni büyük bir padişahtı ama mimarı Sinan, şairi Baki, kaptanı Barbaros Hayreddindi... Evet Everest de yüksekti ama etekleri Himalayaların üzerindeydi. Son devir sultanları ise yapayalnızlardı, sözleri dinlenmezdi. Onların Yavuz gibi, Fatih gibi işler başaramamaları kıratlarını düşürmezdi...
İlhan Apak
DEVLETİN HAFIZASI
İnönü CHP'si Osmanlı arşivlerini hurda kâğıt fiyatına Bulgaristan'a satmış, devletimizi zihinsiz bırakmıştı... Halbuki İsmet Hoca, Devlet Arşivlerinin NATO'dan daha önemli bir müessese olduğu iddiasındaydı. Evrakın ehemmiyetini bizzat devlet başkanlarına anlattı...
İÇİMİZDEN BİRİYDİ...
İsmet Miroğlu gençle genç, yaşlıyla yaşlı olur, etrafındakilerle çabucak kaynaşırdı. Safkan Karadenizliydi ama Dadaş Gaggoş muhabbetlerine de bayılırdı. Rahmetli hem ilmi değeri olan akademik eserler hazırladı, hem de halk tarzı tarihçilik yaptı, bildiklerini Anadolu insanı ile paylaştı.
DERSİMİZ TARİH
Bayburt'un Kalecik köyünde dünyaya geldi (1944), ilkokulu Kalecik'te, ortaokulu Bayburt'ta, liseyi Erzincan'da bitirdi. İ.Ü. Edebiyat Fakültesinden mezun olduktan sonra, Yeniçağ Tarihi kürsüsüne asistan tayin edildi. "16. Yüzyılda Bayburt Sancağı" adlı teziyle "doktor" unvanını kazandı (1974). Akabinde Fransa, Almanya ve Hollanda'da mesleki araştırmalar yaptı. "13. Yüzyılda Kemah Sancağı" mevzuundaki tezi ile doçent oldu (1981) 1987 yılında Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğüne çeki düzen verdi. Yıllarca ihmal edilmiş evrakları tasnif ettirdi, genç arşivciler yetiştirdi. Bilahare üniversitedeki görevine dönen Prof. Dr. İsmet Miroğlu, 1991'de Yeniçağ Tarihi Anabilim Dalı Başkanlığına getirildi. Derdi ki...
* Aile olmadan millet, millet olmadan devlet olmaz. Devleti milleti düşünen aileye sahip çıkmalı.
* Arşimed "uygun bir kaldıraç verin dünyayı oynatayım" demiş, siz bana uygun bir medya verin istediğiniz ülkeyi dağıtayım.
* Hristiyanlar; Kızılderilileri, Afrikalıları, Mayaları, İnkaları, Aztekleri kırdılar, Endülüslü Müslümanlara kıydılar. Katliam şekil değiştirerek devam ediyor. Şimdi dilleri, kültürleri, milli ekonomileri tahrip ediyorlar.
* 16 Türk Devletinden hiçbiri düşman taarruzu ile yıkılmadı. Bölündüler, parçalandılar, iç çatışmalarla yok oldular...
* Agop Dilaçar'lar, Nurullah Ataç'lar uydurdukları kelimelerle nesillerin arasını açtı, tarihle bağımızı kopardılar.
* Akıllı insan aklını kullanır, daha akıllı insan başkalarının da aklını kullanır. Akıllı millet maziden ders çıkarır, daha akıllı millet diğerlerinin başından geçelerden de hisse alır.
III. ABDÜLHAMİD HAN!
Düşük cümle, harf hatası, kayan zamanlar... Sanırım biraz da işin doğasında var. Lakin hoca mükemmelliyetçiydi, yanlışlara çok kızar. Her yeni sayıyı eline alır, bizi karşısına sıralar. "Bu kadar da olmaz ki ama" der "beni yaşlandıracaksınız inan!" O ay çok titiz çalıştık. Defalarca okuduk, yüzümüzün akıyla çıkacağız bu defa... Meğer kapak başlığında baltayı vurmuşuz taşa: "III Abdülhamid Han!" Prova baskısında da gözden kaçıyor. Basılıyor bayilere dağılıyor. Neden sonra Kâzım abi fark ediyor. Felaket... Yandı gülüm keten helva... Şimdi bunu nasıl anlatsak? Akşam dönüyoruz, arabayı İsmet Hoca kullanıyor. Sordu: Kazım dergi çıktı mı?
- Çıktı hocam,
- Nasıl?
- Güzel oldu hocam, bomba gibi maşallah!
- Tashih filan?
- Maalesef var hocam, Abdülhamid Hanı yanlış yazmışız da...
- Sonundaki "t" "d" farkıdır... Olur o kadar...
- Öyle değil hocam...
- Ya? - II. yazacağımıza III. yazmışız.
- Nee? Hoca frene bastı. Dönüp yüzümüze baktı "Hangi sayfada?"
- Ne yazık ki kapakta.
- Ay kalbime inecek. Gidelim dergiyi toplatalım o zaman.
- Bu mümkün değil efendim, şu an dağıtımda.
- Bari protokole yollanacakları elden geçirelim. Silelim, kazıyalım, bir şeyler yapalım aman. Neyi silip kazıyorsun arada selefon var. Neyse üzerine etiket yapıştırmayı akıl ettik. Çizginin birini yediriyoruz güya... Ama bu akademisyen milleti meraklıdır, etiketi kaldırıp altına bakmışlar. Ertesi gün telefon üstüne telefon. Kıs kıs gülüyorlar: "III Abdülhamid hangi yıllarda yaşamıştı yaa, hakkında bilgi alabilir miyiz acaba?"
Enes Demiray
İrfan Özfatura
Türkiye Gazetesi
24.10.2010
Kaynaklar
http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/irfan-ozfatura/465862.aspx
http://www.bayburtsila.com/haber-bayburtlu-bir-ilim-adamI-ismet-miroglu-19482.html
http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=3435
http://www.biyografya.com/biyografi/10876
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"