Birgün İbrâhim aleyhisselâm ibâdet ettiği mihrâbda uyudu. Rüyasında oğlu İsmâil ile otururken bir melek gelip;
“Ben, Allahü teâlânın elçisiyim. Allahü teâlâ bu oğlunu kurban etmeni istiyor” dedi. İbrâhim "aleyhisselâm" korku ile uyandı. Rüya Rahmânî midir, yoksa şeytanî midir? diye tereddüt etti. O gün hep bu rüyayı düşündü. İkinci gece aynı rüyayı gördü. Rahmânî olduğunu anladı. Bu güne Arefe denildi. Üçüncü gece yine aynı rüyayı gördü. Artık Hak teâlânın emri olduğuna şüphesi kalmadı. Hanımı Hâcer’in yanına geldi ve ona; “İsmâil’i yıka, temiz elbiseler giydir. Gözlerine sürme çek ve güzel koku sür. Çünkü bir dostumuzun yanına gideceğiz” dedi. İsmâil’e de; “Yanına bıçak ile ip al” deyince, İsmâil "aleyhisselâm"; “Bunları ne yapacağız?” diye sordu. İbrâhim "aleyhisselâm"; “Allah rızâsı için kurban keseriz” buyurdu.
Yola koyulduklarında, İsmâil "aleyhisselâm" babasına; “Nereye gidiyoruz?” diye sordu.
Babası; “Dostuma” deyince, o; “Evi nerededir?” diye sordu.
İbrâhim "aleyhisselâm"; “O, evden ve mekândan münezzehdir. Yer ve gök O’nun mülküdür” dedi.
İsmâil "aleyhisselâm"; “Ey Babam! Bizimle oturup yemek yer mi?” diye sorunca,
İbrâhim "aleyhisselâm"; “O, yemekten ve içmekten de münezzehtir” buyurdu. O sırada şeytan, bir fırsatını bulup, yaşlı bir adam kıyâfetinde Hazreti İbrâhim’in hanımı Hâcer’in yanına geldi ve; “İbrâhim aleyhisselâm oğlunu nereye götürdü?” diye sordu. O da; “Bir dostunu ziyârete” diye cevap verince, şeytan; “Hayır, onu kesmeğe götürdü” dedi. Hâcer hanım; “Baba oğlunu boğazlamaz. Şefkat buna mânidir” dedi. Şeytan; “Öyle zannederim ki, Allah emretmiştir” deyince, Hâcer hanım; “Allahü teâlânın emrine uymak elbette lâzımdır. O’nun emri ise, cân-ı gönülden kabul ederiz” dedi. Şeytan yüz bulamayınca, yine aynı kıyâfette İsmâil’in "aleyhisselâm" yanına geldi ve ona; “Baban seni nereye götürüyor biliyor musun?” diye sordu. O da; “Dostunun ziyâretine” deyince, şeytan; “Vallahi seni öldürmeğe götürüyor” dedi. İsmâil "aleyhisselâm"; “Hiç babanın oğlunu öldürdüğünü gördün mü?” dedi. Şeytanın “Öyle zannederim ki, Allah emretmiştir” demesi üzerine, İsmâil "aleyhisselâm"; “O emretti ise, cân-ı gönülden râzıyım” dedi. Şeytan ondan da yüz bulamayınca, İbrâhim’in "aleyhisselâm" yanına yaklaştı ve; “Ey İbrâhim, sen yanlış hareket ediyorsun. Şeytan sana vesvese verdi. Sakın oğlunu boğazlama, sonra pişman olursun. Ama fayda etmez” dedi.
İbrâhim aleyhisselâm onun şeytan olduğunu anladı ve; “Vallahi bu Hak teâlânın emridir ve sen şeytansın. İbrâhim’e ve akrabâsına zarar yapamazsın” buyurdu. Bunun üzerine şeytan rezîl olup döndü. İbrâhim aleyhisselâm ile oğlu, nihâyet Büseyr dağına geldiler.
İbrâhim “aleyhisselâm” oğluna dönüp; “Ey oğlum! Rüyamda seni kurban etmem emredildi. Buna ne dersin?” diye sordu.
Oğlu İsmâil "aleyhisselâm"; “Babacağım, ne türlü emir almış isen onu yap. Allahü teâlânın izni ile benim sabredenlerden olduğumu göreceksin. Ey babam! Senin rızândan başka muradım yoktur. Senin gibi babanın hakkını ödemek, saadetimin sermâyesidir. Kaldı ki, bu işte Allahü teâlânın rızâsı ve emri vardır. Eğer izin verirsen, birkaç vasıyyetim vardır. Onu size söyliyeyim” dedi.
İbrâhim aleyhisselâm; “Söyle, ey saâdetli oğlum” dedi.
İsmâil aleyhisselâm dedi ki:
“Birincisi; bu ip ile elimi ve ayağımı kuvvetlice bağla ki, can acısı ile bir kusûr işlemiyeyim.
İkincisi; mübârek eteğini kaldır ki, kanımdan sıçramasın.
Üçüncüsü; bıçağı iyi bile ki, can vermek kolay olsun ve senin işin iyi görülsün.
Dördüncüsü; bıçağı vururken yüzüme bakma ki, babalık şefkatiyle emri geciktirmiyesin.
Beşincisi; gömleğimi çıkarıp boğazla ki, kan bulaşmasın. Sonra o gömleği anneme götür. Benden selâm söyle. Benim kokumu bu gömlekten alsın, ağlamasın, teselli olsun. Benim için çok elem çekmesin. Ona de ki, oğlun sana şefâatçi olarak Allahü teâlâya gitti. Kıyâmet gününde cenâb-ı Haktan seni diler. Başka birşey istemez. Ümîd edilir ki, Hak teâlâ red eylemez.
Altıncı vasıyyetim; her nerede benim yaşımda bir çocuk görürsen beni hatırla.”
İbrâhim "aleyhisselâm", oğlunun yürek parçalayan bu sözlerini dinledi. Mübârek gözlerinden yaşlar boşandı. Çok ağladı ve; “Yâ Rabbî! Bana bu hâlimden dolayı rahmet et, acı. Eğer günahım sebebiyle bana acımıyorsan, bu temiz ma’sûma acı” dedi.
Sonra İsmâil aleyhisselâm günahsız ellerini kaldırıp; “Yâ Rabbî! Bu belâ için bana sabır ver” diye niyazda bulunduktan sonra, babasına dönüp; “Ey babam! Görüyor musun? Gök kapıları açılmış, bazı melekler bize bakıp hayretlerinden cenâb-ı Hakka secde etmişler. Bazıları da Hak teâlâya münâcaat edip; “Yâ Rabbi! Bir peygamber bir peygambere bıçak çekmiş, başı ucunda duruyor. Senin rızânı gözetmek için onu boğazlamak istiyor. Sen onlara merhamet eyle diyorlar” dedi.
Daha sonra İbrâhim aleyhisselâm oğlunu güzelce bağladı. Yüzükoyun yatırıp, boğazını tuttu ve; “Yâ Rabbî! Bu benim oğlum, gözümün nûru, gönlümün sürûrudur. Kurban etmemi emrettin. Şu anda emrini yapmak için hâlis niyetle geldim. Kurban etmeğe hazırım. Sana hamd ve senâ ederim. Yâ Rabbî! Bu kıymetli yavrumu kurban etmekte bana sabır ver” deyip, bıçağı oğlunun boynuna yaklaştırdı ve;
“Ey yavrum! Kıyâmete kadar sana vedâ olsun. Tekrar görüşmek kıyâmet günü olur” dedi.
Bu arada İsmâil aleyhisselâm; “Ey babacığım! Acele et. Rabbimizin emrini çabuk yerine getir. Emîr yapmakta geciktiğimiz için Rabbimizin bizi azarlamasından korkuyorum. Ey babam! Elimi ayağımı çöz, melekler, kendi isteğimle kurban olduğumu görsünler ve Halîlinin oğlu, Allahü teâlânın işinden râzıdır desinler” dedi.
İbrâhim aleyhisselâm, oğlunun sevgisini kalbinden çıkardı. Hak teâlânın ismini zikrederek bütün gücüyle bıçağı oğlunun boynuna sürdü. O anda Hak teâlâ, Cebrâil’e emrederek; “Yetiş bıçağı çevir” buyurdu. O da Sidret-ül-Müntehâ’dan bir anda gelip, bıçağı ters çevirdi. Bıçak kesmedi. Bir daha sürdü, yine kesmedi. Ne kadar uğraştı ise kâr etmedi.
İsmâil aleyhisselâm; “Ey babam! Ne kadar şefkatlisin ki, bıçağı kuvvetli vuramıyorsun. Yüzüme bakma ki, hizmette kusûr etmeyesin” dedi. İbrâhim "aleyhisselâm" bıçağı tekrar biledi ve oğlunun boğazına kuvvetlice sürdü. Yine kesmedi. O anda Allahü teâlâdan şu nidâ geldi: “Yâ İbrâhim! Elbette sen rüyanı tasdîk ettin. Sana düşen vazîfeyi tam olarak yaptın. Şimdi bana münâsib olan lütuf ve keremimi gör. Başını kaldırıp dağa bak!”
İbrâhim "aleyhisselâm" dağa baktı. Bir koç gördü. Kırk yıl Cennet’te otlamış idi. Cenâb-ı Hak; “Bu, senin oğluna fedâdır” buyurdu.
İbrâhim "aleyhisselâm" koçu yakalayıp kurban ederken; “Lâ ilâhe illallahü vallahü ekber” dedi.
İsmâil aleyhisselâm gözlerini açıp! “Allahü ekber ve lillâhil hamd” dedi.
İbrâhim aleyhisselâmın koçu kurban ettiği yerin, Minâ olduğu rivâyet edilir.”
Kaynak: El-Kâmil fi’t-Târîh, İbn-i Esîr
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"