Divan şiirinin büyük üstadı. Asıl adı Mahmud Abdülbaki’dir. Hem şair, hem de alimdir.
İstanbul’da 1526 yılında doğdu.
7 Nisan 1600'de İstanbul'da vefat etti.
Kabri Edirnekapı Kabristanındadır.
Babası Fatih Camii müezzinlerindendi. Oğlunu küçük yaşta sanatkar yapmak düşüncesiyle saraç çıraklığına verdi. Fakat Baki yaratılışı icabı ilme düşkün olduğundan tahsile başladı. Uzun yıllar zamanın büyük medreselerinde, devrin en ileri gelen hocalarından ders gördü. Tahsilini tamamladıktan sonra ilk olarak 1563 yılında Silivri’deki Piri Paşa Medresesi müderrisliğine getirildi. Sonra sırayla, Murad Paşa, Eyyub, Sahn ve Süleymaniye medreselerinde müderrislik yaptı. Selim-i Kadim Medresesi müderrisliğinden sonra, Mekke kadılığı, Anadolu ve Rumeli kazaskerliği görevlerinde bulundu.
Osmanlı İmparatorluğunun en parlak bir döneminde yetişmesi, kabiliyetinin ortaya çıkmasına sebeb oldu. İstanbul o zamanlar ilim ve sanat yönünden en verimli devrindeydi. Büyük devlet adamlarının ilimle uğraşanları himaye etmesi, Baki’nin genç yaşında şöhrete kavuşmasına sebeb oldu. Muhibbi takma adı (mahlası) ile şiirler yazan Kanuni Sultan Süleyman Han, Baki'yi takdir edenlerin başındaydı. İlim adamlarını çok seven sultan, şairi de meclislerine davet ederek ihsanlarda bulundu. Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümü için yazdığı meşhur Mersiye’si o devrin edebiyat şaheseridir.
Kanuni’den sonra sıra ile padişah olan İkinci Selim, Üçüncü Murad ve Üçüncü Mehmed Han zamanlarında da ülkenin her tarafında Şairler Sultanı diye meşhur oldu. Şöhreti sadece Osmanlı sınırlarında kalmayıp, İran, Arabistan ve Hindistan’a kadar yayıldı. 1599 yılında ölen Baki’nin mezarı Edirnekapı dışında Eyyüb’e giden yol üzerindedir.
Şiirde Zati tarafından yetiştirilen Baki’nin sanatı, mükemmel olup, gazellerinde büyük bir ustalık hakimdir. Kelimeler yerli yerinde ve bütün söz sanatları ifadelerinde kendini gösterecek şekilde yer alırdı. Şiirlerinde zeka oyunlarına büyük önem verirdi. Kelimelere birçok anlamlar vermekte, mısra ahenginin üst derecelerine ulaşmakta eşsiz bir sanatkardı. Şiirlerinde hep ölçülü ve hesaplıdır. Mısraları dilde hiçbir takıntı ve kulakta hiçbir tırmalama yapılmaksızın söylenir. Zaten devrin İstanbul Türkçesini kullanmış ve şiirleriyle mahallileşmeyi getirmiştir. Bu sebeple gazellerinde atasözleri ve halk tabirlerine yer vermiştir. Uzun yıllar taklid edilmesi bu mükemmel söyleyişinden ileri gelmektedir. Çağımızın büyük şairlerinden Yahya Kemal, ona nazireler yazmış, Yavuz Sultan Selim için kaleme aldığı Selimname’sini Baki’nin Kanuni Mersiyesi'ne benzetmek istemiştir.
Baki’nin şiirlerinde konular, diğer divan şairlerine nisbetle daha serbesttir. Şiirlerinde dünyanın gelip geçici olduğunu ve bu fani dünyadan bir şey elde edilemeyeceğini, asıl gerçek olanla meşgul olunması lazım geldiğini işlemiştir. Bazı şiirlerinde geçen aşk, şarap vb. kelimeler, tasavvuf edebiyatındaki özel manaları (mazmunları) içinde kullanılmıştır. Baki, dinine bağlı büyük bir alimdi. Şeyhülislam olabilecekken, sırası gelmediği için bu yüce makamda görev yapamadı.
Eserleri:
En büyük eseri Divan'ıdır. Divan'ından başka Fedail-i Mekke, Hadis-i Erbain (Hazret-i Halid bin Zeyd’in bildirdiği hadis-i şerifler), Fedail-i Cihad, Mealim-ül Yakin (Mevahib-i Ledünniyye tercümesidir) adlarıyla Arapçadan çevrilmiş eserleri vardır.
Gazel
Ferman-ı aşka can iledir inkıyadımız
Hükm-i kazaya zerre kadar yok inadımız
Baş eğmezüz edaniye dünya-yı dun için
Allahadır tevekkülümüz, i’timadımız.
Biz mütteka-yı zerkeş-i caha dayanmazuz
Hakk’ın kemal-i lutfunadır istinadımız
Minnet Hudaya, devlet-i dünya fena bulur
Baki kalır sahife-i alemde adımız.
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"