Âhirette, Allahü teâlânın râzı olduğu kimselerin gidecekleri ve sonsuz olarak zevk ve saâdet içinde yaşayacakları yer. Cennet kelimesi, lügatta C ve N harflerinden meydana gelmekte olup, aynı kökten meydana gelen cin, cinnet, cinân, cenîn kelimeleri gibi “örtülü” demektir. Cennet meyveler, çiçekler, güzel kokular ve daha pekçok güzellikler ile örtülü olduğundan bu isim verilmiştir. Dünyâda bağ, bostan, bahçe mânâsına da kullanılır. Kelimenin bu kullanılış şekli, daha çok teşbih, benzetme içindir.
Bütün semâvî dinler ve bâzı semâvî olmayan inanç sistemleri, bu dünyâdan başka olarak bir ikinci dünyânın, yâni âhiretin varlığından haber vermişlerdir. İlk insan ve ilk peygamber Âdem aleyhisselâmdan îtibâren bütün peygamberlerin, insanlara tebliğ ettikleri dinlerde, îmâna âit esaslar aynı idi. Bu dinlerin hepsinde, âhirete ve âhirette mükâfâtlara veya cezâlara uğrayarak, sonsuz yaşamaya “inanmak” emredilmiştir. Cennet, insanları, âhirette mükâfâtlandırma yerinin adıdır.
Cennet hakkındaki bilgilerimiz, din kitaplarına dayanır. Fen ilimlerinin konusu bu dünyâyı incelemek olduğundan, bunlardan âhiret (öbür dünyâ) hakkında bir açıklama veya bilgi beklenmez ve aranmaz.
İslâmiyet, insanların öldükten sonra tekrar yaratılıp sonsuz yaşayacaklarını, hayvanların ise kıyâmette birbirleriyle ve insanlarla hesapları görüldükten sonra, tekrâr yok edileceklerini bildiriyor. İslâm dîninin mukaddes kitâbı Kur’ân-ı kerîm ve Peygamber efendimizin hadîs-i şerîfleri, bunların şerhi, tefsiri yâni izah ve açıklaması olan ana kaynaklarda Cennet hakkında çeşitli bilgiler vardır. Buralarda bildirildiği gibi Cennet, bu dünyâda iken Allahü teâlânın gönderdiği peygamberlere inanarak, onların bildirdiklerine uygun yaşayarak, doğru yolda yürüyenlere mükâfât, iyilik, nîmet ve ihsân yeri olmak için Allahü teâlâ tarafından yaratılmış ve hazırlanmıştır. Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde Tevbe sûresinin 112. âyet-i kerîmesinde meâlen şöyle buyurdu:
“Şirk ve nifaktan tövbe edenler, Allah’a ihlâsla ibâdet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar, rükû ve secde yapanlar (namaz kılanlar), iyiliği emredip, kötülükten alıkoyanlar ve Allah’ın hudûdunu koruyanlar (emirlerini yapıp, yasaklarından sakınanlar) (var ya) işte böyle müminleri Cennetle müjdele.”
Cennet, akla gelen veya gelmeyen her türlü güzelliklerin toplandığı yerdir. Dünyâdaki zevk ve lezzetlerin, Cennettekilerin yanında hiç kıymeti yoktur. Cennette, oradakilerin istedikleri her türlü yiyecek ve içecek önlerine gelir.Koparmak, pişirmek gibi zahmetlere katlanmadan dilediklerince yiyip içerler. Türlü çeşitli mücevherden yapılmış köşkler, herbiri ayrı lezzette ırmaklar, leziz meyvelerle dolu ağaçlar, nefis bahçeler, kuşlar ve daha akla hayâle gelmeyecek nice nîmetlerden bol bol faydalanırlar. Hûrî, gılman ve Cennet melekleri ile berâber olup, zevk ve lezzet içinde sonsuz yaşarlar. Cennet meleklerinin büyüğünün adı Rıdvân’dır. Cennet’te bir kısım köşklerin içinde olanlar, diledikleri yeri görür ve kendilerini istedikleri yere götürürler. İnsanlar, dünyâda kaç yaşında vefât etmiş olurlarsa olsunlar, Cennet’te 33 yaşında olacaklardır. Hanımlar, kocaları ile ve İslâm büyüklerini sevenler de, onlarla berâber olurlar. Cennet’e giren bir daha çıkarılmaz.
Cennet’teki dereceler ve mükâfâtlar, herkesin ilmine ve ibâdetlerine göre olacaktır. Allahü teâlâ, arş ve kürsî altında, yedi kat göklerin üstünde sekiz Cennet yaratmıştır. Bunlardan, Cennet-i Adn, derecesi ve nîmetleri en yüksek olandır. Peygamberler, sıddîkler ve şehitler bu Cennet’e girerler. Cennet-i Firdevs, diğerlerinden üstündür. Bahçeleri çoktur. Diğerleri; Cennet-i Naîm, Cennet-i Huld, Cennet-ül-Me’vâ, Dârüs-selâm, Dârül-Karâr, Dârül-Celâl’dır.
Cennet’e herkes giremeyecektir. Âdem aleyhisselâmdan kıyâmete kadar gelip geçen insanlar içinde Allahü teâlânın râzı olduğu kimseler girecektir. Bunun için, insanların kendi zamanlarındaki Peygamberlere ve getirdiği dîne inanarak bu inançlarına uygun bir dünyâ hayâtı geçirmeleri ve son nefeslerinde îmân ile vefât etmeleri lâzımdır. Son peygamber Muhammed aleyhisselâmın gelmesi ve İslâm dînini bütün insanlara tebliğ etmesinden sonra, kıyâmete kadar gelecek insanların O’na ve O’nun bildirdiklerine îmân etmeleri şarttır. Ancak Muhammed aleyhisselâmın bildirdiklerine şeksiz, şüphesiz îmân etmekle ve her hususta O’na tam uymakla, Allahü teâlânın rızâsına ve Cennet’teki en yüksek derecelere kavuşulur.
Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde Cennet hakkında meâlen buyurdu ki:
Rablerinden korkanlar (takvâ sahibi olanlar) ise (izzet ve ikrâm ile) bölük bölük Cennet’e sevk edilirler. Oraya varıp kapıları kendilerine açılınca, Cennet’in bekçileri şöyle derler: Selâm ve selâmet size, tertemiz geldiniz! Artık, ebedî kalmak üzere girin buraya. (Zümer sûresi: 73)
...Kim Allah’a ve peygamberine itâat ederse, Allah onu, altından ırmaklar akan cennetlere sokar ki, onlar orada ebedî kalıcıdırlar. Bu, en büyük kurtuluş ve saâdettir. (Nisâ sûresi: 13)
Allah, mümin erkeklere de, mümin kadınlara da içinde ebedî kalıcı olmak üzere altından ırmaklar akan Adn Cennetlerini ve çok güzel meskenleri vâdetti... (Tevbe sûresi: 72)
...Canlarının istiyeceği, gözlerinin hoşlanacağı ne varsa oradadır ve siz içinde ebedî kalıcılarsınız. İşte bu sizin çalıştığınız ameller sebebiyle mîrasçı kılındığınız Cennet’tir. (Zuhrûf sûresi: 71-72)
Peygamberlerin sonuncusu Muhammed aleyhisselâm da Cennet hakkında buyurdu ki:
Aşağı derecede bulunan Cennetlikler, yüksek derecede bulunan Cennetlikleri ufukta parlayan tek tük yıldızlar gibi göreceklerdir.
Cennet’te yukarıya doğru, biribirlerinin üstünde bulunmak sûretiyle (100) derece ve mertebe vardır. Genişlikleri de çok geniştir. Firdevs makam bakımından Cennet’in en yükseğidir. Cennet’in dört nehri -ki onlar: Bal, su, süt ve şarap- Firdevs’ten akar ve o Firdevs’in üstünde Arş-ı a’lâ vardır. Öyleyse Allah’tan istediğiniz zaman, Firdevs’i isteyiniz.
Dikkat edin, Cennet için hazırlanan yok mudur? Kâbe’nin Rabbi’ne (Allah’a) yemîn olsun ki, Cennet’te tehlike diye bir şey yoktur. Cennet, parlayan bir nûr, etrafa yayılan bir kokudur. Binâları kuvvetlidir. Irmakları devamlı akar, bol ve kemâle ermiş meyve yeridir.
Cennet’in ırmakları, misk tepelerinden veya misk dağlarının eteklerinden çıkar.
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"