Gönderdi Huda çün bize mihman Ramazanı,
Hoş tutmağa niyyet edelim biz dahi anı...
Müslümanların on bir aydır hasretini çektiği ayların sultanı Ramazan-ı şerif ile bir kez daha müşerref olduk. Bu ay müminler için sanki şarj olmak gibidir. Zira Resulullah efendimiz kişinin bu ayı nasıl geçerse bütün ayları öyle geçer buyurdu.
Bu ayın gelişine sevinmek dahi ibadettir. Peygamber-i zişan efendimiz, “Ramazan ayının gelmesine sevineni Allahü teala kıyamet gününün korkusundan muhafaza eder” buyurdu.
Bu ay müminlerin hasat vakti gibidir. Peygamber efendimiz, “Bu ayda yapılan nafile ibadetlere başka aylardaki farzlar gibi sevap verilir, farzlara ise yetmiş farz sevabı verilir" buyurdu. Ve ilave ederek buyurdu ki: “Bu ayda mağfiret olunmayan ne zaman mağfiret edilir?”
İbadet etme bakımından bu ay ile müminlerin ömrü bereketli kılındı. Zira bu aydaki bir gece (Kadir gecesi) bin aylık geceye tekabül etti. Bu geceyi ihya edenler bin ay ibadet etmiş sevabına kavuşurlar. Cenab-ı Hak bu kıymetli geceyi mübarek Ramazan-ı şerif içinde gizleyerek müminlere bir kez daha rahmet eyledi. Zira o mübarek geceyi tes’id edebilmek için ramazan ayının her gecesini Kadir gecesi bilen ve ihya eden müminler, manevi kazançlarına kazanç kattılar.
Sahabe-i kiramdan Abdurrahman bin Avf hazretleri, Peygamber efendimize “Ramazan-ı şerifte en çok ne ile meşgul olayım?” diye sorduğunda âlemlerin efendisi “Kur'ân-ı kerim okumakla” buyurdular.
Kur'ân-ı kerim ramazan ayında indirilmiştir. Dolayısıyla Ramazan-ı şerifin Kur'ân-ı kerim ile bağlılığı olduğu için bütün hayırları ve bereketleri kendinde toplamıştır. Resulullah efendimiz yine buyurdular ki: "Ramazan ayının gündüz ve gecesinde Kur’ân-ı kerimden bir âyet okuyana her harfi için bir şehit sevabı vardır."
Bu müjdeler saymakla bitmez. Şanlı peygamberimiz de bu nedenle, “Şayet kullar, Ramazan-ı şerif ayındaki fazilet ve ihsanları bilselerdi bütün senenin ramazan olmasını isterlerdi” buyurdular.
Kıymet bilmek!
“O mahiler ki derya içredir, deryayı bilmezler...”
Ramazan ayı bizi tehlikeye düşürmeden açlığın ve susuzluğun ne demek olduğunun idrakine vardırır. Böylece darda olan fakir, fukaranın durumları ile ilgilenmemizi temin eder. Bizi başka insanların dert ve sıkıntılarını paylaşmaya sevk eder.
Gerçekten de bir yudum suyun değerini, susuzluktan ölmekte olan birine, bir lokma ekmeğin değerini açlıktan kıvranana, hürriyetin değerini esir düşenlere, sıhhatin kadr ü kıymetini de ağır hastalara sormak gerekir...
Müminler de işte böyle mübarek ve bereketli bir ayın içerisinde olduklarının idrakinde olup kıymetini bilmek ve her anını değerlendirmek durumundadır.
Bir padişahın kölesi vardı. Bir gün bu köle ile gemiye bindi. Fakat köle o güne kadar ne deniz görmüş ne de gemiye binmişti.
Müthiş bir korkuya kapıldı. Cereyana kapılmış gibi titriyordu. Sakinleştirmek mümkün olmadı. Hükümdar da durumdan rahatsız olmuştu.
Gemide bulunan bir âlim, “ben onu sakinleştiririm merak etmeyin” dedi. Köleyi tutturup suya attırdı.
Adam çırpınmaya batıp çıkmaya başladı. Sonra ip attırıp adamı kurtardı.
Köle bundan sonra sakin ve sessiz bir köşede oturdu.
Olayları hayretler içerisinde izleyen Hükümdar, “nasıl oldu bu iş” diye sordu. Âlim:
“Sultanım köle boğulma tehlikesi geçirmeden evvel geminin kadr u kıymetini bilmiyordu. Ne zaman ki batma tehlikesi yaşadı. Geminin kıymetini anladı...” İşte bazı nimetlerin kadr u değeri de elden gitmeden bilinmiyor.
Şanlı Peygamberimiz de beş şey gelmeden önce beş şeyin kıymetini bilmemizi istedi:
"Hasta olmadan önce sıhhatin,
Meşguliyetten önce boş vaktin,
Ölüm gelmeden önce hayatın,
Fakir düşmeden önce zenginliğin,
İhtiyarlıktan önce gençliğin..."
Kur'ân-ı kerimde Cenâb-ı Hak, ramazan için “sayılı günlerdir”, buyurdu. Sayılı günler tez geçer. Ramazan ayının kıymeti de elden gidince anlaşılır. Cenâb-ı Hakk, kıymetini bilenlerden layıkıyla değerlendirenlerden ve bu kıymetli misafiri hoş tutanlardan; razı edenlerden eylesin!
Sahibini tanımak!
İnsan, Cenâb-ı Hakk’ın rızıklara kefil olduğunu bilir ama en çok onun endişesi ile yaşar. Cennet’e ise kefil olmadığını, onun bu dünyada yapacakları ile kazanabileceğini bilmesine rağmen sanki Cenâb-ı Hakk, Cennet’i kendisine hazırlamış gibi hareket eder.
Bir kıtlık senesi idi. Herkes ne yapacağını kara kara düşünüyordu. Böyle bir durumda evliyadan Şakik-i Belhi zengin bir adamın kölesinin neşeden oynadığını gördü. Ona sordu:
“Herkes kıtlıktan, açlıktan inleyip dururken sen neye güveniyorsun ki böyle neşe içinde oynuyorsun!” Köle:
“Benim efendimin yedi köyü vardır ve çok zengindir. Her ihtiyacımızı bol bol veriyor. Ben oynamayım da kim oynasın!..”
Şakik-i Belhi bu cevabı alınca kıtlıktan muzdarip olan talebelerine dönerek:
“Kendimize gelelim. Bir köle efendisinin yedi köyüne güveniyor. Kendini emniyette zannediyor. Bizler ise dünyadaki bütün köylerin şehirlerin sahibi ve bütün âlemlerin maliki, her canlının rızkına kefil olan Allahü tealanın kullarıyız. Nasıl bir sahibimiz var iyi idrak edelim. Üzülmek ve ümitsizliğe düşmek ne büyük bedbahtlıktır!”
Ramazan ayında sahibimizi, malikimizi ve Rabbimizi en iyi şekilde anlamak ve bu mübarek ayı en güzel şekilde idrak etmek dileğiyle...
TEFEKKÜR
On bir aydır gideli biz de çekerdik hicran
Merhaba etti bizimle yine şehr-i Ramazan
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
20.05.2018 Türkiye Gazetesi
http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-ahmet-simsirgil/602323.aspx
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"