Son devrin din adamlarından. Akkoyunlu aşîretinden Mehmed Ali Ağa’nın oğludur. 1876 (H. 1292) senesinde İskilib’in Tophâne köyünde doğdu. Annesinin adı Nazlı Hanım olup, Çorum’un Kartaldağ yaylasında bulunan Arab Dede ismiyle meşhur şeyhin torunudur.
Altı aylıkken annesi vefât eden Mehmed Âtıf Efendi, ilk tahsiline büyük babası Hasan Kethüdâ Efendinin desteğiyle köyündeki hocalarda başladı. Daha sonra İskilip kazası müderrislerinden Hoca Abdullah Efendiden iki yıl ders aldı 1891 (H. 1307). Tahsilini ilerletmek ve tamamlamak üzere İstanbul’a geldi. Medrese talebeleri arasında üstün zekâsı ve çalışma azmi ile hemen hocaları arasında tanınmaya başladı. Tahsilini devâm ettirirken geçimini de temine çalışıyordu. Âtıf Efendi, 26 yaşındayken 1902 (H.1318)’de en iyi dereceyle icâzetini (diplomasını) aldı.
İcâzet aldığı aynı yıl içinde imtihanla ikinci olarak Dârülfünûn (üniversite)un ilâhiyât bölümüne girdi. Burayı üç yıl içinde bitirerek Fâtih Câmiinde Dersiâm (öğretim üyesi) olarak kürsiye çıktı, talebe okutmaya başladı.
Fâtih Câmii Dersiâmlık hizmeti yanında Kabataş Lisesi Arapça hocalığını da yürütüyordu. Bu sırada hakkında çeşitli ihbârlar ve iftirâlar yayıldı ve Bodrum’a sürüldü. Buradan medreseden bir arkadaşının pasaportu ile Kırım’a, oradan da Varşova’ya gitti. Meşrutiyetin ikinci defâ îlânı ile İstanbul’a döndü. Medrese müfettişi olarak göreve başladı 1910 (H.1326).
Çeşitli gazete ve dergilerde dînî ve ilmî makâleler yazdı. Bu dikkat çekici olan makâle ve yazıları Sebîlürreşâd ile Beyan-ül-Hak’ta yazdıklarıdır.
Âtıf Efendi, bir ara Çorum’dan aday olarak mebus seçilmek istedi. Mebus olmasını istemeyen İttihatçılar, Mahmûd Şevket Paşanın katlinde, 31 Mart Vak’asında dahli (etkisi) olduğu gerekçesiyle Sinop’a sürdüler. Dört-beş yıl sürgün hayâtı yaşadı. Sürgüne gönderilmesinin esas sebebi ise İttihatçıları tenkit etmesi, Çorum’dan mebus adayı olmasıydı.
İttihatçıların yanlış siyâset ve idâreleri neticesinde devlet otoritesi zayıflamış ve devlet batıyordu. Bu sırada İstanbul’a döndü. Şeyhulislâmlığa, uğradığı haksızlığın giderilmesi için dilekçe verdi. İsteği kabul edilerek Dârü’l-Hilâfeti’l-Aliyye Medreseleri Genel Müdürlüğüne tâyin edildi. Bu görevi sırasında medreselerin ıslâhı yolunda faydalı çalışmalar yaptı.
Âtıf Efendi, Balkan Harbinde donanmanın ihtiyâcını karşılamak için kurulan “Donanma-iOsmânî Muâvenet-i Milliye Cemiyeti”nde aktif görevde bulundu. Hatta bu cemiyet hakkında bir eser bile yazdı.
Yunanlıların Güzel İzmir’e çıkışlarını, kurduğu “Teâli-i İslâm Cemiyeti” vâsıtasıyla şiddetle kınadı ve protesto etti. Ayrıca 1920’de devrin ulemâ ve müderrislerinin haklarını korumak, İslâmı yaymak için “Müderrisler Cemiyetini” kurdu.
Huzur derslerine dâhil oldu. Bu hizmeti 1922’de ve müdürlük, müderrislik hizmetleri ise 1924’den sonra medreselerin kapatılması ile son buldu. Bundan sonra çileli ve üzüntülü hayâtı başladı. 1924 yılında yazmış olduğu Firenk Mukallitliği ve Şapka adlı eseri 25 Kasım 1925’te çıkan “Şapka Giyilmesi Hakkındaki Kânun”a muhâlif olduğu için Giresun’da kurulan İstiklâl Mahkemesinde muhâkeme edildi. Suç bulunamayıp serbest bırakıldı. Fakat daha sonra 26 Ocak 1926’da Ankara İstiklâl Mahkemesi huzûruna suçlu olarak tekrar çıkarıldı. Soruşturma ve sorgulama 3 Şubat 1926’ya kadar devam etti.
Mahkeme heyetinin verdiği karar, Âtıf Efendinin îdâm edilmesi idi. Hukuk târihinde çıkan kânunun geçmişe uygulanması ilk görülüyordu. Suç isnâdı kitap, kânun çıkmadan önce yayınlanmıştı.
Âtıf Efendinin yaşayışı tamâmen Ehl-i sünnet yoluna uygundu. Her zaman ve her yerde Ehl-i sünnet îtikâdını savunurdu. Bu yolun değişmez ve yılmaz müdâfiiydi.
Eserleri: Mir’atü’l-İslâm, İslâm Yolu, İslâm Çığırı, Frenk Mukallitliği ve Şapka, Medeniyet-i Şer’iyye ve Terakkiyât-ı Dîniyye’dir.
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"