1983 yılında Atatürk Üniversitesi’ne asistan olarak girmiştim. Aynı yıl, “Amasya Sancağı” üzerinde Yüksek Lisans tezimi hazırlarken arşivle tanıştım. Dünyanın bu bir numaralı arşivinin çalışma mekânı tam bir hayal kırıklığı idi. Derya gibi Osmanlı Arşivi’nin ancak yüzde beşinin tasnif edildiği anlatılıyor, herkes belgelerin perişan hâlinden dem vuruyordu. O güne kadar arşiv belgelerinin hurda kâğıt fiyatına Bulgaristan’a satıldığı gibi hikâyeleri çok dinlemiştik. Peki ya satılmayanlar, neredeyse tamamıyla çürümeye ve yok olmaya terk edilmişti.
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"